Lirik Boksör ve Bira

Epistemik çöküşün sınırındaydı insanlar… “

Kaan Demirdöven’in Lirik Boksör kitabını okudum bu aralar. Herhalde epistemoloji yine önceki kitapları gibi en çok kullandığı kelimelerden biri. Oyun meddahlık, maskeler, dönüşüm de aynı oranda iz bırakıyor… Kaan gerçekten de son derece akıcı, Okuyucuyu besleyen, yazarı kurtaran şekilde yazıyor. Çünkü bunlar atıp da kurtulmak gereken bir şeyler biliyorum.Sanırım o bu kitabı yazarken ortamın fotoğraflarını Ve kendi fotolarını Instagram’da muntazaman paylaştı, yıl boyunca onları görüyordum. Kitabı okurken bir bir gözümün önünden geçtiler adeta bir nevi filme dönüşmüş oldu. Bu kitap da önceki gibi kurgu ve biyografi karışımı Felsefi bir dışa taşım. Eminim ki kendi söylemiyle o hem edebiyat çetesi hem aklınıza gelen diğer çeteler indinde gereken kıymeti bulmuştur. Ben çok sevdim. Böyle bir Türk yazar olmasından büyük memnuniyet duyuyorum tekraren belirtmek isterim.

Hazır yazılmışı okumaktan, seyretmekten güzeli yok, ki Dünya’yı seyretmek de bunun benzeri oluyor.
**
Bira
Tom Robbins gerçek bir usta, onun tüm kitapları özellikle de Parfümün Dansı unulmazlar arasındadır. Bu sefer okuduğum Bira kitabı, görünüşte ince, mizahi olarak üst düzeyde, eğlenceli ve incelmiş felsefi ögelerle bezeli. Yani Tom Robbins kitabı 🙂
Bazı küçük alıntılar:
*Yalancılar yola örümcek kılığında çıkar ama sonunda sineğe dönüşürler.
*Sürekli yağmur çiseleyen günler Topallaya Topallaya bir sonraki güne geçiyordu. Bir Sapporo kutusu güneşin baş parmağına düşmüş ve gündoğumu tendonunu koparmış gibiydi adeta.
Bu kadar güzel betimleme olur mu yahu!
Al bir tane daha:
“Ekim ayında saat 6:00’da bile hava o kadar kararır ki etrafta kelepir böcek alışverişine çıkmış yarasalar görebilirsiniz. Yıldızlarsa ıslak kibritleri Çaka Çaka karanlıkta kendilerine bir yol açmaya çalışıyorlardır.”
*

Dümeni Yaratıcılığa Kırmak
Ustalardan devamla; Sevgili Ursula’dan bir alıntı:
Tüm bunların başlangıcında bir kadın vardı, bu kadın bir ölüyü gömüp geri dönmüştü. Hastayken yastığının başında ve ayak ucunda sevdikleri bekleyen bir ölü değildi bu. Kadın, sırılsıklam ve şişmiş bir bedenin yanından geliyordu; ölüm de apansız gelmişti, kadının yargılayıcı bakışlarla izleyenlerin gözleri faltaşı gibi açılmıştı.
Güneş batarken geldi kadın, bu yüzden herkes gördü gelişini. güneş giderken, gökyüzünde ayak izlerini bırakmıştı. Tam da yol kenarındaki verandalardaoturma vaktiydi. Şimdi burada oturanlar bütün günü dilsiz , kulaksız ve gözsüz geçirmişlerdi. Katırlar ve diğer hayvanlar gibi muamele görüp durmaksızın çalışmışlardı. Oysa şimdi ne güneş vardı ne de patron; yeniden insan olmuşlardı, derilerinin altındaki ruh güçlenmişti. Seslerin ve küçük şeylerin efendisi oldular. Kendi aralarında binbir konu konuştular. Etraflarına yargılayan gözlerle süzdüler
Kadını öylece, olduğu gibi görmek, taa ne zamanlardan beri hissettikleri kıskançlığı hatırlattı onlara. Zihinlerinin gerisinden eski anıları toplayıp bunları memnuniyetle kabul ettiler,. Sorulardan yakıcı ifadeler, kahkahalardan cinayet aletleri yaptılar. Kitlesel bir eziyetti bu. Birden herkes canlanmıştı. Kelimeler sahipleri olmadan yola koyulmuştu; tıpkı bir şarkıdaki Armoni gibi ilerliyorlardı.
Tanrı’ya bakıyorlardı-zora Hurston
*
Aman tanrım diyorum  şiirden daha şiir düz yazı diye buna derim. Büyülendim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir