Kadın Olmanın görkemi ve dehşeti

Modern cantadora (öykü toplayıcı ve anlatıcısı) C.Estes’in uygun gördüğü isimle Vahşi Kadın Arketipi, dişil ruhtur. Dişiliğin kaynağıdır. İçgüdüyle gerek göz önündeki gerekse saklı dünyalarla ilgili olan her şeydir-temel olandır.

Bu görkemli tanım, ki gerçek olduğunu daha duyduğumuzda tüm hücrelerimizde hissediyoruz, pek tabiidir ki bizleri olduğu kadar erkekleri de tedirgin eder. Bu tedirginlik son bin yıllar boyunca vahşi kadının bastırılması yok edilmesi için her türlü gizli açık çabanın sürdürülmesine sebep oldu. Peki yok edilebildi mi? Sanırım bu satırları okuyan bütün kadınlar başlarını hayır anlamında salladılar ya da derin bir iç çekişle söze hacet bırakmayan cevaplarını salıverdiler.

Vahşi kadın, binbir çabayla derinlere bastırılmış olsa da onun tezahürü olan dünyayı hepimiz esefle görüyoruz. Eğer bir erkek olsaydım, böyle bir ayarsız gücü gizlenmiş olarak karşıma almak istemezdim doğrusu. Bırakırdım, gün yüzüne çıksın ve bu hayat/ölüm/hayat kuvvetini, yaşatma gücünü, kuluçkayı gözlerimle göreyim. Belki geçmiş zamanlarda beni korkutmuş olan bu ilkel kaynak, şimdi, bugün gözlerimi kamaştıracak ve onunla kol kola yürümenin yürek çarpıtan coşkusu içimi dolduracak, kim bilebilir ki? Bir daha denemeye değmez mi?

Kadın yanımla ise, vahşi kadınla bağlantımızın kopuşunun getirdiği sonuçları; güçsüz, aciz, sarsak, yaratıcı hayatını başkalarına teslim eden, eş iş ya da başka seçimlerinde hayatın altını oyan tercihler yapan, bir anlamda onbinlerce yıldır kendine komplolar kuran hemcinslerimin düştükleri bu acınası yalnızlık ve çaresizlikten kurtulmalarını isterim.

Vahşi Kadın, burada hemen içimizde, karnımızda bir burgu, midemizde kramplar, rüyalarımızda haykırışlarla özgür bırakılmayı bekliyor.

İnanıyorum ki Vahşi kadın özgürleştiğinde dünyamız yeniden sağlıklı günlerine dönecektir.

Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabının yazarı Clarissa Estes, kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylüyor (Tamamı için tıklayınız):

Yazmak için belli zaman dilimleri ayırdım, öğleden sonra ya da gece yarısından sabah 3′e kadar gibi. Ayrıca 25 yıl önce, eğer bırakmadıysam, beş ilâ altı dakikada iki buçuk sayfa kadar yazabildiğimi keşfettim. En küçük bir zaman aralığı bulduğumda okudum ya da yazdım. zamanım hiç olmadığında, her gün bir tane çok güzel cümle yazdırdım kendime. Hafta sonunda yedi güzel cümlem olmuştu ve bu çok büyük bir armağan gibi hissettiriyordu. Sonunda, ucunu nehre salladığım böğürtlenli küçük bir ipe dizili, araştırma notları ve günlükleri saymazsak, içsel hayata dair 2500 sayfalık bir çalışmam olmuştu (gülme). Cidden, bildiğim yüzlerce masaldan yüz tanesini seçtim, araştırdım ve devam ettim. Yayımlanmasına yakın, günde on yedi saat, haftada yedi gün altı ay boyunca yazdım ve düzenledim, bütün çalışmayı aynı “çağ’a getirmeliydim, çünkü çeşitli kısımları hayatımın çeşitli devrelerinde yazılmıştı.
Curandcisma’da (eski şifa sanatı) bütün köye rehberlik etmesi beklenen düşler gören bazı kişiler vardır. Bana öyle geliyor ki, bazen Jung da dünya köyü için düş görmüştü. Bu düş beni çok etkiliyor. Jung büyük bir rüzgâra karşı hareket ettiğini görmüştü düşünde. Arkasından karanlık bir güç yaklaşıyordu. Avcunda küçük bir alev vardı. Onun görevi arkasındakiyle oyalanmak değil, rüzgâra karşı durup ufak ateşi korumaktı. Yanmanın, aktivizmin ve içsel hayatın özü budur Rüzgâra karşı dur. Alevi koru. Devam et.
Bu kısa iç döküş yazısını bitirmeden önce şunu da belirtmek isterim; yaklaşık dörtbin yıldır süregelen eril hakimiyet (hem erkek hem kadının içinde) umarım bizi Atlantis’in sonuna götürmüyordur. Götürse de bu sonsuzca süren illüzyon içinde çok da önemli olmayabilir. Ne de olsa burası yüksek boyutların çocuk bahçesi diyebilir miyiz? Evet ancak olanlar tüm varoluşu etkilediği için bence içinde yaşayan bizlerin farkında olduğundan daha bile ciddi hissediliyor olabilir.  (son cümlemi açmak için bir kitap lazım)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir