UÇAK KAZALARININ ETNİK TEORİSİ

Kore Hava Yolları 20. Yy’ın ortalarından sonuna kadar geçen sürede çok ciddi kazalar yaptı.
Öyle ki, uçak düşme oranı iyi havayollarının 17 katına çıktı. Fakat 2000’den bu yana Korean
Air’in güvenlik kaydı lekesizdir. Bugün herhangi bir hava yolu kadar güvenlidir. Şirket bu
başarıyı ancak kültürel mirasın önemini kabul ettikten ve ona göre önlem aldıktan sonra elde
edebildi.
Uçak kazaları gerçek hayatta filmlerdeki gibi pek ani olmaz. Motorun bir parçası bir arızadan
dolayı patlayıp alev almaz. Tipik bir ticari uçak evinizdeki ekmek ısıtıcı kadar güvenlidir. Uçak
kazaları daha ziyade küçük zorlukların ve görünüşte önemsiz arızaların birikimi sonucudur;
tıpkı bütün sanayi kazaları gibi.
Tipik bir kazada hava pek fazla değil ama pilotu strese sokacak kadar kötüdür. Genellikle
tarifenin gerisinde olduğundan pilotlar acele etmektedir. Uykusuz ve yorgundur, berrak
düşünemez. Pilotlar birlikte hiç uçmamış olduklarından aralarında anlaşma sıkıntısı vardır.
Derken hatalar başlar. Bir de değil; tipik bir kaza birbirini izleyen 7 insan hatası sonucudur.
Her biri tek başına olsa kaynayıp gidecek hatalar. Üstelik bu 7 hata bilgi ve uçuş becerisi
yetersizliğinden de kaynaklanmaz. Pilotun kritik bir teknik manevra yapmak zorunda kalıp
başaramaması da değildir olay. Uçak kazalarına yol açan hatalar zinciri takım çalışması ve
iletişim eksikliğinden kaynaklanır hep. Bir pilot önemli bir şey fark eder fakat nasılsa diğerine
söylemez. Bir pilot bir hata yapar diğeri fark etmez. Kritik bir durumun bir dizi işlemle
düzeltilmesi gerekir ve her nasılsa pilotlar koordinasyonsuzluktan bir işlemi atlar.
Tüm kokpit iki kişi tarafından idare edilecek şekilde tasarımlanmıştır. Birbirlerini sürekli
olarak hem kontrol etmeleri, hem de işbirliği gerekir.
Ancak genelde kazalarda olan şudur: Kaptan uçuş koltuğunda oturur. Yardımcı pilot bir hata
görünce ikazını hiç vurgulamadan, yumuşak, ima şeklinde yapar. Kaptan duymasa veya
durumu düzeltecek hareketi yapmasa bile sesini yükseltmeye çekinir. Hata düzeltme
işlemleri yapılmadığından sonunda kaza gerçekleşir.
Hollandalı Profesör Hofstede’nin uzun araştırmalar sonucu oluşturduğu Güce Uzaklık indeksi
(Power Distance Index- PDI), hiyerarşi karşısındaki tutumu, yani bir kültürün otoriteye verdiği
değeri ve gösterdiği saygıyı ölçümler. Hofstede ‘Kültürün Sonuçları’ adını verdiği eserinde
şunları yazar:
“Düşük indeksli ülkelerde güç sahipleri güç sahibi olmaktan adeta utanırlar ve güçlerini
saklamaya çalışırlar. Liderler resmi sembollerini bırakıp gayri resmi statülerini vurgular.
Düşük indeksli Avusturya Başkanı bazen işine tramvayla gider. Hollanda Başbakanını
Portekiz’de bir kampta karavanıyla tatil yaparken gördüm. Böyle şeylere rastlamak, yüksek
indeksli Fransa ve Belçika gibi ülkelerde neredeyse imkansızdır.”

Bu fark Almanya ile Fransa arasında da çok belirgindir. İki ülkenin aynı sektörde, aynı
büyüklükteki imalat fabrikalarını karşılaştıran bir araştırmada Fransız fabrikalarında
çalışanların ortalama %26 sının, Alman fabrikalarında ise %16 sının yönetim kadrosunda
olduğu görülmüştür. Ayrıca Fransızlar tepe yöneticilerine Almanlardan çok daha fazla ücret
öderler. Bu da iki ülkenin hiyerarşiye yönelik tutum farkından kaynaklanır. Fransızların güç
mesafe indeksi Almanların iki katı olduğundan, hiyerarşiye Almanların hiç duymadığı şekilde
ihtiyaç duyar ve destekler.
Yüksek indeksli kültürlerde astlar üstlerine itiraz edemezler, kolay kolay fikirlerini beyan
edemezler. Havacılık sektöründe bu durum vahim sonuçlara yol açar. Bu kültürden gelen
yardımcı pilotlar, kaptanı ve kule görevlisini kendinden yukarda gördüğü için olumsuzluk veya
hata durumunda ikazları yetersiz, itirazları ise hiç yoktur. O yüzden gerekli tedbirler
zamanında alınamaz ve kaza kaçınılmaz olur.
En yüksek PDI’lı 5 ülke:
1. Brezilya 2. Kore 3. Fas 4. Meksika 5. Filipinler
En düşük PDI’lı 5 ülke:
1. ABD 2. İrlanda 3. Güney Afrika 4. Avustralya 5. Yeni Zelanda
Korean Air’da ast – üst ilişkisi o kadar katıydı ki yatılı uçuş aralarında genç pilotlar kaptana
yemek yapmaktan tutun da hediyelerini satın almaya kadar pek çok şeyden sorumluydular.
“Amir kaptandır; o neyi; ne zaman, nasıl canı isterse öyle yapar. Karşısında herkes sessizce
oturup hiçbir şey yapmaz “ geleneği ve anlayışı hakimdi. Yüksek güç uzaklık indeksli
kültürlerde iletişim yalnızca dinleyicinin bütün dikkatini verebildiği ve imalar, üstü örtülü
ifadelerin gerçekte ne anlama geldiğini çözmeye vakit olan durumlarda işe yarar. Fırtınalı bir
gecede kokpitin içinde bitkin bir pilotun aletsiz iniş gerçekleştirmeye çalıştığı durumlarda
değil.
Nihayet 2000 yılında Korean Air harekete geçerek dışarıdan bir uzmanla anlaştı. Uzman önce
pilotların İngilizcesini sınadı zira havacılık dünyasının dili İngilizceydi. Pilotlar dünyanın
herhangi bir yerindeki hava kontrol kulesiyle konuşurken bu dili kullanırlar. O yüzden pilotlar
yoğun dil eğitimine tabi tutuldular. Uçuşa başlamadan önce başvurulan checklist İngilizce
düzenlendi. Pilotların kokpitte kendi aralarında İngilizce konuşması istendi. Bunun ayrıca şu
faydaları oldu: Pilotların esas sorunu, ülkelerinin kültürel mirasının ağırlığının altında eziliyor
olmalarıydı. Kore dilinin iki kişi arasındaki yakınlığa ve saygıya göre değişen altı çeşit hitap
şekli vardır. Bu da kaptanla yardımcısı arasında katı hiyerarşiye yol açıyordu. İngilizce de sen
– siz farkı dahil böyle farklı hitap şekli olmadığından İngilizce sayesinde aralarındaki ilişki de
yumuşuyor ve eşitleniyordu. Söz konusu uzman, kültürel mirasların önemli, güçlü, yaygın ve
kalıcı olduğunu biliyordu fakat kimliğimizin ayrılmaz bir parçası olmadığına inanıyordu.
Koreliler kültürlerinin bu özelliklerini dürüstçe kabul ederse, havacılık dünyasına uygun
olmayanları değiştireceklerinden emindi. Nitekim bu teşhis doğru çıktı.

Korean Air’ın hiyerarşisinde, kaptandan ve yardımcı pilottan sonra yer alan uçuş
mühendisleri yeniden eğitilip Batı havayollarına transfer edildiler. Tecrübeli fakat en alt
basamaktaki bu kişiler kültürlerinin kısıtlayıcı bağlarından kurtulunca yeni pozisyonlarında
son derece başarılı oldular.
Bu örnek de göstermektedir ki , kültürün, tarihin ve birey çevresindeki dünyanın mesleki
başarı üzerinde ne kadar etkili olduğunu anladığımız zaman çaresiz olmadığınızı da anlar ve
başarısızlıktan başarı öyküsü yazabiliriz. Her birimizin zaaflarıyla-güçleriyle, eğilimleriyledirençleriyle
farklı kültürlerden geldiğini kabul etmek neden bu kadar zor?
Kim olduğumuz, nereli olduğumuzdan ayrılamaz. Bu gerçeği dikkate almadığımız zaman
düzeltme olasılığını da kaybederiz.

Sıradışı insanlar-Outliers -kitap özetinden ilginç bir bölüm-

http://www.ozetkitap.com./images2/Siradisi_insanlar_Outliers.pdf

Kitaptan SON SÖZ
Bir Jamaica Hikayesi
1784 te William Ford adlı bir Irlandalı Jamaica’ya ayakbastı. Bir kahve plantasyonu satın alan
Ford, köle pazarında görüp beğendiği bir köleyi kendine cariye yaptı. Çiftin John adını
verdikleri bir oğulları oldu.
O tarihte bir köle kolonisi olan Jamaica’da on siyaha karşı bir beyaz yaşadığından, beyaz-siyah
birlikteliği çok yaygındı. Doğan melez çocukların kuşaklar ilerleyip renkleri açıldıkça toplum
içindeki statüleri de o oranda artıyordu. İlk kuşakta kölelikten azad edilen melez, renk açıklık
sıkalasında ilerledikçe doktor, avukat, vali veya meclis üyesi olabiliyordu. Ford soyunun ilk
melezi John papaz, oğlu Charles gıda toptancısı oldu. Charles’ın iki oğlundan biri öğretmen
biri fabrikatör oldu. Kızı Daisy de öğretmen oldu. Kendisi gibi bir öğretmenle evlenip Faith
ve Joyce adında ikiz kız doğurdu.
Daisy olağanüstü bir kadındı. Açık teninden gurur duyuyor, kızlarının da mutlaka okuyup
daha iyi birer konuma gelmelerini istiyordu.
O tarihlerde Jamaica’da eğitim sistemi berbattı. Çocuklar, eğer varsa, tek odalı ahırlarda 14
yaşına kadar okuyabiliyorlardı. Devlet lisesi veya üniversitesi yoktu. Becerebilenler öğretmen
okuluna, olağanüstü başarılıları da çok az sayıdaki bursu kazanıp özel okullara gidiyorlardı.
Özel okullar korkunç pahalıydı.
Joyce ve Faith 1935 te 4 yaşındayken adayı ziyaret eden Profesör William Macmillan
döndükten sonra İngiltere’nin kolonilerdeki tutumunu sert bir şekilde eleştiren “ Batı Hint
adalarından uyarı” adlı bir kitap yazdı. Okulların alt seviyedekiler için anlamı olmadığını,
sosyal farklılıkları derinleştirmekten başka bir işe yaramadığını anlattı.
Kitabın yayınlanmasından bir yıl sonra Karaiblerde büyük isyanlar çıktı. Paniğe kapılan
İngiltere Mac Millan’ın önerisini ciddiye alıp, diğer reformlar yanında, 1941 de başarılı
öğrencilerin özel okullara gidebilmesini sağlayan çok sayıda burs tahsis etti. Ertesi yıl Joyce ve
Faith burs sınavına girip adanın en iyi özel okullarından birini kazandılar. Böylelikle lise
eğitimine kavuşmuş oldular. 3-4 yıl önce doğmuş olsalardı asla eğitimlerini
20
www.ozetkitap.com
tamamlayamayacaklardı. Joyce hayatının akışını doğduğu tarihe, Mc Millan’ın ziyaretine,
isyancılara ve burs kazanması için ders aldıran annesine borçluydu.
Üniversite çağı geldiğinde, Daisy Joice’u İngiltere’ye gönderebilmek için gerekli büyük
meblağı Çinli komşusundan aldı. Böylece Joyce’un hayatını etkileyecek biri daha oldu.
Londra’da üniversiteye giden Joyce bir partide Graham adlı bir İngiliz Matematikçi ile tanıştı.
Joyce ve Graham evlenip Kanada’ya yerleştiler. Graham matematik profesörü, Joyce da
başarılı bir yazar ve aile terapisti oldu. Tepede güzel bir ev yaptılar. Üç oğulları oldu.
Graham’ın soyadı Gladwell. Onlar benim anne ve babam.
İşte annemin başarı yolundaki hikayesinde gördüğünüz gibi, onu doğuran annesinin
azminden tutun da karşısına çıkan insanlar, fırsatlar ve hatta şans olmasaydı muhtemelen
bugün hala Jamaica’nın bir köyünde eğitimsiz yaşıyor olacaktı. Bütün bu imkanlar diğerlerine
de tanınsaydı düşünün kim bilir kaç kişi daha bugün güzel bir evde dolu dolu bir hayat
yaşayacaktı.
Süper star avukatların, matematik dahilerinin, bilgisayar girişimcilerinin olağanüstü kişiler
olduğunu düşünürüz hep. Fakat değiller. Onlar tarihin ve yaşadıkları toplumun, fırsatların ve
kültürel mirasın ürünüdürler. Başarıları gizemli veya istisnai değil, bazılarını hak ettikleri,
bazılarını hak etmedikleri, bazılarını kazandıkları, bazılarının şans eseri karşılarına çıktığı bir
dizi avantaj ve durumların sonucudur. Ve hepsi de kim olduklarının üzerinde kritik etkiye
sahip sıra dışı insanlar aslında hiç de sıra dışı değillerdir. Bu fırsat ve avantajlar daha ne kadar
çok kişinin yoluna çıkar ve onlar da bunu değerlendirirse, sıra dışı başarılıların sayısı da o
kadar artacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir