Kişisel Önem ve Kahvaltı öğünü

“Kişisel önem” ister allanıp pullanmış bireyselleşmiş olsun, isterse bir guruba dahil olarak elde edilsin(ki bu sayıca çok yüksek orandadır), gezginin önündeki en büyük engel. Fakat kişisel önemle alakası olmayan, durum tespiti yapmanın da kişisel önemliliğe atfedilmesi, suçlamalarda bulunulması da rastlanan bir durum, belki bu da bir başka kaçış noktası oluyordur.
İfrat her zaman önümüzdeki başlıca engel. Bir şeyi çok mühimsedikçe gölgesinin de büyümesi, hani o sevimli kız çocuğunun gölgesinden haykırarak kaçmaya çalıştığı videodaki gibi, henüz aslında erişkin olmayan ve çok uzun bir çocukluk halindeki bizlerin durumunu çağrıştırıyor.
biraz daha açıklama isteği: Kişisel önemliliği yitirmek kişiliksiz kalmak anlamına gelmiyor. Ona önem vermediğiniz anlamına geliyor, ÖNEM, kişiliğinizin tepesindeki yol aydınlatması gibi işlev yapar ve bir de ne görelim ayaklarınızın altında simsiyah bir gölge! siz yürüdükçe öne doğru uzar uzar, sonra yeni bir aydınlatma direği geldiğinde bir an ortadan kaybolur gibi olur ve sonra süreç aynen yinelenir. Seyredin bir çok şey size açık görünmeye başlayabilir.

*

Kahvaltının önemi konusunda ısrarcı konuşma ve yazışmaların meali:

Benim hislerime göre biz insanlar fizyolojik olarak tamamen dünyanın malıyız. Misafirin ev sahibine gönüllü bağımlılığı gibi bir durum. Neden bu misafirliğe geldik konusu ise belli, o konuya girmiyorum.
Kahvaltı konusuna dönelim biz, gece boyunca yaklaşık 8 saat boyunca birleşim noktamız (algı noktamız) annelerimiz tarafından sabitlendiği çengelden kurtulur ve sağa sola ileri geri, serbest kalmış gemi çıpası gibi savrulur. Bu arada rüyalar görür, farklı gerçeklikleri deneyimleriz. Dünya ananın evinden bile çıktığımız olur! Dünya anamız ise yavrularının üzerine titreyen anaç bi tavuk gibi gıdaklayarak “aman ha aman'” çığlıkları atar 🙂
Ve sabah biz uyanır uyanmaz, yeniden algı noktamızın dünyasal pozisyona bağlanması için onun o güzel şahane hediyeleri (rüşvet denebilir ama alan veren memnun) güzelim meyveleri sebzeleri her türlü hoşlukla dolu hepimizin sevdiği kahvaltı öğünü önümüze koyuverir. Sürüden ayrılmak yok! Kötü mü oluyor? yoo hiç de değil sisteme bağlı olarak yaşamak çok güvenli, otomasyon var, her şey tıkır tıkır işliyor.
Peki hava-su diyeceksiniz ve güneş ışığı ne oluyor? Su ve hava için aynı şeyi söyleyemem ama güneş dünya ananın malı değil, belki bu sebeple hint fakirleri hiç yeyip içmeden güneş ışığıyla yaşayabiliyor.
Neyse ara yollara dalmayayım şimdi 🙂

Ben de çocuk ve gençken annemin büyük titizlikle uyguladığı uyanır uyanmaz önüme konulan kahvaltıya alışıktım. Her şey de harika biçimde sürüp gidiyordu. Derken yaklaşık yirmi yıl önce radikal bir değişimle soyut somut beni tanımlayan her şeyi bırakıp, yeni doğmuş bebe gibi her bi şeyi yeniden öğrenmeye çalıştığım döneme girdim.
Bu arada alışkanlıklarım da tuzla buz olmuştu tabi! Özellikle fiziksel alışkanlıklar tamamen değişmişti (iradem dışında). Bunların arasında değişen bir durum da kahvaltı olayı idi. Artık uyanınca kahvaltı edemiyordum!önce bir kahve içip, 2-3 saat kadar çalıştıktan sonra kahvaltıya oturuyordum ve çok az yiyebildiğim halde derhal bedenime bir yorgunluk, uyku hali çöküyordu. Bu hala devam ediyor. Bu hali ancak bir saatte atabiliyorum üstümden, hatta tam olarak da geçiyor denilemez.
İşte dün sabah yine aynı yorgunluk ve uykuyla kendimi kanepeye atarken “bize ne olduğunu biliyorsunuz değil mi?” diye hücrelerime tatlı tatlı hitap ettim. biz hep konuşuruz (allahtan yakınımda kimseler yok) “hadi hiç gerilmeden dünyanın köklerine bırakalım kendimizi, neden buradayız biliyoruz, ev sahibimizi mutlu edelim, diyetimizi ödeyelim. Onu çok seviyoruz bu aşikar” diye saçmalama tadında söylendim. Doğduğumuzda ölmeye başlıyoruz, sevgili dünya annemiz ve onun bilincinin gelişmesi büyümesi için yaşıyoruz. Bu noktadan sonra çok fazla soru ve cevap var, uzatmaya gerek görmüyorum. Ah güzel elma, ah her birine bayılıp ayıldığım meyveler, ağaçlar sizleri seviyorum, gönüllü ölüyorum. (eskiler buna maya büyüsü demişlerdi sanırım)
Not.1:  ilk gençlikte kahvaltı olmadan uyanamıyorum derdim. Şimdi beni uyutuyor diyorum! Yaman bi çelişki gibi dursa da aslında gayet tutarlı. :)
Not.2: Belki Lewis Carrol da benim gibi düşünüp “Bazen kahvaltıdan önce altı tane imkansız şeye inandığım olurdu” dedirtmiştir kraliçeye. kim bilir 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir