İnsanoğlu-kızı neden bu dünyayı yeterli bulmaz?

İnsanoğlu-kızı neden bu dünyayı yeterli bulmaz?
Bilimsel meraki, keşif duygusunu, kendine meydan okuma ihtiyacını anlayabilirim hatta kendimden dolayı çok iyi anlıyorum.
Eminim herkesin bu soruya makul cevapları vardır.Ben bu mevcuttan memnun mesut olmama halinin, başlangıç ve son lineer çizgisinin üzerimize ağır bir sis gibi inişi sebebiyle, sonsuzluk arayışına bağlama eğilimliyim.
Vallgreen, Denizadamı romanında “Bir başlangıç var ve bir son. Ve düzelmeden önce her şey çok kötüleşmeli. Bütün öyküler böyle. Sanki öyküler istiyor bunu, yok olmadan önce acının artması doğanın bir marifeti sanki. Ama bir gün işte. Bir gün bir şey olacak ve bütün öyküyü değiştirecek, yeni, daha güzel bir şeye dönüştürecek öyküyü.” buna Pandoranın sepetinde kalan o lanet (özür) umut deniyor galiba.
Sonsuzluk arayışı feci bir şeydir, ben küçükken hep ölememekten korktuğumu hatırlarım. Oysainsanlar ne denli cesur ki sanal alanlara bağlar bahçeler cennetler, sonsuz ırmaklar inşa ettiler. Bunu yapanların niyetlerinin toplumu kolay yönetmek ve gelir dağılımı adaletsizliğini affettirmek olduğunu bilmez değilim elbet.Fakat sonsuz hayat! Aman tanrımmm sen beni koru. Yağmurlu bir cumartesi öğleden sonra ne yapacağını bilemeyen insan bir de sonsuzluk istermış!
Saçmalıyorum fakat bundan an itibariyle hoşnutum.

 Tabi bir de “sıkılma” illeti var. Adam Phillips, ‘Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine’ adlı kitabında, çocuklarda sıkıntıdaki bekleme bastırılırken, yetişkinlerde sıkıntının beklemeye dönüştüğünden bahseder: “Yetişkin için sıkıntı, sanki arzunun geçici olarak canlılığını kaybetmesinin daha kalıcı bir biçimi olmak durumundadır.” Yani, cazibesini yitirmiş bir hayata mahkûm olduğunu kabul eder yetişkin ve buna “büyümek” der. Sıkıntıda iki seçenek vardır, “arzuladığım bir şey var” ve “arzuladığım hiçbir şey yok.” Bu iki seçenek arasında sıkışıp kalmaktır sıkıntı, Adam Phillips’e göre, bu yüzden dayanılması güçtür. Sıkılmayı becerebilmek, o belirsizliğe tahammül edebilmek, neyin beklenildiğini bilmeksizin sıkıntının içinde serbestçe gezinip, onun ne olup olmadığını müzakere edebilmek, susturulan ya da dikkat dağıtılarak kaçınılan müdahalelere karşı, öyküyü daha güzel bir şeye dönüştürecek olan ‘yeni’ şeyi ortaya çıkartabilir.
Sıkılmanın getirdiği basınç CC’nin kartalının senin canını çıkarıp yutmak için karnını yarmaya çalıştığı andır. Bi de bunun uzadığını düşünün. Amanın!
Ben yumurta fiyatlarından,pop yıldızlarından, mahallenin delisinden, kek tarifinden filan konuşarak, müzik dinleyerek,uyuyarak hayatımı bitirmek istiyorum. Zaten azimli şekilde bu yolda ilerliyorum.
Bazı alıntıların kaynağı: tıklayınız
*
Dün kuzguncuk günüydü epeydir ihmal etmiştim oysa ki bu yakaya taşınmamın bir numaralı sebebidir kendisi. Fotoğraflardan ilki eski bir kahvedir ve ben o zamanlar Ortaköyde oturuyor ve bu kahvenin ikinci katına briç oynamaya geliyordum. İkinci fotodaki çanlar hemen oyun odamızın içinde çalınır gibi duyulurdu. Gel git derken avrupa tarafında doğmuş ve istanbulda yaşadığı sürece avrupa yakasında oturmuş olan ben bi değişiklik yapma hevesine kapıldım! Önce tabi kuzguncukta arayışa geçtim fakat boğayım ya öyle nostalji filan bana gelmez eski daracık ve ışıksız evlere istenen astronomik ücretleri görünce bu hevesten vazgeçip bi yan semte geçip beylerbeyini keşfettim. Böylece ortaköyden milimetrik olarak tam karşıya transfer oldum. İşte bugün biraz hatıraları yad ettim gğzel fotolar çektim instagramda paylaşırım. Hava güzeldi ben şahaneydim (sağlıklı olduğum her gün cennetteyim)
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir