Üçgenden dörtgene nasıl geçilir?

Başlangıçta tanımlanamayan, ikiye bölündü, 0 ve 1 şeklinde oldu. Bilgisayar programlama dili ya da tez antitez, olmayana ergi yöntemi, hepsi aynı şekilde iş görüyor.
1=eril ilke ve 0=dişil ilke.
Bildiğiniz gibi tüm rakamlar bire bölünürler ve değerleri değişmez, hepsi onun(BİRin) bir yandan zenginleşmesi diğer yandan sadelikten uzaklaşmasıdır. Sıfır ise rakamların önüne ve sonuna gelmeleriyle fark yaratır! Bir sayının sıfırla çarpımı sıfıra varır, yani dişil ilkeyle çarpışmak zarar getirir. Bir sayının sıfıra bölünmesi sonsuzluğa varır (ki bu tanımlanamayandır ve bu haliyle öze dönüştür). Sıfırın sıfıra bölünmesi-çarpılması ya da sıfırın bir sayıya bölünmesi yine sıfırdır; demek ki işlevsizdir.

Matematiksel ilkelerden yola çıkacak olursak, dişil ilkenin azalmadığını, çoğalmadığını, değişmediğini açıkça görebiliyoruz. O sadece eril ilkeyi dönüştürebilme yetisine sahip. “Bir erkeği rezil eden de vezir de eden kadındır” demiş atasözü. Şüphesiz, eril ve dişi ilkeyi bizatihi erkek ve kadınla özdeşleştirmiyoruz; çünkü artık hepimiz biliyoruz ki, her iki ilke de her insanda mevcut. Ancak insan doğduğu andan itibaren onun aslında neredeyse tanımsız varlığı, isim koymakla başlayan ve iç-dış ayrılığı yaratmak ve ego-ben oluşturmak üzere verilen ciddi bir eğitimden geçer. Aslında bedenle belirlenen cinsiyetin gerçekten belirlenmesi bu sayede pekişir. Böylece cinsiyetler pekiştirildiğinde(0-6 yaş arasında tamamlanır) o insan artık kendinde var olan iki temel ilkenin bedensel cinsiyetine eş olan yönünü ağırlıklı olarak kullanmaya başlar.

Gerek animistik devirde gerekse tek tanrılı dinlerin yalnızca erkeği hedef alışları ve onu geliştirmeye çalışmaları apaçık matematiksel gerçekliğe dayanıyor. Çok açıktır ki, Yaratanın talimatları ancak eril ve dişil ilkelerini dengede kullanabilen bir elçi kanalıyla iletilebilir. Fakat erkeği hedef alan bu bilgiler henüz dişi yönünü aktif hale getirmemiş erkekler üzerinde beklenenin tam tersi bir reaksiyona sebep oluyor. Zaten bilmeyen(kendini görmekten aciz), hem kendine hem oğluna ve hem kadınlarına nasıl öğretebilir? Kendilerini bir aynada göremedikçe aslında ne olduklarını ve nereye gitmekte olduklarını asla göremeyecekler. Sadece birbirleriyle savaşıyor, galip gelerek birilerinin azalması karşılığında çoğalıyorlar. Sonsuzca çoğalsalar ne olacak? Onlara anlam veren ya da olgunlaştıklarında onları bölen sıfır olmadıkça faydasız. Oyun Kuramında söylediğim gibi, oyunlar sonsuzca sürebilir. Zaman gerçekte olmadığı için bunun kimseye bir zararı yok, ehemmiyeti de yok.
Peki erkekler yerine kadınları mı eğitmek gerekirdi?
Hiç sanmam; çünkü kadınlar da kendi eril yönlerine fakirler, sıfır her zaman sıfır olacaktır. O sadece eril ilkenin değerini biçen olarak kalır! Aynaya bakarsın ve sana kim olduğunu söyler. Demek ki değişebilen yalnızca eril ilkedir. Ayna kendisine bakan oldukça değişmiş gibi olur ama özünden değişmediği gibi değişime ihtiyacı da yoktur.

Gerek anaerkil dönemde gerekse ataerkil dönemde hedef (çok ama çok zahmetli olsa da), ikiden üçü çıkarabilmek içindi. Baba-oğul-kutsal ruh, ya da tez antitez sentez diyebileceğimiz üçgen, bilinçlenme yolunda aşılması gereken zaruri bir eşik. Bu işlem basitçe; bilincin, eril ilkeden dişil ilkeye(ayna) bakarak gördüğünü hazmetmesidir. Bir an için aileden yola çıkalım, erkek kadına b-akar ve oğlunu görür!
İşte son dört bin yıldır, babanın oğlunu, oğlun babasını hazmetmesini bekliyoruz.
Bu aslında BEN’in BİZleşme sürecidir. Eril ve dişil ilke birbirlerine doğru eğilir ve üçüncü bir noktadan varlıklarını sürdürmeye mecbur olurlar.
Bu eşik geçildikten sonradır ki, aslında bizi özgürlüğe taşıyacak yola girebiliriz ve yol bir dörtgendir.
Peki bir üçgenden dörtgene nasıl geçilir?
İki yol geliyor aklıma:
Birincisi, 3+1=4 formülü ile. Yani elde edilen sentez (3), eril ilkeyle(1) güçlendirilir.
Bu yol muhtemelen, bazı öğretilerde negatif ya da “kendine hizmet” diye nitelendirilen yolu açar.

İkincisi, hafif geri dönüşlü bir ataktır: 2+2=4
Bunun ne demek olduğunu biraz anla(t)maya çalışayım izninizle.

1.       Eril, dişiye doğru yöneldiğinde karşıdakini görebilecek durumda değil henüz. Bu sebeple ancak kendinden bakışlı bir karşısı var, bu da doğrusal bir çizgiyle değil bir açıyla birleşirler anlamına geliyor. Bu nokta sentez(oğul) yani üçgenin tepe noktası olur. Eril ilke henüz gelişkin değilse açısı düşük olacaktır (diyelim ki 30 derece), bu durumda dişil ilkeyle tepe noktasının açıları toplamı 150 derece olacak demektir. Çünkü dişil ilke sadece karşılama şartıdır. Demek ki oğul mecburen anacıl olmuştur (tersi de aynen böyle dengesiz, bu kez babacıl bir sentez olacaktır). Dengeli bir üçgen oluşturabilmek için eril ilkenin eşini 60 derecelik bir açıyla görebilmesi gerekir.

2.       Öyle ya da böyle sentez oluştuktan sonra, tepe noktası kendini oluşturanları görüp tanır ve onların varlığını kabul eder, onları onurlandırır ve ana ile babadan hangi açılarla var olduğunu hazmedebilirse yerini pekiştirir. Böylece eril(baba) ve dişil(ana) noktaları doğrudan birbirine bağlayabilir. Ancak birinci maddede söylediğim gibi üçgen eşkenar ya da ikizkenar olmayabilir, bu sebeple oğul anacıl ya da babacıl bir konumda bulunabilir.

3.       Sentez(tepe noktası), kendini var eden noktaları yerli yerince oturtamaz ise, oyunu sürdürebilmek için bir başka aynaya ihtiyaç duyacaktır. Tıpkı Deli Dumrul’un yaptığı gibi bir “el kızı”na yani bir aynaya varır, halini(oğul) sorar! Bu oyun süresizce devam edip gidebilir.

4.       Sentez, kendi öğelerini tanıyıp, onurlandırır ve kendi içindeki aynasını bulur ise, işte bu noktada CC’nin söylediği gibi bilinen dünya çöker. Sentez artık anima ve animusunu bilmiştir. Dayanağa ihtiyacı kalmaz, ölümünü dert etmez, kimseye yalvarıp yakarmaz. Kendini var edenler artık onun dışındaki ana baba değil içindeki eril ve dişil ilke halini almıştır. Böylece o artık kendini kendinde seyredebilir ve sentezleri için kendini dölleyebilir.

5.       Bundan sonra kuracağı ilişkiler ihtiyaçtan değil doğallıktan kaynaklanır. Zayıflıktan ve yetersizlikten özgürleştiği için ilişki kuracağı bireyleri ve nesneleri doğrudan(aracısız) müşahede eder. Bu demektir ki artık açılı değil doğrudan bağlanabilmektedir!

6.       Eril ve dişil ikiliği(tamlığı) hem içte hem de dışta dengelenmiştir, içte olan dıştadır: 2+2= dört eder.

7.       Şüphesiz yol burada tamamlanmıyor, ancak başlıyor.

Sa

Not: Böylesi hayati bir konuda her ne kadar kesin ifadeler kullandıysam da eksik olacağının bilincindeyim. Görmek kolay, anlatabilmek zor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir