Soru yöntemiyle duvarı aşmak!

Yeni bir bilgi kişiye açıktan “bu böyledir” şeklinde söylendiğinde, kişinin mantık süzgeci onu yabancı madde şeklinde algılayıp ya siliyor ya da daha sık rastlananı; onu alıp zihin içinde bi yere hapsediyor. Çünkü bünyemiz bağışıklık sistemimiz yoluyla kendini dış varsaydığı her  yeni şeye karşı korumaya almış.

O sebeple doğrudan bilgi yayının pek işe yaramadığını uzun senelerdir bilmekteyiz. Sızıntı, sızdırma ve  Plasebo tekniklerininin doğrudan iyileşme ya da yeni şeyi bünyeye alma konusunda çok etkili olduğunu defaten ele almıştık tekrarı gereksiz olacak.

Bilinen bir öykünün sonunu kendi iradesiyle değiştirebilme yetisine sahip brujolardan bahseder Don Juan. Bu teknik de yabana atılacak gibi değil. Gerçekliğin bilerek ve isteyerek eğilip bükülmesi artık zamanımızda hele çocuklarımızın zamanında sanırım sıkça kullanılacak.

Fakat aslında soru sorma tekniği galiba en kolay yöntem! Kişiye cevabı siz buldurursanız bağışıklık sistemi için hiç sorun olmuyor :)))

8 Yorumlar

  1. says:

    Akın Yılmaz yazdı:
    “…. Fakat aslında soru sorma tekniği galiba en kolay yöntem! Kişiye cevabı siz buldurursanız bağışıklık sistemi için hiç sorun olmuyor :))) ”

    Kesinlikle doğru…

    Nitekim kadim Zen öykülerinde de, çömez’in sorduğu soruya, bilge “beklenen cevabı” vermek yerine, “basit bir laf” söyler ve bununla, çömez’i kendi cevabını bulmaya yönlendirir…

    Cevapların hazır verildiği (ve ezberletildiği) yöntem, özellikle, “sanayi toplumu” denilen aşamada yayıldı. “Egemen’in seçtiği sorular + egemen’in işine yarayan cevaplar”ın ezberletilmesi = sistemi sürdürecek kadar bilgilenmiş işçiler, reklamları anlayıp gereğini yapacak kadar okuryazar olmuş tüketiciler, vs…

    Bu “hazırlanmış cevapları ezberletme” yöntemi, “sıradan-eleman + uysal tüketici” yetiştiren niteliksiz okullarda hâlen sürdürülüyor…

    “Soruyu sor, cevabını öğrenci bulsun” yöntemi ise, ‘bilgi toplumu’ dedikleri aşamayla birlikte uygulanmaya başladı. “Yönetici + bilgi-üretici” yetiştiren seçkin(!) okullarda, öğretmen, “cevabını önceden anlattığı” bir konuda soru sormak yerine, sadece soru sorar ve öğrencinin kendi başına araştırıp cevaplamasını ister. Bu yeni ‘trend’, öğrencileri araştırmacılığa heveslendirmekle birlikte, internet sitelerinden kes-yapıştır ile ev ödevi yapan çocuklar da üretti. Hatta “hazır ev-ödevi.com”lar bu işten para bile kazanıyor…

    “Soruyu sor, cevabını öğrenci bulsun” yönteminden bir sonraki üst-yöntem ise, “soruyu öğrenci sorsun, cevabı (veya ipuçlarını) öğretmen versin” olacak… Bu yöntem, ‘yeni dünya’da yaygın olarak kullanılacak.

    Soruyu öğrencinin sorduğu bu yöntemin özellikleri:

    –Soru sorabilmek için o konuda bir “merak (ihtiyaç) + sorunun filizlendiği bir bilişsel altyapı” gerektiğinden, çocuğun bilgi düzeyi (şimdiki gibi, “verdiği cevap” ile değil,) “sorduğu soru” ile ölçülür.

    –Öğretmen, sorulan soruya bakarak analizler yapar (çocuğun, o konu ile hangi yönden ilgilendiği; hangi merak veya ihtiyaçtan yola çıktığı; o soru sayesinde henüz bilmediği fakat bilmesinden yarar olan hangi yeni sorulara ulaşabileceği, vs.) ve çocuğa ya cevabın tamamını, veya cevabı araştıracağı ipuçlarını verir. (Görüldüğü gibi, bu yöntem, “yaratıcı-düşünebilen, bilgelik yolunda yürüyen öğretmenler gerektirir; soru/cevapları ezberlemiş robo-öğretmenler değil.)

    –Öğretmen, öğrencinin sorduğu sorunun cevabını bilmiyorsa, “Aferin evlat, fakat benden bu kadar; sen artık Filanca öğretmenin sınıfına girmelisin” diyerek öğrencisini ödüllendirir. Buna “sınıf geçmek” denir.

    –Bu yöntemin sınav sisteminde “kopya” sorunu yoktur. Öğrenci, (sınavı yapan öğretmen-ler-e) soru sorarken, yanında kitap/makale vb. kaynaklar bulundurabilir ve sorusunu onlara dayandırabilir. (Bakınız, filanca kişi böyle diyor, falanca kişi şöyle diyor; o halde, şunun yerine bunu koysak sonuç şöyle olmaz mı?..)

