Farketmez 2

Biz bu gruba, aslında hiç farketmeyeceğini söyledik. Ve grupta bir keder ve üzüntü ve inanmamazlık duygusu hissettik – onların, “Ne demek istiyorsun, Tobias?” dediğini duyabiliyordum. “Farketmez derken ne demek istiyorsun? Ben şu anda farkettiği için Dünya’da bulunmuyor muyum? Ben, farkettiği için bir Yeni Enerji Bayrağı değil miyim? Benim bir görevim var. Anlamıyor musun, Tobias? Benim bir görevim var. Cehenneme kadar kaybolmuş halde olsam da, bir görevim var.” (kahkahalar) “Yol boyunca herşeyi kaybettim, ne yaptığımı bilmiyorum, kim olduğumu bile bilmiyorum, ama bu bal gibi bir görev, Tobias. Bal gibi görev. Farketmez de ne demek?”

Sanki ben onlardan bir şey – bir tutku duygusunu, bir amaç duygusunu – kopartıp alıyormuşum gibiydi. Farketmez, dedim bu gruba. Gerçekten de etmez. Neden? Çünkü siz zaten oradasınız. Biz bundan daha önce söz ettik. Ulaşmak istediğiniz yer her neresiyse, zaten ulaştınız. Bazılarınız Saint Germain’e yükselmeyi seçtiğini söylemişti. Öyleyse yükseldiniz. Oradasınız! Şimdi sadece oraya ulaşmak nasıl bir şeydi, bunu deneyimliyorsunuz. Farketmez, sevgili Şambra, çünkü bu – tüm bu genişleme süreci ya da evrimleşme ya da adına her ne demek istiyorsanız – öylesine doğal ve öylesine sizin bir parçanızdır ki. Siz zaten oradasınız.

Ateş Duvarını geçtiğinizde ve her bir yaşamın fiziksel ve fiziksel-olmayan tüm potansiyellerini, düşünebileceğiniz herşeyi deneyimlediğinizde, herşeyi yaptığınızda, ve bunların alt-potansiyellerini ve onların da alt-potansiyellerini deneyimlediğinizde, zaten oradaydınız. Zaten ulaşmıştınız. O nedenle, gerçekten farketmez. Hiç farketmez.

Ha, biliyorum, bu acıtıyor. “Peki o zaman sabahları neden uyanayım ki? Neden deneyeyim ki?” Kesinlikle haklısınız – bunu neden yapasınız ki? (kahkahalar) Neden çabalamayı sürdüresiniz? Sürdürmemelisiniz, gerçekten, farketmez. Farketmez. “Neden tüm Dünya’yı omuzlarımda taşımayı, insanlığın yüklerini ve enerjisini taşımayı sürdüreyim?” Sürdürmeyin. İndiriverin onları aşağıya. Farketmez. Onlar başlarının çaresine bakacaktır.

İnsanların hepsi, sizin seçtiğinizi seçmedi. Onların hepsi yükselmeyi ya da hatta aydınlanmayı ya da hatta sadece tek bir güzel gün yaşamayı seçmedi. (kahkahalar) Ama farketmez, çünkü er ya da geç seçecekler – ya da belki seçmeyecekler. Farketmez. Onlar çok kutsal ve çok kişisel bir süreçten geçiyorlar. Eğer kayboldularsa, kesinlikle kaybolmuş da olsalar, farketmez, çünkü kendilerini bulacaklardır. O kaybolmuşluk halinde bulacaklar kendilerini.

Onların kendi bilinçlerinde tutsak olmaları farketmez – ya da sizin. Farketmez, çünkü er ya da geç, kristalinde tutsak kalan o adı çıkmış, ünlü ve muhteşem Adamus Saint Germain’in hayal edebileceğiniz en büyük yalınlık içinde dediği gibi, “Eğer ben kendimi buna sokmayı becerdiysem, çıkarmayı da beceririm. Eğer kendi zindanımın yanılsamasını yarattıysam, kendi özgürlüğümün yanılsamasını da yaratabilirim.” Farketmez, Şambra.

Büyük piramitlerde gruba – farketmez, demekten – daha muhteşem ne diyebilirdik ki? O grupta bulunan bazılarında, burada görevli olarak bulunanlarda, akıntıya karşı mücadele edenlerde, ve burada kendi oyunlarını oynayanlarda, kendi süreçlerinden geçenlerde hissettiğimiz o kederin boşluğundan daha büyük boşluk olabilir mi? Farketmez.

Oyunlardan geçin ve süreçlerden geçin, çünkü eninde sonunda zaten mükemmelsiniz. Bunu söyleyebilirim. Sizin çarıklarınızla birkaç kilometre yürüdüm. Benliğinle kesin bir olma, Benliğine kesinlikle aşık olma, kendine aşık olma noktasına gelmenin, ansızın “Aslında farketmez. Ben O Ben’im. Hep öyleydim, hep öyle olacağım. Farketmez” noktasına gelmenin neye benzediğini biliyorum.

Yolculuğum sırasında kendi kendime şöyle düşündüğümü hatırlıyorum, yükselişimin son farkındalığıydı bu; keşke zamanda geri gidebilsem ve kendime, farketmez diyebilsem, çünkü o zaman oraya varma yolculuğunun keyfini tümüyle çıkartabilirdim (demiştim). Ve biliyor musunuz? Ben geri gittim. Ben kendime, yaptığım ve deneyimlediğim herşeye kesinlikle geri gittim, ve kendime dedim ki – ruhtan insan bedenindekine – kendime dedim ki “Farketmez.”

Şimdi, ben her zaman da (buna) kulak vermedim. Vermek istemedim. Kulak vermek pek de umurumda değildi, çünkü insan olarak bedenliyken kendi açmazlarıma ve kendi dramlarıma öylesine gömülmüştüm ki, kendi oyunlarıma, kendi derin düşüncelerime, ama aynı zamanda yaratılarıma ve ilişkilerime öylesine dalmıştım ki, “Farketmez. Sen zaten oradasın” diyen sesi duymak istemedim.

Neden Buradasınız?

Siz zamanların en iyisinde ve zamanların en kötüsünde yaşıyorsunuz. Siz bilgelik zamanlarında ve budalalık zamanlarında yaşıyorsunuz, ve farketmez. Siz büyük bir değişim zamanında yaşıyorsunuz, ve hiç değişim gereksinmeyen bir zamanda yaşıyorsunuz, çünkü değişim zaten geldi. Böylece bugün tek tek her birinize soruyorum, dünyanın her yanındakilere soruyorum: neden buradasınız? Seçtiğiniz nedir? Zaten oradaysanız, zaten yükselişindeyseniz, ki bunu size konuşmalarımızın ikinci yılında, Şaudlarımızda söyledik, o zaman ne için buradasınız?

Böyle bir göreviniz olmalı mı ve böyle bir amacınız olmalı mı? Birisinin ya da başka bir şeyin size ihtiyacı olmalı mı? Hâlâ bir mücadeleci ya da savaşçı olmalı mısınız? O ata atlayıp dere tepe koşturarak başka insanlara nasıl yaşayacaklarını ve neye inanacaklarını söylemek ve göstermek zorunda mısınız?

Yoksa şu anda kendiniz olarak Dünya’da olabilir misiniz – sadece çünkü? Keşfettim ki, bu yeterince iyi bir neden – sadece çünkü. Neden burada, Dünya’dasın? “Sadece çünkü, lanet olası, bu, zamanların en iyisi, zamanların en kötüsü. Bunu hiçbir şey uğruna kaçırmak istemezdim!” (kahkahalar) Neden buradasınız? “Sadece burada olabildiğim için, bir beden içinde olabildiğim için, ve bu ne zevkli, ne lezzetli bir şey. Sadece insan duygusunu hissedebildiğim için, insani yiyeceklerin lezzetini tadabildiğim için. Aslında insani acıyı ve insani mücadeleleri hissedebiliyorum – bu bile kendi başına yeterli bir sebep. Çünkü bir insandan diğerine duyulan ve sevgi denen şeyi hissedebiliyorum. Bir köpeği okşayabiliyorum. Yüksek sesle şarkı söyleyebiliyor ve kendimi duyabiliyorum.”

Sadece çünkü. Bir yaratıcı için bunu gerçekleştirmek ne büyük ve muhteşem bir şey, sadece çünkü – hiçbir şey olmasa bile, deneyim için (burada olmak).

Edindiğiniz deneyimlerin toplam sayısı ve deneyimlerin zorlukları için, öbür tarafta puan toplamıyorsunuz. Sadece kendinizle olan deneyiminlerin derinliği ve şefkati için size hayranlık duyuluyor. Önemli olan yalnızca budur. Öbür tarafta varlıklar var – sizin deyiminizle meleksel, daha önce hiç insan bedeninde bulunmamış varlıklar var – ve Dünya’da bulunmuş her melek onların kesinlikle ilgisini çekiyor. Bu, bizim renklerimizden belli oluyor. Sizin renklerinizden belli oluyor. Şimdi, renklere gelince – onların bir titreşim ya da ışık türü olduğu söylenebilir. (Tobias bir yudum içecek alır)

Böylece diğer alemlerde, insan biçimine hiç girmemiş bir melek, insan biçimini üstlenmiş sizlerden biriyle karşılaştığında, deneyim diyeceğiniz şeye büyük bir huşu içinde bakar. Onlar da birazını isterler. Ruhunuzun derinliğine ve o muhteşem renklere ve kalplerinizin şarkısına o kadar hayran olurlar. “Bunu nereden aldın?” derler. “Böylesine büyük ve görkemli bir varlık haline – kendi içinde bir kral ve bir firavun ve bir Tanrı haline – nerede geldin? Ben nasıl senin gibi olabilirim?”

Ve siz derin bir nefes alırsınız, “Bunun için Dünya’ya gitmen gerek.” (Tobias güler) “Ama gitmeden dikkatini çekeyim. Yolunu kaybedebilirsin” dersiniz.

Ve onlar der ki, “Ama kendine baksana, belli ki sen yolunu bulmuşsun.”

“Evet, ama yolunu kaybetmeye dair bir yanılsama var, ve bu o kadar gerçek ki, şimdiye kadar sahip olacağın en muhteşem deneyimi oluşturuyor. Kaybolmuş olmanın ve zayıf ve önemsiz olmanın ve daha birçoklarının yanısıra hiçbir şey olmanın yanılsaması – bu, inanılmaz bir deneyim!”

Ve onlar der ki, “Ama kendine bir bak, muhteşem varlık. Sen Dünya’ya gittin. Oynadın. Eğlendin. Sevdin. Cisimsel hale geldin! Bizim için mümkün olmayan biçimlerde birşeyler hissettin.”

Ve siz başınızı sallayıp – ya da ben başımı sallayıp – dediniz ki, “Ama nefret edeceksiniz.” (kahkahalar) “Ama bundan nefret edeceksiniz. Ama işte deneyim o nefrette, o tiksintide ve ondan çıkma umutsuzluğunda yatıyor. Aslında ona başka bir açıdan bakmak, herşeyden nefret edecek kadar kendini ezik, mağdur ve umutsuz hissetmek, ne muhteşem bir şey. Ne deneyim.

“Ve biliyor musunuz” diyeceksiniz bu yeni varlıklara. “Dünya’ya gittiğinizde, bana bir iyilik yapın. Herşeyden çok, Dünya’ya gittiğinizde ve oraya indiğinizde ve umutsuzluğa düştüğünüzde, zorluklarla karşılaştığınızda, ertesi gün yiyecek bir şey bile bulamayacağınızı düşündüğünüzde, ve eşiniz sizi boşadığında, ve çocuklar size tahammül edemediğinde, ve hastalandığınızda – sırtınız kötü, grip ve soğuk algınlığı, hepsi birden olduğunda – ve sövüp saydığınızda, ve “Ne sandım, bilmem ki” dediğinizde, sadece şunu hatırlayın. Farketmez!” (kahkahalar) “Farketmez, çünkü kaybolamazsınız. Kaybedemezsiniz. Bir sınav yok. Bu bir deney bile değil, bir deneyim. Farketmez.

“Şimdi, aşağıya gidecek ve bu sözleri hatırlayacak olursanız” – bakın, siz onlara bunu söylüyorsunuz; ben onlara bunları söylüyorum; ama dinlemiyorlar – “aşağıya gidebilir de bu ‘farketmez’ sözünü hatırlayacak olursanız, inanılmaz bir deneyim yaşayacaksınız. Fiziksel beden içindeki her âna kesinlikle değer vereceksiniz. Ve eğer, Kuantum Sıçraması denen, bilincin evrimi denen bu büyük değişim zamanında Dünya’ya inecek olursanız, ve farketmediğini hatırlarsanız, aslında çok da keyfini çıkartırsınız. Hangisini deneyimlemek isterdiniz – onun keyfine varmayı mı, yoksa ondan korkmayı mı? Bir yaratıcı olmak mı, yoksa bir oyuncu mu?

“Bu yeni zamanda Dünya’ya gittiğinizde hatırlarsanız” dersiniz bu ham, yeşil (deneyimsiz) meleklere, “Oraya, Dünya’ya giderseniz, geceleri uykuya dalmadan önce kendinize ‘farketmedi, farketmiyor’ derseniz, o zaman insanlarda ilginç ve garip bir şey olur. Onlar, farketmediğine inanmak istemezler, ve aslında farkettiğine dair beyinleri yıkanmış ya da bazen ipnotize edilmişlerdir. Onlara, eğer farketmiyorsa, birini incitecek bir şey yapabilecekleri söylenmiştir. Farketmiyorsa, birini soyabilir ya da dolandırabilir ya da hatta öldürebilirsiniz. Böylece onlara ‘Farketse iyi olur’ denmiştir, böyle eğitilmişlerdir.

“Ama biliyor musunuz, bir melek olduğunuzu, deneyim içinde, bir deneyim içinde olduğunuzu – ki siz o deneyimin yaratıcısısınız ve o deneyimin yaratmayanısınız –  hep hatırlarsanız, bunu hatırlarsanız, ‘kötü’ diyeceğiniz bir şey yapacağınızdan asla kaygı duymanız gerekmez. İyiyi ve kötüyü aşarsınız. Başka kimseden enerji çalmaya bile ihtiyacınız kalmaz. Bu nedenle, insanların oynadığı bazı oyunlara karışmazsınız. Karmaya yakalanmazsınız. Farketmediğini anımsayacak olursanız, o tuzağa düşmeyeceksiniz. ‘Ben O Ben’im, ben yaratanım ve yaratmayanım. Farketmez.'”

Tobias

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir