Erkekler şans faktörünü neden sevmezler?

 Önceki yazım “karar mekanizması”( https://sibelatasoy.com/?p=2943 ) , öyle bir yol açtı ki daha yüzlerce konuya değinmek ihtiyacı hissediyorum. Hayatta ya da her hangi bir oyunda karşılaştığım her tür meydan okuma gerektiren durumda erkeklerin şans faktörünü duymak bile istemediklerine çok kez şahit oldum. Örneğin derler ki, bu bilimsel bir şey şansa yer yok, ya da briçte şans yoktur veya satranç şans barındırmaz! Örnekleri sınırsızca çoğaltmak mümkün. Oysa aynı konularda meydan okumaya katılan kadınlar bu tür kesinlik içeren ifadeleri pek etmezler, zaferlerine bile hep bir sakınımla yaklaşırlar ve derler ki, evet başarılı oldum ama şans da benden yanaydı! Gerçi kadınların bu sakınımlı yaklaşımlarını onların ezilmişliğine, kendilerine güveni yitirmişliklerine bağlamak isteyen kadın hakları savunucuları da olabilir, fakat mesele bundan biraz daha karmaşıktır zannımca.

Görüldüğü gibi oldukça farklı iki algı türünün basitçe karşımıza çıkışına şahit oluyoruz ve ben bu algı farkını görebildiğim kadarı ile (şans da benden yana ise) anlatmaya deneyeceğim.

Öncelikle nedir şans: 1. Mantıkla açıklanamayan birtakım rastlantısal olayların nedeni olan güç, baht, talih, felek: “Bir hafta içinde kayıplar ve kazanmalarla şansım değişti.” –R. H. Karay. 2. Bir olayın olabilirliği. 3. Bir kimsenin bilgi ve emeğinden çok rastlantı sonucu elde ettiği elverişli durum.

Ve bir de “Kaza” sözcüğüne bakalım:    1) yargı. 2) beklenmedik olay. Güncel Türkçe Sözlük 

Görüldüğü gibi her iki sözcükte ortak olan, her ikisinin de “beklenmedik”, öngörülemez bir yapıda olmalarıdır. Öyleyse muhtemelen aynı şeyin olma ve olmamalarıdır bu.

Bu konuya açıklık getirmek için işe Gurdjieff’in üç prensip ya da “üç kuvvet” kanunu ile başlamak istiyorum.

Bu üç kuvvet hakkındaki öğreti, bütün kadim sistemlerin temelinde mevcuttur. İlk kuvvete aktif veya pozitif, ikinciye pasif veya negatif, üçüncüye ise “etkisiz kılan” kuvvet denilebilir. Üç kuvvet kanunu insanlardan uluslara her ebat ve zamanda eksiksiz işleyen bir mekanizmadır. Örneğin bir insanın her hangi bir konuda oluşan arzusu, kişisel girişimi aktif kuvvettir. Kişisel girişimine karşı çıkan, alıştığı bütün psikolojik hayatının yarattığı “atalet”, pasif ve negatif kuvvet olacaktır. Bu iki kuvvet, ya birbirini denkleştirecek ya da biri diğerine hâkim olacak, fakat aynı zamanda o da başka bir hareket için çok zayıf düşmüş olacaktır. Böylece iki kuvvet, biri diğerini yutarak ve hiçbir sonuç meydana getirmeksizin birbirinin çevresinde dönüp duracaktır. Bu durum bir hayat boyunca devam edebilir, ta ki üçüncü kuvvet devreye girene kadar. Üçüncü kuvvet, devreye girdiğinde ilk iki kuvvetten birini “etkisiz” bırakır. Ya pasif olanı etkisiz kılar ki bu durumda aktif kuvvet serbest kalır ve kişi girişiminde başarılı olur. Ya da aktif kuvveti etkisiz kılar, böylece ikinci kuvvet yani atalet hâkim gelir ve o girişim hüsranla sona erer. Üçüncü kuvvetin devreye ne zaman gireceği, hatta girip girmeyeceği bile belirsizdir, öyle ki dünyadaki hemen birçok örnekte olduğu gibi iki kuvvet sonuçsuz olarak birbirini dengelemekte/yutmakta ve ortaya müspet ya da menfi sonuç çıkmamaktadır. Eğer her hangi bir şeyde bir “durma” veya aynı yerde tükenmeyen bir “tereddüt” varsa, o yerde üçüncü kuvvetin eksikliğinden söz edebiliriz. Gurdjieff’e göre, eğer üç kuvvetin belirtisini her harekette görebilseydik, o zaman âlemi, olduğu gibi görmemiz mümkün olurdu (“Olduğu gibi görme” kalıbı tam da Castaneda öğretisindeki “görme” kavramına denk olarak kullanılmaktadır).

Gurdjieff ayrıca her maddenin dört safhasının veya halinin bulunduğunu da söyler ve yukarıdaki üç kuvvet kanunu ile ilişkilendirir. Bir madde; birinci yani aktif kuvvetin iletkeni ise karbon adını, ikinci yani pasif kuvvetin iletkeni ise oksijen adını, üçüncü yani etkisiz kılanın iletkeni ise azot adını alır. Ve eğer bir madde, kendi içinde kendini gösteren kuvvet ile ilişkisi hesaba katılmadan ele alınırsa bu maddeye hidrojen denir.

Hidrojenler konusu ise şimdiye kadar duyduğum en ilginç ve benzersiz bir fikre götürür bizi fakat bu yazımızın konusunu aşmış oluruz, bu sebeple şimdilik amacımıza uygun olan yerde duralım ve benzetmemizi yapalım.

Benim düşüncem odur ki, şans ya da kaza faktörü, üçüncü kuvvettir yani etkisiz kılan kuvvet (Gurdjieff onun gerçek âlemin malı olduğunu söyler). İkinci kuvveti etkisiz kıldığında biz oluşan duruma şans deriz, birinci kuvveti etkisiz hale getirdiğinde ise buna kaza deme eğilimindeyiz.

Kişinin ya da Jung’un daha kapsamlı sözcüğü ile psişenin, en küçük bölümü olan ego, yani ben olma iradesi, üç kuvvet kanunu gereğince tek başına yeterli değildir. İşte bu sebeple girişimci yanı temsil eden eril yön, şans faktörünü görmezden gelme eğilimindedir ve bu çok doğal bir reflekstir, doğası gereğidir. Ben bu kavramları atom altı kavramları ile de benzeştiriyorum. Örneğin proton, birinci kuvvetin taşıyıcısı, elektron ise ikinci kuvvettin. Bu durumda nötronların “etkisiz kılan” kuvvet olma ihtimali doğuyor.

Aslında karar mekanizması yazısında bahsettiğim, ortalamaya vahşice çekilme de tamamen ilk iki kuvvetin birlikte çalışmalarının eseridir. Dualitik varoluşumuzun temeli üç kuvvet kanunu gereğidir, bunu değiştiremeyiz. Bu kanuna tabi olmayan âlemler var mıdır? Bununla ilgili olarak maddenin dördüncü halini irdelemek gerekir düşüncesindeyim.

 

1 Yorum

  1. […] Aslında karar mekanizması yazısında bahsettiğim, ortalamaya vahşice çekilme de tamamen ilk iki kuvvetin birlikte çalışmalarının eseridir. Dualitik varoluşumuzun temeli üç kuvvet kanunu gereğidir, bunu değiştiremeyiz. Bu kanuna tabi olmayan âlemler var mıdır? Bununla ilgili olarak maddenin dördüncü halini irdelemek gerekir düşüncesindeyim. (Yazının tamamı oldukça esinlendiricidir, tıklayınız) […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir