Sinergoloji

Bir daha bir insanın samimiyetinden şüphe duyduğunuzda, ellerine bakın. Çünkü eller gerçeği söyler. Etienne Lethel

 “Gülmek insanın özüdür.” Ancak gülmek, insanın bir özelliğini daha ortaya çıkarır: Yalan söylemek. İnsan arasına mesafe koyduğu şeye gülebildiği gibi, kendi varlığıyla arasına mesafe koyarak yalan da söyleyebilir.

İnsanoğlunun başkasına yalan söylemeyi öğrendiği gibi, kendi kendine yalan söylediği de olur. İnsan, yalan filtresini günlük ihtiyaçlarına dahil eden ve tüm “doğallığıyla” gerektiğince yalan söyleyebilen tek canlı türüdür. Bununla birlikte, “neyse ki” yalan vicdanda iz bırakır. Yalan söyleyen insan, hile yapmaktadır ve bu irili ufaklı, gerekli hileler onun iki farklı yüzünü açığa çıkarır. İnsan rahat bir vicdanla yalan söylediği, hile yaparak veya gerçekleri dönüştürerek konuştuğu sırada, unutulmuş, disiplinden yoksun bir parçası, yalan söylememektedir: Bedeni, daha doğrusu bedeninin mikro-hareketleri.

Sözler yalanı gizlerken, beden konuşur ve bize kelimelerin sakladığını anlatır.

Derin düşünceye dalmış kişilerde sağ göz normalden büyük gibi görünmektedir. Mantıklı olduklarında, yani mantığın sesini dinlediklerinde, sol beyinlerine düşünebilmelerini sağlamak amacıyla bol miktarda kan gitmektedir. Mantıklı düşünmeden sorumlu kognitif nöronlarla hareketten sorumlu motor nöronların etkileri, mantıklı düşünceye açık olan sağ gözde bir irileşmeye yol açmaktadır.

Buna inanmakta güçlük çekebilirsiniz ama dışarıdan gelen her yeni bilginin alınışı, gözün bir kere kırpılmasına yol açmaktadır. Bu olay defalarca doğrulanmıştır ve beyinle beden arasında, gözlerdeki mikro-hareketler tarafından mükemmel şekilde tercüme edilen, doğrudan bir ilişkinin kurulu olduğunu kanıtlamaktadır.

Kişilerdeki yorgunluk, sol göze kıyasla hafifçe daha az aralık duran sağ gözden daha rahat okunabilmektedir. Bitkin insanlarda görülen bu durum, yorgun olduklarında depresyondaki insanlarda da tekrarlanmaktadır. Sağ gözleri, sol gözlerinden bariz bir şekilde daha küçük görünmektedir. Fazla tahmin yürütmeye çalışmadan, depresyondaki insanların bir biçimde, rasyonel düşüncenin mantığına güvenmekten vazgeçtiklerini söylemekle yetinelim.

İnsan duymak istemediği bir şeyle karşılaştığında, eli bilinçsizce kulağına gider. Kulağını pek de farkına varmadan kaşır. Parmağını duyma organının girişine götüren muhatabımız, bize “duymamayı” tercih edeceği, onu rahatsız eden şeyi işaret etmektedir aslında. Birbiriyle anlaşamayan insanlar, ellerini kulaklarına daha sık götürürler. Anlaşamamalarının başlıca nedeni, birbirlerini dinlemeyi istemiyor olmalarıdır. Kelimeleri kaşınmakta olan kulaklarından elleriyle kovalarlar. Duydukları gerçek kaşınma hissidir.

Bir de “kokusunu almadığımız”, burnumuzu kaşındıran şeyler vardır. İnsanlık tarihindeki ilk duyu organının, daha insan insan bile değilken, koku alma soğanı olması gerektiğini hatırlayalım. Yüzdeki tüm mikro-hareketler arasında en zengin hareket diline sahip davranışın burundaki hareketler olmasının nedeni de budur belki.

Öte yandan, insan korkuya kapıldığında bacaklarına giden kan artar. Beyin tarafından verilen emirler bilinçsizdir. Ama korkan adamın kaşınan yeri de bacaklarıdır. Buradaki süreç açık. Serbest bırakılan yüksek miktarda hormon, güç gerektiren bir iş için gerekli enerjinin de açığa çıkmasını sağlıyor.

Saçlar bir baştan çıkarma aracıdır ve tıpkı yalnız olmadığı zamanlarda tüylerini kabartıp düzelten tavus kuşunun olduğu gibi, saçlar insanın da süs organıdır. Saçlar güçlendirdikleri insan çekiciliğinin bir parçasıdırlar ama boyları da cinsiyeti ayırt eder.

Askerlik yapanların saçlarının kısa kesilmesi zorunludur. Uzun saçlı erkek bu durumla karşılaştığında, eril üniformanın prestijinin kısa saçı gerektirdiğini, kendine rağmen öğrenir. Kısa saç katılığı, ciddiyeti ve otoriteye boyun eğmeyi empoze eder.

Kocalarına sadık kalmayan kadınların ve fahişelerin saçlarının, toplum kurallarını bedenlerine kazımak amacıyla kısa kesildiği günlerin üzerinden o kadar da çok zaman geçmedi. Sabahları henüz toparlanmamış, “insan içine çıkmaya hazır hale gelmemiş” olanlara “saçı başı darmadağın” demez miyiz? Saçı gözlerin üzerinden çekerek bedeni karşıdakinin bakışlarına sunan bir el, beğenilme arzusunu ve kişinin tensel varlığının tanınması isteğini haykırmaktadır. Saçlarla yapılan hareketler, bedensel bir isteği anlatır. Saçlarını gösteren insan, bedenini göstermektedir.

İlerleyen yaşlarıyla birlikte, bedenleriyle ilgileri sadece bedensel sorunlarla ilgilenme düzeyine inmiş olanlara bakın. Tensel zevkleri yavaş yavaş unutmaya başladıkları için, ellerini saçlarına giderek daha az götürürler.

Elleri saçlarının arasında gezinen insan, hep biraz düşünceli ya da hayallere dalmış durumdadır. Elleri sık sık saçlarına giden ve onları hafifçe çekiştiren kadınlar, genellikle hayalci kadınlar olurlar. Saçları, onları hayallerine bağlayan ve hayallerini izlemelerini sağlayan bir kılavuz ip gibidir.

Bir şey açıktır. En beğenilen ve sevilen insanlar, salt fiziksel güzelliğin ötesinde “fazladan bir şeyler yayarlar”. Hormonlar ve ideal benlik, aşkın libido amaçları uğruna, uyum içinde çalışmaktadırlar. Bu gerçeğin atalarımız tarafından da bilindiği, birçok örnekle sabittir.

Oyun kâğıtlarıyla yapılan ve iyi bilinen bir numarada, birisinden desteden bir kart seçmesi ve iyice baktıktan sonra desteye geri koyması istenir. Daha sonra iyice karıştırılan kâğıtlar, gözlerinin önüne teker teker açılır. Sıra sihirli kâğıda geldiğinde, gözbebekleri, oyunu yapanı çok memnun edecek şekilde parlayacaktır. Kâğıdı tanımak gözlerinde bir ışık yakmıştır, ancak bu numarayı seyreden seyircide “ampul yanmayacaktır”.

Bedenin İnce Dili- Sinergoloji -Dr. David J. Schwartz-(La Synergologie)

2 Yorumlar

  1. Turan says:

    Bill Clinton bile Monica Livinski olayinda yalan söyledigi kontrolü üzerinde olmadigi fiziksel hareketlerden dolayi kendini ele vermistir 🙂

  2. fahri says:

    “Gülmek insanın özüdür.” ….. Merhaba ,sadece bu yazınınızın ilk iki paragrafının tamamen şu an okumakta olduğum Philippe TURCHET’in Sistem Yayıncılık tarafından 2005 yılında yayınlanan ‘Bedenin İnce Dili ‘ adlı kitabının ‘İçtenlik Filtreleri’ konu başlığı ,(sayfa 16) ile birebir alıntı olduğunu yazma gereği duydum.
    Yani eğer Dr. David J. Schwartz böyle kitap yazmış ise ,onun kitaplarına ne kadar güvenebiliriz diye kafamda bir soru işareti belirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir