Şu haberin düşündürdükleri üzerine bir güzelleme:) GATA profesörü kabul etti: “Şizofreni cin çarpmasıdır.” Cinse bile o senin içinde, kendi üretimin ve yaratımın olunca ne fark ediyor ki! Hangi ismi verirsen ver, ordu malı yer değiştiriyor denir buna hak ağzıyla 🙂 İtirazlar bu söylemin realiteyle uyuşmadığına dair oluyor. Peki onun adına cin yerine bilmem ne nevrozu dendiğinde bu inanç realiteyle uyuşmuş mu olacak? ve Hangi realite? Vereceğiniz hiç bir ismin üzerine atlamayacağım, bana ne isimlerden. Ben her insanın kendi realitesi olduğunu ve bunu da bizatihi kendi iç rüyasıyla görünür kıldığını biliyorum ki buna öznel gerçeklik diyoruz. Ünlü Afrika şamanı Mutwa’nın anılarında, sağaltma işlemini gerçekleştirirken hastanın tespiti/inancı yönünde işlem yaptıklarını, örneğin, hastası kendisine musallat olan bi varlık gördüğünü söylüyorsa, onu çadırdan kovana kadar, sopayla, davulla, tokmakla, sözcükle o şeyi ne kadar gerekirse o kadar zaman kovaladığını ve sonunda hasta “tamam şimdi çıktı gitti” diye ikna olduğunda bile işlemi bitirmeyip, çadırın dışında gözden kaybolana dek o şeyi pataklayarak kovaladığını söylemişti. Mutwa, o şeyi görmüyordu, inanmıyordu da ama hastasının inancı o şeyi (cin vs herhangi bir musallatı) hasta için gerçek kılmaktaydı, bunun bilincindeydi. Gezgin şamanın yolunda da önemli olan pratik sonuçlar almaktır, yöntemleri tartışmak, daha doğru olanı bulmak için kavgaya girişmek vakit kaybı olurdu, hem…
Claytronics Nedir? Işınlanmanın veya bir maddeye yer değiştirtmenin bilimsel adı teleportasyon. Ne yazık ki, günümüz insanı için ışınlanmak henüz hayal. Ancak iki bilim insanı Seth Goldstein ve Todd Mowry’ın araştırmalarının önümüzdeki yılların ilgi odağı haline geleceği de kesin. Ne yapıyor bu iki araştırmacı? Bilgisayar bilimcisi bu ikili, insanların 3 boyutlu fiziksel görüntülerini çoğaltacak akıllı bir ürün geliştirmeye çalışıyor. Eğer her şey yolunda giderse bir internet bağlantısı ile kendinizi bir başka mekana yansıtabilecek ve bir tutam ‘akıllı nano toz’ ile kopyanızı birleştirebileceksiniz. Şu “akıllı nano toz” bana bir çok yerden tanıdık, örneğin gezgin şamanın yolunda (Lemuryan bilgisinin uzantısı) bir varlık biçimi olarak tanımlanan AKA; fiziksel evrenin temel maddesidir, Hawaice olan kelimenin birçok anlamından öne çıkanlar: Yansıma/Ayna/Gölge/Öz şeklinde sayılabilir. Katı, eterik, saydam her yoğunluktaki madde; düşüncenin AKA’yı dönüştürmesi sayesinde ortaya çıkar ya da göz limitlerinin aralığına girer. Doksanlı yıllar boyunca beni büyüleyen şu kuantum özütü.”gerçekliğin mükemmel doğası, bilinçli gözlemcinin katılımını bekler”, bana 1999 yılında Sırıtkan Kırmızı Ay’ı yazdırdı. Yazarken öylesine coşkuyla kendimden geçmiştim ki o sıralarda bu kitabı okuyan hemen herkese bu hissin transfer olduğuna şahit oldum 🙂 Ve aradan geçen 16 yılda adeta dünyaca (belki benim gördüğüm dünya) çağ atladı ve iletişim çağına geçildi. “Gerçekliğin mükemmel doğası, bilinçli gözlemcinin katılımını bekler”…
Ana prensiplerin çoğu bize her şeyin birbirini etkilemekte olduğunu söylüyor, değişen yalnızca etkileme oranları. Geçerli gözlemler KU’nun güçlü, yakın ve rezonansı yüksek alanlardan etkilendiğini göstermektedir. İnsanın etki alanı olan Aura’nın Hawaiicesi HOAKAdır ve hem fiziksel hem de fiziksel olmayan alanlardan oluşur. * Morfik rezonans teorisi gerçekten işliyorsa, toplumlardaki ya da sadece bir insanın içindeki kritik kütlenin aşılması sonucu oluşan yeni davranış hatta belki yeni majör enerji kalıbı sebebiyle bir Bay Orr durumu meydana geliyordur, yani önceki davranış modelini sana ait bi şey olarak hatırlamıyorsun! O başkalarına(!) ait bi davranış şekli oluyor. İşte her zaman bahsettiğim faydalı “ayrılık yanılsaması”, morfik rezonansın bireysel ve kitlesel işleyişinden ortaya çıkıyor olabilir. Öylesine sahici bir kırılma oluyor ki artık daha öncesine ait kayıt KU’dan bütünüyle silinmiş oluyor. Bir majör enerji kalıbını oluşturan kimbilir kaç tane minör enerji kalıbı aynı anda depodan hiç olmamışçasına boşalıyor! Fakat KU deposunu bir an için bir bilgisayarın hard diski yani sabit diski gibi olduğunu düşünelim. Normalde bilgisayarımızda bulunmasını istemediğimiz programları/dosyaları silebiliyoruz, onlar artık bizim için yoklar ve hatta unutup gidiyoruz ancak silinen bu programların izi/gölgesi işin mütehassısları tarafından bulunabiliyor, geri getirilebiliyor (işin tekniğini bilmiyorum). İşte bu kayıtlara ben urban shaman konseptindeki atıl enkarnasyonlar ismini veriyorum. Bu konuya neden böylesine dikkat…
“Eleştiri sadece stres yaratır. kendinizi mi başkalarını mı eleştirdiğiniz ya da eleştirildiğiniz KU’nuz açısından hiç fark etmez (kent şifacıları bunu çok iyi bilir). Bazıları yapıcı eleştiri hakkında ne düşünüyorsun diye sorar; hiç farketmez :))) yapıcı eleştiri normal eleştiri içine bir özür sokmaktan başka şey değilidir. Astım, alerji, çeşitli soğuk algınlıkları, baş ağrıları, artrit hep eleştiriye verilen tepkileridir. Aloha” Demiş idim ve doğal olarak birçok onaylayan ve bazı karşıt tepkiler oluştu (hepsi bana dair, bütünlüğümde yer alan şu an faal olmayan potansiyellerimden). İtiraz tepkilerinin ana fikri; peki yanlış olanı kötü olanı nasıl söyleyeceğiz şeklindeydi 🙂 Elestiri, sen yanlis yapiyorsun, kötü soyluyorsun vs şeklindedir. Tabi ki bunlari kabul etmemek, cekip gitmek ya da kendi yolunu, istegini soylemek herkesin hakkı. Elestiri bana gore tembelliktir. Algi noktasi tembelligi yerinden kalkip elestirdiginin acisina bir bakis atmak onun da hakli oldugunu gormeye yeter. Tabi bunun icin insanin 3.farkindalik duzeyine yani baglantisal duzeye gecebiliyor olmasi lazim. Eger bunu yapamiyorsa henuz olgunluk seviyesi buna yetmiyorsa, bari yuruyup gitmeli KUsunu minimum gerginlikte tutmaya calismali, hani ya sabir durumlari! Aslinda ne desem bosa konusma oluyor cunku hepsi bir olgunlasma sureci, bir masaldir gidiyor; mesele 7 prensibi hazmetmekte 🙂 Bi örnek vermek gerekirse; sabah belli bir konudaki insan birikimlerini aratıyordum google…
Tibet’in tantrik mistikleri düşüncelerin ‘maddesine’ tsal adını vermekte ve her zihinsel eylemin bir gizemli enerjinin dalgalarını üretmekte olduğunu ileri sürmektedirler. Onlar, tüm evrenin zihnin bir ürünü olduğuna ve tüm varlıkların kollektif tsal’ları tarafından yaratılıp, canlandırıldığına inanmaktadırlar. İnsanların çoğu bu güce sahip olduğunu bilmemektedir, diyor Tantristler, çünki sıradan insan zihni, “büyük okyanus tan ayrılmış ufak bir gölcük gibidir.” Yalnızca büyük yogilerin zihnin daha derin düzeyleriyle ilişki kurabildiği ve böylesi güçleri şuurlu olarak kullanabildiği söylenir, bu amaca erişmek için yaptıkları şeylerden biri de diledikleri yaratıyı sürekli olarak imgeleme çalışmaları yapmaktır. Tibet’in tantrik metinleri, bu gibi amaçlar için oluşturulmuş imgeleme çalışmaları ya da “sadhana”lar ile doludur. Lemuryan Huna felsefesinde yani bizim odaklandığımız gezgin şamanın yolunda bu maddeye AKA ismi verilir; yansıma-ayna-gölge-öz anlamları olan bu sözcük fiziksel evrenin temel maddesidir ve tüm gerçeklik düzeylerinde, eterik ya da soyut diyebileceğimiz düzeyler de dahil varlığın biçimlenmesindeki temel maddedir. AKA’nın biçimlenmesine olanak veren ise No’onoono yani Bilincin Makaku ve Laulele özellikleridir, özetle buna Amaçlı Yaratıcı İmgelem diyoruz. Demek ki AKA’yı harekete geçiren No’onoono dur ve onu MANA ile doldurmak suretiyle değişik düzeylerde görünür kılar. Haipule konusunu hatırlayınız sevgili preshamanlar. Aloha * Eleştiri sadece stres yaratır. kendinizi mi başkalarını mı eleştirdiğiniz ya da eleştirildiğiniz KU’nuz açısından hiç fark…
Sadece insanlar, hayvanlar, bitkiler değil her şey rüya görür ve gördükleri rüyalar; mutabakat rüyamız olan gerçeklik-ler de dediğimiz varoluş katmanlarını OLdurur. Her bi şeye rüyasını sormak, onu dinlemek elimizde, bunu şamanlar yapardı ve şimdi hepimiz tüm şehir şifacıları yapabiliriz, yegane sınırımız kendimize bu izni veriyor muyuz, onları merak ediyor muyuz? * Günaydın ve iyi haftalar preshamanlar, Kuzey ay düğümünüzün gereği dengelemeniz gereken özelliklerinizi iyi öğrenin, çevrenizdekilere de bunu önerin çünkü bu bilgi size burada ve şimdi enerjinizi, özel yolunuzu destekleyen olaylarda, faaliyetlerde kullanmanızı sağlayacaktır. Doğruluk uygulamanın etkinliğindedir unutmayalım. Aloha * Bilgeliğini, dalganın sırtında sörf yaparken göster der Hawaii atasözü. * Anadolu kültüründe HA; İstek uyandırmak için kullanılan bir söz olarak TDK ya geçmiştir. Örneği çoktur, benim ilk aklıma gelen “Ha uşaklar ha!” oldu çünkü laz uşaklarını severim 🙂 Hawaii dilinde HA ise bakın ne kadar eş anlamlı: “Derin nefes ve hatırlamayla güç verme” Hawaii’ye yakınlaştıkça o kadar çok ortak uygulama ve sözcük görüyorum ki şaşırmadan edemiyorum, coğrafi uzaklıklar, zaman periyodları gerçekten de çok izafi. Siz ŞİMDİ’ye yaklaştığınızda AYRI olan her şey de adeta bir mıknatıs tarafından birbirine çekiliyorlar.
İnsanlar, her şeyin bilinebileceğini, planlanabileceğini, şunu bunu yaparsalar her şeyin yolunda -beklentileri doğrultusunda- ve garantide olacağını varsaymasınlar; çünkü her zaman dağılım perileri de işin içindedir. Velakin insan önce eşeğini sağlam kazığa bağlayacak (bakış açılarını genişletecek yöntemleri bıkıp usanmadan uygulayacak) sonra gerisi allaha kalmış. Sağlam kazık, bi fırtınanın önünde nedir ki Siz esas, bi fırtına olmasaydı ne yapardık onu düşünün 🙂 Bu arada; Çoğu kez kestirmeden gidiyorum kendimi ifade ederken, üşeniyorum incik cıncık anlatmaya, okurlar aklımın içinde geziniyolar zaten sanıyorum, bunun için hepinizden özür dilerim. Ben kendi hızıma zaten yetişemiyorum, açıklamayı derinleştirdikçe “dalgadan zaten kopmuş parçacık varlığım” kayaya dönüşmeye başlıyor ve ben bundan çekiniyorum:( Neden mi? kayayı parçalamak daha zor oluyo sonra. Örneğin bikaç sene önce şöyle yazmışım: “Uyduruyorsam(ve bu sebeple gerçek oluşuyorsa) veya olacağı seziyorsam(gerçek dışımda oluşuyor ancak ben onu bi şekilde seziyorsam), ne fark eder? Sonuca bakın frekans kardeşlerim, bu iki şeyden birinin doğru olup olmadığını anlamak için ZİHİNin size hazırladığı tuzağa düşmeyin. O gerçekten çocukça bir tuzak! Sonuca bakın:) Sonuç şudur; ben gerçeğin ta kendisiyim..” Şimdi buradaki ifademde aslında şu hissimi söylemek istemişim: Hayatım boyunca içimden geçen ya da ağzımdan çıkanların dış dünya diyeceğim bölgede gerçek olduğunu görmüşümdür ve bu beni biraz endişelendirmiştir, kendinden korkmak, anlayamamak filan gibi…
Öncesi için Tıklayınız Fikri bilinçaltının derinlerine yerleştirmeliyiz. Bilinçaltı duygulara göre hareket eder değil mi? Mantığa göre değil. Bu yüzden bunu duygusal bir konsepte dönüştürmenin bir yolunu bulmalıyız. pozitif duygular daima negatif duygulardan baskındır. Hepimiz kötü duygulardan kurtulmak için uzlaşmaya can atarız. Bilgi aşılamanın belirginlikle ilgisi yoktur. Zihnine girdiğimizde karşımıza çıkanlara göre hareket etmeliyiz. * Karışım sayesinde rüyadakiler arasındaki paylaşım çok net olacak. Bu sırada beyin fonksiyonları hızlanacak. Yani bize her katman için daha fazla vakit sağlayacak. Rüya sırasında beyin fonksiyonları normalin yaklaşık 20 katıdır.Rüya içinde rüya yarattığınızda etkisi de artacaktır. Toplam ne kadar zaman demek bu? İlk katmanda bir hafta. İkinci katmanda altı ay. – Üçüncü katmanda— On yıl. Kim on yıl bir rüyada kalmak ister ki? Rüyaya bağlı. (HANGİ GERÇEKLİKTE KALMAK İSTEDİĞİNİZ TERCİHİNİZE BAĞLI, FAKAT GEÇİŞLERİ BİLİNÇSİZCE YAPIYORSANIZ BURADA BİR TERCİHTEN BAHSEDİLEMEZ.) ** Fikri yerleştirdikten sonra nasıl çıkacağız? Umarım beni başımdan vurmaktan daha iyi bir fikrin vardır. Bir dürtü. – Dürtü nedir? Düşme hissi sizi sarsarak uyandırır. Rüyadan çıkmanızı sağlar. Böyle bir yatıştırıcı almışken dürtmeyi hisseder miyiz? Zekice olan kısmı da bu. Yatıştırıcıyı iç kulağı etkilemeyecek şekilde ayarladım. Bu şekilde, ne kadar derin uykuda olursak olalım yine de düşüşü ya da devrilmeyi hissedeceğiz. (SATÜRN DÖNGÜLERİNİ ANIMSATIYOR) Önemli olan dürtmenin üç katmanda da eş zamanlı olmasını…
Öncesi için tıklayınız – Asla hafızanda olan yerleri yaratma. Daima yeni şeyler hayal et! -Bildiğin yerleri tasarlaman gerekmez mi? -Sadece detayları kullan. Sokak lambalarını, telefon kulübelerini ama asla tüm çevreyi değil. -Neden? -Çünkü anılarından oluşan bir rüya inşa etmek hayal ve gerçek arasındaki farkı ayırma yetini kaybettirir. -Sana böyle mi oldu? (HEPİMİZE BÖYLE OLDU!) ** Totem sürekli üzerinde taşıman ve senden başkasının bilmemesi gereken küçük bir objedir. Ona dokunmana izin veremem, objektifliğini kaybeder. Bu sayede kendi totemine baktığında gerçek hayatta mı yoksa başkasının rüyasında mı olduğunu kesin olarak anlarsın. (BURADA İŞLER ÇATALLANIYOR ÇÜNKÜ ÜÇ SEÇENEK BELİRİYOR: 1. BAŞKASININ RÜYASINDA MISIN? 2. KENDİ RÜYANDA MISIN? 3.GERÇEK HAYATTA MISIN? 1. DEVAMLILIK (totemi) VARSA, BAŞKASININ RÜYASI OLDUĞUNU ANLARSIN, TIPKI BİZİM MUTABAKAT RÜYASI YANİ BU HAYAT GİBİ. 2. BURAYA NEREDEN GELDİM DİYE SOR, eğer devamlılığı olan bi kişisel rüyan yoksa ki yoktur, cevap alamazsın, böylece kişisel rüyanda olduğunu anlarsın. 3. GERÇEK HAYAT NEDİR BİLEN BERİ GELSİN! Görücüler bunu bilebilir yalnızca. Zaten Görücüysen toteme ihtiyacın olmaz. Görücü değilsen ilk iki şıkkı takip et yeter, bu arada eğer bi görücüye rastlarsan (çok nadirdir) onu -egona kapılıp da-elden kaçırma. Gerçek ne kaos ne düzendir, bana göre kaosdaki düzendir, bu sebeple gerçek hayat denilen şeyde şu andaki gibi bir “devamlılık” olacağını sanmam….
Pek çok insan içgüdüsel YANIT ile duygusal TEPKİyi ayrıştırmakta güçlük çeker(açıkçası bana en sık sorulan şeydir bu). Bir tepki; bilinçsiz, refleksif ve aceleciyken, bir yanıt; sabırlı, sakin ve ölçülüdür. Üzerinde biraz gözlem yaparsak aradaki farkı kolayca saptar duruma gelebiliriz. Gerceklikler alttaki resim gibi birbirinden soyuluyor ve aslinda bunlarin cok azinin farkindayiz
İnsanın kendini -bu derece- kandırmasına dayanan varlığı dehşete düşürücü. Yine de bunu unutmakta yarar var.sa Ayten A bütün bir öznellikler / anlamlandırmalar diyarı bir derecede ve bir biçimde “kendini kandırma” değil mi Sibel? Dehşet verici de olabiliyor, eğlenceli, oyuncaklı ve “hayat kurtarıcı” da ve fakat… Sibel Atasoy Varlık diyarı hepten kendini kandırmaya dayanıyor evet yine de güzel Turan Erdal Bir kisiye oyun oynadigini gösterdigimiz zaman o kisi oyun oynamaya devam edebilir mi? Sibel Atasoy Önce “artık oyun oynamayı reddediyor” çünkü oyun kelimesinden dolayı yaptığı bu önemli iş değer kaybına uğruyor. Bu süreç depresyon hatta intihara bile sürükleyebilir insanı. Ancak sonunda kişi denetimli deliliği benimseyerek oyun olduğunu bile bile oynamaya yani yaşamaya başşlıyor ve hatta bundan zevk de alabiliyor ) Turan Erdal Anlamin yitmesinden sonra tekrar anlamlandirmak gerektigini söylüyorsun galiba. Sibel Atasoy Yitirilen anlam zaten senin değildi çoğunluk itibariyle, öğrenilmiş anlamlardı. Bu kez anlam topu kendi eline geçmiş oluyor, oynamıyacağım işte diye sızlanıp depresyona girebilirsin, oyundan çıkabilirsin, ya da kendi anlamlarını yaratmaya ve gerçekliği eğip bükmeye başlarsın ve yaratımın ortağı olursun. * Sonradan ilave edilen NOT: Bu yazıyı yayınladığımın ertesi günü kalp krizi geçirdim, çok şaşırtıcı oldu çünkü böyle bi şeyin olabilirliğine dair bi ipucu belirti vermemişti…
Şimdi, bu spiritüel düşler, bu büyük umutlar hakkındaki ilginç şey… İlginç olan şey, o kadar kirlenip sulandılar ki, çoğunuz onun ne olduğunu unutmuş vaziyettesiniz. İnsan psikolojisinde bu ilginç bir olgu. Sizi ayakta tutan bu kocaman hedeflere sahip olabiliyorsunuz, sonra ne olduklarını unutuyorsunuz. Ama o düşlerin, aslında ne olduklarını bile unutarak, sizi ayakta tutmasına izin veriyorsunuz. Daha pratik bir örnekle açıklarsak, bazılarınız spiritüel bir merkez açmak hayaline sahip. Bazılarınız, çocukları iyileştirebileceğiniz büyük bir klinik işletme hayali kuruyor. Gerçekten mi? Bazılarınız gidip, mağaralarından ejderhaları çıkarma hayalini kuruyor. Sahi mi?! Bunu söylediğimde kulağa aptalca geliyor, değil mi? Bazılarınız, içine koyduğunuz bilgelik sayesinde, tüm dünyadaki insanların okuyup, aniden uyanacağı mükemmel bir kitap ya da kitap serisi yazmanın hayalini kuruyor. Bazılarınız o kadar çok spiritüel olmanın düşünü kuruyorsunuz ki, etrafta süzülerek gezinmek istiyorsunuz. Süzülüyorsunuz ve etrafınızda sizi çevreleyen bir ışık var. Ve sizin yanına gittiğiniz saksılardaki bitkiler çiçekler açıyor. Ve sonra sokaktaki o hasta köpeği görüyorsunuz ve onun yanından süzülerek geçtiğinizde köpek aniden ayağa fırlıyor ve iyileşiyor. Ve ölü bir kuş ve kuş aniden… (Kahkahalar) Ciddiyim. Kendinize gülebildiğinize sevindim. Başka hangi düşleriniz var? Hadi ciddileşelim, çünkü biz… Ve biraz sonra, bu düşlerin sizi neden geride tuttuğunu ve bununla ilgili ne yapacağımızı açıklayacağım. Ve bu arada,…
Benliğinin tamamına, bütününe (inanmak). Herhangi başka bir şeyden beslenmeyi gereksinmeyen benliğe; dengenin zaten içinde barındığını, araçların zaten orada olduğunu, ve istediğiniz an onları kullanabileceğinizi bilen benliğe; kitle bilincinin düşünme biçiminden, eski düşünme biçiminden uzaklaşmış benliğe (inanmak). Şu anda insanlar sihrin var olduğunu bilmek istiyorlar. İlginç olan şu ki, ben yeni hatlar döşeniyor dediğim zaman, o eski şeyden, o eski elektrik kabloları gibi, (buraya) elektrik getirmek için bu salonun kablolarla döşenmesi gibi bir şeyden söz etmiyorum. Bu salonun her tarafından kablolar geçiyor, ve ışıkları yakan da buydu. Şimdi bu binanın hatlarının yeniden döşendiğini, ama hiç kablo olmadığını hayal edin. Öyle bir hat döşeniyor ki, elinizi o enerji akışına, cereyana sokabildiğinizi ve çarpılmadığınızı hayal edin. Şu anda çarpılıyorsunuz. Çarpılıyorsunuz – bu çok dualitik bir şey, elektrik böyle çalışıyor. Yani öyle bir yeni “kablo” hayal edin ki, onu tutabiliyorsunuz – ışıkları aydınlatacak o enerji akışını tutabiliyor, ona dokunabiliyor ve bundan etkilenmiyorsunuz. İşte içinizde olan az çok budur, az çok eski düşünme biçiminden Yeni Düşünme Biçimine geçiş. Bu şu anda oluyor. Küçükken şeylerle ilgili birçok yargıya sahip değildiniz. Bir dolu rüya görüyordunuz, tam anlamıyla. O zamanlar bir dolu rüya görüyordunuz. Sonra onlar kapatıldılar. Küçükken bir dolu hayal görüyordunuz… her biriniz, istisnasız, oyun varlıklarına sahipti,…
“Bizler vazgeçilmez yanlılıklarımızla görüş sahibi özneleriz. Sonuçta, yorumlama öznel bir katkıda bulunmaksızın olanaksızdır” (Tierney ve Rhoads, 1993, s. 322). Bireyler etkileşimlerini özgür irade ve seçimleri ile yorumlar ve bu yorumlar doğrultusunda davranırlar, böylece örgütsel ve çevresel gerçekliğin biçimlenmesinde kritik bir rol üstlenirler…Bireyler edilgin değildir, yani çevresel uyarıcılara sadece tepki vermezler, fakat aynı zamanda durumu etkiler ve yeniden biçimlendirirler” (Putnam, 1983, s. 36). Simgeci (symbolic) yaklaşım kültür yaklaşımı ile ayni felsefik temelleri paylaşır, fakat simgeci yaklaşım “simgesel etkileşim” veya insan davranışının yorumlanması temeline dayanır. Temelde, pozitivist paradigmanın tersine gerçekliğin öznel olduğunu ve gerceğin yaratılmasında (contruct) bireyin aktif rol aldığı tezine dayanır. Gerçeklik öznel olduğu için dünyayı nasıl gördüğümüz ve olgular olarak algıladığımız şeylerin bireyin yorumlama süzgecinden geçtiğini varsayar. Bu nedenle, en tartışmasız gibi görünen konularda dahi zaman zaman değişik sonuçlara ulaşırız çünkü her birimiz, öznel algımızdan yola çıkarak, aynı şeye değişik bir anlam yükler, değişik yorumlar getiririz. Öyleyse, aynı şeyin birden fazla yorumlaması olabilir. Örgüt ortamlarında bu değişik yorumlamaları anlamak, bireylerin öznel yorumlarının hangi süreçlerden oluştuğunu çözümlemek simgeci yaklaşımın temel ilgi alanıdır. Dr.Hasan Şimşek’ten alıntılar Bakınız:https://sibelatasoy.com/?p=9855 Sözleşmelerini her gün -bilmeden-yenileyen insanları talep ettikleri düzeye nasıl çıkarabilrsin ki! İster doktor ol ister şifacı hatta peygamber olsan kar etmez. Geçici ferahlıklar sağlayabilirsin eğer…
Çok sevdiğim bir arkadaş vardı, müthiş hayaller kurardı, bazen birkaç gün ve gece sürerdi hayal gezileri -mental açıdan hiç bir sorunu da yoktu- Ona bir gün bu hayalleri gerçekleştirmek için işe bi ucundan başlamak lazım değil mi diye sordum-oldukça gerçekçi zamanlarımdı-, bana gülümseyerek baktı, ben hayal ettiğimde onun tüm motivasyonunu yaşıyorum ve içi boşalıyor zaten dedi. Doğru söylediğini her halinden anlamıştım. Zaten gerçeği sorgulamaya başladığımın ilk yedili evresinin sonlarındaydım, bu durum beni en az kuantum kadar salladı :)) * İnsanların çoğunda sabırsızlık gözlemlerim evvelden beri, istedikleri şey hemen şipşak olsun isterler, isteklerine ulaştıracak merdiven basamaklarını adımlama disiplininden yoksundurlar, çabucak sıkılıp başka bir isteğe atlarlar, o da olmayınca ağlayıp tepinirler, bu bir çocukluk özelliği değil midir? Oysa evreler, kendimizinkiyle birlikte dünyanın evreleri var, beslenme, hazmetme ve posayı dışa atma adeta bu dünyanın en temel sistematiği gibi geliyor bana. Bu süreçleri ancak çocuklar ve ergenler bilmiyor olabilirler. Olgunlaşma öyle bi şey ki, nüfus kağıdı ile tamamen ilgisiz. Geçenlerde nüfus kağıdına göre yetişkin olan -aslında hangi evrelerinde takıldıklarına bakılmaksızın- ebeveynlerin çocukları olmak hiç de adil değil demiştim, hala da aynı fikirdeyim. Senelere tabi bir sistemin parçası olmak istemediğimi kesinkes ilan ediyorum Ezcümle, genetik ağacımızın tüm öğeleri bizi ağırlıklarıyla boğmaya çalışan hayaletler, şüphesiz aralarında…