    ——- Kopya, sadece “belirli cevaplar istenen” bir sistemde mümkündür. Sorular kopya edilemez, çünkü “soru, sorana mahsustur”.

    –Görüldüğü gibi, bu sistem, “sadece öğrencilerin değil -aynı zamanda- öğretmenlerin de” performanslarını değerlendirmektedir… Hiçbir öğretmen, her sorunun cevabını bilmek zorunda değildir. Bildiği sorulara göre, 1. veya 2., 3., 8., 18. sınıfta öğretmenlik yapar. -Yozlaştırılmadan önce, eski “mektep” veya “medrese” sistemleri böyle imiş. Şimdi de aynı sistem, ‘nitelikli üniversitelerde’ uygulanmakta; çırak ustasını geçtiği zaman, daha yüksek bir ustaya gönderilmekte…)

    Vs. vs. bu konuda daha çoook fikir üretilebilir.

    Özet: Aslolan, cevaplar değil, sorular… İnsanı ileriye taşıyan, verdiği cevaplar değil, sorduğu sorular…

    –aynı bağlamda, bir başka argüman da şöyle: “Soru yanlış ise, cevapların herhangi biri doğru olabilir.” Demek ki, “soru sorma”nın bir sonrasında, “doğru soruyu sorma” geliyor… Buradaki “doğru / yanlış” tabii ki görece… Sadece ‘zaman ve enerji tasarrufu” anlamında önemli… ve tabii bazen yararsız cevaplar üretme olasılığı da var… Örnek: soru “ÖSS’lerde kopyayı nasıl önleriz?” cevap “YÖK ve MİT işbirliği yapsın… sınavlara cep telefonuyla girilmesin…” vs…

    ugh… 🙂

  2. says:

    Harika söylemişsin dostum. Çocuklar açısından bakıldığında tamamiyle
    katılıyorum. Fakat bu yazımda ben daha ziyade, bıngıldakları (duvar da desek mi buna)kapandığı için
    içeri fazla bişey giremeyen biz erişkinleri kastetmiştim.:)

  3. says:

    Akın Yılmaz yazdı:
    Biliyorum… Zaten ben de, senin fikrinden yola çıkarak, “bıngıldağı kapatılmaya çalışılan erişkin-adayları”na değinmek istedim… 🙂

  4. says:

    Elvan Emekli: Günaydın Sibel Hanım; evet soruları önemsiyorum.Doğru soruyu sorabildiğimizde öğrenilemeyecek şey yok diye düşünüyorum.Dün akşam bu konuyu düşünürken önce sitenize baktım.Kavramları o kadar güzel ifade ediyorsunuz ki sitenize uğramadan edemiyorum.:))

    Sibel Atasoy: Çok incesiniz. Aynı fikirde olduğumuz ya da beni beğendiniz diye değil, beğendiğiiniz herhangi bi şeyi onurlandırma yetinizden ötürü.
    Soru konusunu öylesine önemsiyorum ki, on yıldan fazla bu teknikle rüya görüşmecisi yetiştirmeye çalıştım, daha sonra bir yılı aşkın zamandır da Birleşik alan kullanımı (BAK)ile yine soru yöntemini daha da geniş bi alana taşıdık, tabi bu yöntemlere ve belki biraz da bana güvenen takım arkadaşlarım sayesinde oldu

  5. Turan says:

    Yazilan önerilerin ikisi de hakli. Sorun gercekten dogrudan dogruya karsi tarafa ulasamamak. Nedeni ise cok basit: iki kisinin ayri deneyim yapmis olmalari. Bazi konumlarda cikmaza giren sonrunlarda yerinde bir soru o cikmazligi sona erdirebilir. Cünkü insan bulundugu noktadan disari cikabilmesi icin bir kivilcima ihtiyaci olabilir. Ama bazen bu da yanlis anlasilabiliyor.

    “soruyu öğrenci sorsun, cevabı (veya ipuçlarını) öğretmen versin” Ben de bu yöntemin cok önemli oldugu kanisindayim, bilhassa cocuk egitirken. Ögretmen yöntem belirleyicidir, veya merak uyandiran “havayi” yaratandir. Yukarda söylendigi gibi iletisim sorunlarini iyi yöneten biridir. Bu nedenle Sibel’in bahsettigi sey nasil kisilere ulasilir sorusuna yanit getirmek, Akin’in önerdigi sey ise nasil daha iyi ögrenilir sorusuna getirilmis cözümdür.

  6. says:

    Sanırım sınırsız şefkatin alanına geçinceye kadar düsturumuz saygı olmalı.

  7. İbrahim says:

    Bir soru bir anahtar misali…
    Her kapının kendine özgü kıvramları olan anahtarları vardır.Kapıyı açmak için belli mesafede durmak önemli bir nokta. Mesafe ayarlanamaz ise soru soran karşıdakini absorbe eder bünyesine katar.

    1. says:

      Çok doğru bi tespit.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir