Tanrının Kapısını çalan Bilim

Carl SAGAN’ın “Tanrı’nın Kapısını Çalan Bilim- The Varieties Of Scientific Experience“ adlı, ülkemizde 1. Basımı Kasım 2007′de yapılan 288 sayfalık eseri, Carl Sagan’ın 1985 yılında ünlü Gifford Konferansları’nın yüzüncü yıldönümü nedeniyle aldığı davet üzerine İskoçya’da verdiği konferansın metinlerinden oluşmaktadır. Sagan’ın ölümünün onuncu yıldönümü vesilesiyle ilk kez yayınlanan kitabı eşi ve uzun süre onunla birlikte çalışmış olan Ann Druyan tarafından hazırlanarak günümüzün bilgileriyle tazelenmiştir.

Sagan bu kitapta din ve bilim arasındaki ilişki konusundaki fikirlerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koyarken evrenin enginliğinde kutsalın ne demek olduğunu anlamak için sürdürdüğü kişisel arayışını ve yolculuğunu oldukça anlaşılır, mizahi, akılcı ve tamamen gözleme dayalı bir ifadeyle bizlere aktarmaktadır. Aşağıda, kitaptan çok kısa alıntıları paylaşmak istedim.

Sağlık ve esenlik dileklerimle. Halit YILDIRIM

Ve birçok efsanelerde tanrıların en çok heyecan duydukları şey insanların, ölümsüzlüğün bazı sırlarını keşfedecekleri ya da hatta Babil Kulesi efsanesinde olduğu gibi, örneğin, gökyüzüne tırmanış teşebbüsünde bulunacakların bile olacağı.

Batı dininde açık-seçik olarak emredilen, insanların küçük ve ölümlü yaratıklar olarak kalacaklardır. Neden? Bu birazcık şuna benziyor: zenginin fakir kişiye fakirliği kabul ettirip sonra da bundan ötürü sevilmeyi beklemesi gibi. Sizlere sunduğum türdeki evrene rasgele bir bakış bile, bildiğimiz dinlere tehditler oluşturur.

Batı’nın tanrıbilimi bana göre şöyle bir genel sorunla karşı karşıyadır: Batı ilahiyatının sunduğu Tanrı portresi çok küçüktür: minicik bir dünyanın tanrısıdır, bir galaksi tanrısı değildir, hele evrenin tanrısı hiç değil. Şimdi denebilir ki, “İyi ama ilk kutsal kitaplar, Musevi, Hıristiyan ya da İslam kutsal kitapları yazılırken o tarihlerde uygun sözcükler henüz sözlükte yoktu.” Açıkça söylemek gerekirse sorun bundan doğmuyor; bu kitaplardaki güzel mecazlarla galaksi gibi bir şeyi ya da evreni tasvir etmek muhakkak mümkündür. Ama söz konusu olan küçücük bir dünyanın tanrısıdır: bu sorunu ilahiyatçılar, sanırım, yeterince dile getirmemişlerdir.

Yerküre’ye uzaydan baktığınızda hayret uyandırıyor. Ulusal sınırlar yok. Bunlar insanlar tarafından çizilmiş tıpkı Ekvator çizgisi, yengeç dönencesi, oğlak dönencesi gibi. Bu küçük dünyadaki tüm varlıklar, birbirlerine, karşılıklı olarak bağımlıdırlar. Cankurtaran teknesinde olmak gibi. Soluduğumuz hava Rusların, Zambiyalıların, Tasmanialıların ve gezegenin tümündeki insanların soluduğu aynı hava. Bizi ayıran nedenler ne olursa olsun, Yerküre’nin kendisine hiçbir şey olmayacağı muhakkak ve bin yıl, bir milyon yıl sonra da aynen kalacak. Sorun, ana sorun, başlıca sorun-bir bakıma tek sorun-biz burada olacak mıyız?

Polis kuvveti olmasa insanların ne derece ahlâkî varlıklar oldukları en azından tartışmaya açık bir görüştür. Hadi, bunu bir kenara bırakalım bir an için. Birçok hayvan türü, davranış kurallarına sahiptir. Bencil olmayan, akrabasıyla cinsel ilişki kurmayan, yavrularına şefkat gösteren bir sürü hayvan bulabiliriz. Nil Nehri timsahları, doğacak yavruları korumak için yumurtaları ağızlarında taşıyorlar uzun mesafeler boyunca. Bu yumurtaları kırıp omlet yapabilirler ama yapmıyorlar, yapmamayı tercih ediyorlar. Neden?

Çünkü yavrularının yumurtalarını yemekten zevk alan timsahlar yavru sahibi olamazlar. Ve bir süre sonra da karşınızda yavruların bakımıyla meşgul timsahlar görüyorsunuz. Böyle bir durumla sık sık karşılaşabilirsiniz. Ama yine de bunun her nasılsa etik bir davranış olduğu düşüncesine kapılmıyoruz.

Not: Okunması ilginç olabilecek bir kitap gibi göründü gözüme, umarım kitapçıya gittiğimde unutmamış olurum.

2 Yorumlar

  1. Ismail says:

    Yavrularını yemeden ağzında taşıyan timsahları bende belgeselde seyretmiştim. Bu bir örnek, bir çoğu daha var. Hayvanalrın yavrularına bakmaları onlar için bir takım fedakarlıklara katlanmaları ve akrabaları ile cinsel ilşkiye girmemeleri falan çünki efendim bunlar genetik açıdan sağlıklı offspring (jenerasyon) bırakmak istiyorlar, DNA larını yeryüzünde devamını istiyorlar şeklinde açıklanamaz. Neden, niçin sorularına cevap olamaz bu. Neden timsah yavruluyor ve yavrularının yaşamasını ve böylece soyunun devamını arzuluyor. Yada böyle bir bilinci var mı? Haydi onun var Avakado (yada şeftali diyelim) ağacınında mı böyle bir bilinci var arı gelsin polenlerini toplarken spermlerini alıp diğer agaçlardaki çicekleri döllesin diye mi düşünüyor elma ağacı (bak elma oldu şimdi). Bilinçli karar verme yoksa ne var. Bunlar hep tesadüf sonucu oluşmuş mekanizmalar mı? Öyleyse ben bu tesadüf mekanizmasına hayranım. Gidip bu mekanizmaya teşekür edeceğim dualarımla. Kutsal tesadüf çok şükür sana diyeceğim. Bu arada etik değerlerle biyolojik değerler arasındaki çizgi zaten çok incedir (Hatta çoğu zaman yoktur). Sağolasın kutsal evrim, çok müteşekirim içimdeki evrenin evrimi için (dışındaki batinin bir yansıması zaten).

    1. says:

      “Kutsal tesadüf!” buna bayıldım 🙂 Ben bu şaşkınlık ve hayranlığı nerdeyse günde beş öğün yaşamaktayım 🙂

Sibel için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir