Cadılar ve Cadalozlar

 

Cadı denen o acaip kadınla çocukluk yıllarında tanışılır. Çocukken öğrendiğimiz, kafamızda canlanan bir çok kavram ve görüntü erişkinliğe ulaşınca değişse de, cadı figürü, 6 yaşında onu nasıl algılıyorsak 60 yaşında da aynı kalır.
Çirkin, koca burunlu, kabarık saçlı, buruşuk suratlı uzun siyah bir şapka takan, kazanında kurbağa bacağı gibi tiksindirici malzemelerden kötü kokulu iksirler yapan, bir kocakarı. Bu imaj, nispeten daha sempatik. Tarihin sayfalarını biraz geriye çevirip Orta Çağ’dan kalma tasvirlere baktığımızda renkli televizyonun ekranı, masal kitabının sayfası yerini kasvetli ve
karanlık bir odada, görmeye çalıştığımız sahnelere bırakır. Bilinçdışından bilinç altına doğru bir yolculukla kanımızın çekildiğini hissederiz. Çünkü orada kötülük vardır, gece vardır, bilinmeyen sesler, ormandan geçen karaltılar, erkeklerin rüyalarına girip hamile kalan kadınlar, direğe bağlanıp yakılanlar vardır.

Cadaloz ise cadı benzeri şirret bir kadındır. Hep daha fazlasını isteyen bir kaşık düşmanı, çok konuşan, dırdırlarıyla erkeği bezdiren, dünya meselelerinden anlamayan bir cahil, Sır Kapısı, Nuryolu gibi dizilerdeki ibretlik gelin, kıskanç bir kaynana, kötü kalpli bir üvey annedir. Cadaloz, korkutucu değil ama yorucudur. Statükoya karşı bir tehdit değildir. Cadılar ise statükoyu korkutur çünkü dönüştürücülerdir. 1940’larda Amerika’da komünist avının “cadı avı” şeklinde adlandırılması bunun kanıtıdır.
Kimi zaman ise ne ayin ne ritüel bilen, Salem’de olduğu gibi kendi halinde evinde örgüsünü örerken “cadılıkla” suçlanan ya da saçını uzatıp siyah giydiği için sokakta devriye aracı tarafından “satanist” diye çevrilen kişiler hasbelkader hedef olur.
Oysa cadıyı cadı yapan kıyafetleri, şapkası, örtüsü yani giyinikliği değil, soyunabilme ihtimalidir. Ormanın ortasında bütün giysilerini çıkarıp çıplak kalabilmesidir.

Bilinmeyene Duyulan Korku

İnsan aklı açıklayamadığından ve denetleyemediğinden korkar. Her zaman belli açıklayıcılar olmuştur, depremin tanrıların gazabı olduğuna inanmak, tanrıların gönlünü almaya çalışmakla sonuçlanacaktır. Din kavramı bu bağlamda bir yabancılaşmayı getirir. Güç, devredilir. Din öncesi büyü geleneğinde ise, doğa olaylarına hükmetmek büyücü dediğimiz kişinin elindedir. Din adamı yalvarır, büyücü ise neredeyse emreder.

Bu irade güçleri ve değişiklik yapma becerisi aynı zamanda bereket sağlamak veya şifa vermek için uygulanır. İngilizce cadı sözcüğü (witch), bilge, akıllı anlamına gelen “wise/wit” ten türemiştir .
“Cadıların hekimlik ve ebelik sanatları en eski hekimlik geleneğinin dolaysız bir devamıdır. İlkel denilen toplumların büyücülerinin, bitkilerin besin ve ilaç için kullanımında, insan ve hayvan tedavisinde oloağanüstü başarılar kazandıklarını biliyoruz. Cadılar da bu becerileriyle saygıyla karışık bir korkuya yol açmış olmalı. Koca koca papazların aciz kaldıkları durumlardan , köylü bir koca karı Başarıyla sıyrılıyorsa, bu işin içinde bir iş aranmalıydı”(Ahmet Güngören, Cadıların Gün Batımı).

Bugün bir Hristiyan geleneği gibi görünen Cadılar Bayramı, değişimin ne denli çarpıcı olduğunun kanıtıdır. 31 Ekim’de kutlanan Halloween’deki cadı imgesiyle, cadılar bayramının kadim adı olan Samhain’deki cadı imgesi bütünüyle birbirinden farklıdır.
Halloween Cadısı, günümüzün toplumunda bir tüketim nesnesine dönüşmüş olsa da görüntü ve simge anlamında Orta Çağ cadısının yumuşamış halidir, sadece sokakta gözüktüğü için kimse kazığa bağlayıp yakmak istemez.Oysa Samhain cadısı köyün ebesidir, hastaları iyileştiren, hikayeler anlatan, serin kanlı bir kadındır. Buruşuk suratı bilgeliktendir. Kadınlık hallerini ayın halleriyle kıyaslayan anlayışta yeni ay bakire, dolunay anne iken o karanlık aydır.
Hekate’dir, İsis, Astarte’dir.

Kadını kötülük ve şeytanlıkla ilişkendirmek, ondan korkmanın da bir belirtisidir.
Ne trajiktir ki bir çok kadın da hemcinslerini gene bu algıyla algılayıp, güçsüzlüğü, bozgunu kabul eder. İçselleştirilmiş bir ataerkilliğin dünyasında yaşar. Semavi dinlerin kadına bakışı da bu korkunun üzerine kurulmuştur.
Bir hikaye toplayıcısı(cantadora) olarak etno klinik çalışmalar yapan Clarissa Estes,
“Kurtlarla Koşan Kadınlar”isimli muhteşem eserinde
bu konuya şöyle değinir:

“Zamanın seyri içinde eski pagan simgeler Hristiyan olanla kaplanmış, öyleki bir masaldaki yaşlı şifacı, kötü bir cadı haline gelmiş, bir hayalet meleğe dönüşmüş, Cinsel öğeler atılmıştır. Yardımcı yaratıklar ve hayvanlar çoğu kez ifrit ve cinlerle yer değiştirmiştir…

Kadınlara, cinsellik, sevgi, para, evlilik, doğurma, ölüm ve dönüşüm üzerine dersler veren kimbilir kaç masal bu şekilde yitirilmiştir. Eski kadınların gizlerini açıklayan Peri masalları ve mitlerin en eski derlemeleri müstehcenlik, cinsellik, sapkınlık(ibret olarak), Hristiyanlık öncesi, kadınsılık, tanrıçalar, erginleme gibi konulardan arındırıp temizlenmiştir”Toplumlar cadalozlarla yaşamaya alışıkken, cadıları yakmışlardır. “ben de cemaate namaz kıldırabilirim” diyen kadın imam dışlanırken “ben güçsüzüm, iktidarınızı tehdit edemem ama çok iyi kaynanacılık yapar, kocam istediğimi almazsa dünyayı başına dar ederim” diyen kadın yaşam şansı bulmuştur. Neden kadın peygamber yok” sorusunun yanıtı, cadıların saklandıkları kuytularda aranmalıdır.
Cadaloz, “x bu, sever de döver de” diyendir, cadılar ise “masa başı savaşları yüzünden gencecik askerler ölüyor, oğlum olsa askere gönderemezdim” diyebilen. Kimin yakılmak
istendiğinden belli değil mi zaten?

 

Alıntıve tebrik adresi: http://sosnowqueen.blogspot.com/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir