Oyun üzerine…

oyun üzerine

Kişiliğiniz rakibinize göre şekil alıyor!
Örneğin rakibiniz oyunu pek ciddiye almıyor, gelişi güzel oynuyorsa, kazanmak zevk vermemeye başlıyor hatta oyunu devam ettirmek bile anlamsızlaşıyor.
Ya da çok hırslı oynuyorsa, sizde hırslanıyorsunuz. Bazen bir rakip, onu normal yaşamında asla tahmin edemiyeceğiniz şekilde mızıkçı, sert ve kavgacı olabiliyor. O dayattıkça sizin de içinizden buram buram duygular fışkırmaya başlıyor.
Bazı rakipler oyunu zevk alarak oynuyorlar; yenmek istiyorlar ama bu istek en baskın his olmuyor. En baskını, oyunu zevkle sürdürmek oluyor. Siz kazandığınızda kızmıyor, bahane bulmuyorlar. Böyle rakipler dostlar başına

Benim rahatsız olduğum rakip şekli ise şu (çok oynadığım için artık bunda tam olarak karar kılmış durumdayım); yendikleri zaman bunu taşıyamayanlar! Bir oyunu galip bitirmeyi sizi dünyadan silmiş gibi görüyor ve en alaycı üsluplarla dalga geçiyorlar. İşin alay kısmı oyun süresini defalarca aşıyor! Bu ağır tahrik neticesinde zorda kalıp onlara bir haftadır ilk kez yendiğini (öncesinde belki elli kez yenilmiştir) hatırlatacak olursanız, sesiniz bir bombardıman alanındaki kuş sesi gibi kaybolup gidiyor.
Tabii böyle durumlar benim için bezdirici oluyor.

Bakın benim rahatsız olduğum bişey de; oyunun kısıtlı zaman içinde oynanıyor olma durumlarıdır. Ben uzun uzun yayılmayı, yani sanki günlerce oynayabilirmişiz gibi oynamayı seviyorum.
Eğer rakipler sürekli “hadi hadi, gitmem lazım, yetişmem lazım” gibi laflar ediyorlarsa benim açımdan oyunun zevki azalıyor.

Dikkat ettim de oyun, ancak birbirine aşağı yukarı denk insanlar arasında oynandığı zaman yukarıda anlattığım durumlar ve duygular ortaya çıkıyor.
Eğer rakipler birbirine denk değilse (oyun bilgi ve tecrübesi açısından) her iki taraf da çok ılımlı oluyor.
Oyunu yeni öğrenen biri, tecrübeli biriyle oynarken ona genelde saygıda kusur etmiyor, yenilince sinirlenmiyor, yenince delirmiyor
Keza oyunun ustası da kuş oyunculara epeyce müsamahalı olup, arada çaktırmadan yenilebiliyor (hevesi kaçmasın diye).

Bir de “ben sana öğreteyim abicim” durumları var. Sürekli size yeni hamleler öğretmeye çalışan iyi niyetli ve acar rakipler oluyo bunlar. Vallahi dişinizi söke söke öğretiyorlar ya da öyle sandıkları zaman daha mesut ve dingin oyuncu oluyorlar.

Bunlar yine iyi, bazıları “git öğren de gel!” yapar… Üzerine tek kelime söylemez, kendini zora sokmaz, “öğrendiğinde oynarız” modundadırlar ama geride ince ince “senden de pek bi şey olmaz aslında” gibi bi akıntı vardır. Ya da karşı tarafı baştan ezdiği için ona öyle gelir.

Hayatlarında bir ya da iki oyun öğrenip hep onun üzerine yatanlar vardır. Yahu bıktık bundan bak yeni oyun öğrendim şunu oynayalım desen “amaaaannnn” derler. Ses tonu bile sizi bezdirir. Piştiye devam etmeye razı olursunuz.

Bazıları da “yeni oyun” der demez gözleri parlar. Öğret diye yakanıza yapışırlar. İki arada bir derede ağzınızdan kapar, iki hafta sonra sizi yenmeye başlar, iki ay sonra “yeni bir oyun yok mu?” derler.

Yaa bu konu çok eğlenceli

Sonra oyun masalarında cinsiyet de önemli. Ne alakası var diyeceksiniz ama gerçekten fark ediyor. Masaya karşı cins oturduğunda bazı kişilerin oyunu inanamıyacağınız kadar değişiyor!

Bazı kişilerin oyunlarını gerçekten ilginç bulurum. Bir arkadaşım vardı, mimar ve üstün zekalı (ailesi hepten öyleydi zaten) ve oyunu da çok severdi kulakları çınlasın. Her fırsatta bana gelirdi ve hemen oyun masası kurardık. Onu ve oyunlarımızı düşündükçe gülesim geliyor.
Nesi ilginç diyeceksiniz? Toparlamak öyle zor ki!
Çok dağınık oynuyordu, yani oyunda disiplin gerekiyor biraz. Yenmek istiyordu tabii, ama böyle oynayınca hep yeniliyordu. Gel gör ki yenilmeye hiç aldırmıyordu! Abartmıyorum yüzlerce oyunda yenildi; bu durum onu oyun oynamaktan alıkoymuyordu. Ne kızıyor, ne de vaz geçiyor ve ne de oyun taktiğini sorguluyordu!
Ben bütün oyunculuk hayatımda onun gibisini görmedim.
Galiba salt zevk için oynuyordu (ben başka bir çözüm bulamıyorum buna!) bu kadar zeki olmasa belki kabiliyeti bu kadar diyebilirdim.
Onun oyunu, diğer her şeyi ve üstelik oyunu bile unuttuğu meditasyonuydu galiba!

Ha bir de ortaklı oyunlar var. Hele bu tür oyunlar evlere şenlik

Eğer ortaklı bir oyun oynuyorsanız mecbur kalmadıkça ortağınzı değiştirmek istemezsiniz; çünkü birbirinizin oyun stiline alışıksınız. Ne yapar ne eder ille de ortagınızı istersiniz, gören de onu çok beğendiğinizi sanır. Ne gezeeerr… Siz bir de oyun esnasında görün ortakları, sürekli birbirlerine patronluk taslarlar, asla diğerinin oyununu beğenmez, o atağın en doğru nasıl yapılacağını öyle çok birbirlerine anlatırlar ki, oyun mu oynuyoruz, dayak mı yiyoruz belli olmaz.

Ben küçükken “beş yalak” diye bir misket oyunu oynardım. Ellerimin üzeri yere sürtünmekten çatlaklar ve yarıklar içinde öyle feci görünürdü ki annem onca işinin arasında bir de her gece el rehabilitasyon işlemi gerçekleştirmek zorunda kalırdı!

Beni oyun konusunda güldüren anım epeyce çokmuş…

Yıllar önce İngilizce öğrenmek için İngiltere’ye gittiğimde yaşlı bir çiftin yanında kalmıştım. Ve bir gece kadıncağız bana bir oyun gösterdi. Şimdi herkesin bildiği Scrabble la orada tanıştım. Bana kuralları anlattı ve başladık oynamaya. İlk oyunu ben kazandım. Kadıncağız o kadar bozuldu ki, ben binbir özür diledim yarım yamalak ingilizcemle ve dedim ki bu acemi şansı! Derken ikinciyi oynadık aynı gece, ben yine kazandım. Artık söyleyecek bişey de bulamıyordum. Tabii o zaman pek gençtim, nezaketten falan da pek haberim yoktu ve sanırım kazanmayı insan sevindirmekten daha çok seviyormuşum. Kutu o gün dolaba kalktı ve gidene kadar da bir daha ortaya çıkmadı ve ben yurda dönerken ilk Scrabble setimle dönüyordum.
Ev sahibem (ismini hatırlayamıyorum) kendi lisanında bir yabancıya yenilmekten üzgündü. Fakat işin aslı o değildi tabii. İşin aslı o amatör, ben profesyonel bir oyuncuydum J

Oyunlarda şans faktörünün çok olanları ve az olanları gibi bir ayrım da var.
Bazı oyunlar (mühimsemek için olsa gerek) şans faktörü sıfır diye tanımlanırlar. Buna katılmıyorum. Evet şans etkisinin çok az olduğu oyunlar var ama dağılım perilerini yok sayamazsınız yine de.

En kibirli oyuncular şans faktörünün olmadığı söylenen oyunlardan çıkıyor.
İnsanlar şansları ile değil becerileriyle övünmeyi tercih ediyorlar.
Fakat bu kibirli oyuncular da yenildiklerinde işin içine biraz şans karıştığını kabul etme eğiliminde oluyorlar.

Oyunda kaybetmenin asılda 3 önemli faktörü var:

1. Seviye faktörü: Oyuncuların seviyeleri üç aşağı beş yukarı aynı seviyede olmalıdır. Eğer seviyeler çok farklıysa, düşük seviyede olanın kaybedeceği açıktır.

2. Şans faktörü: Daha öncede belirttiğim gibi her oyunun içeriğine göre değişen ama asla sıfırlanamayan “kaza” faktörüdür bu.

3. Kişisel hatalar faktörü; İşte esasında biz bu düzeyde oynuyoruz oyunları. Çünkü ilk iki faktör zamana bağlıdır. Kişisel zorlamayla fazlaca değiştirilemez.

Dolayısı ile ben bir oyunda kaybettiğimde hemen kısa bir muhasebe yaparım;
seviyemiz nasıldı? Diyelim birbirine yakın, tamam.
Şans nasıldı, eh idare eder (özel bir kaza günü değildi!).
O zaman kişisel hatalarım sebebiyle yenilmiş olduğumu anlar hemen oyun stilimi gözden geçiririm.
Zaten bunlar anlık meseledir. Derhal hatayı nerede yaptığımı bulur, ikinci oyunda taktik değiştiririm.

Aslında ben rakiplerimin kaybettiği oyunlarda da bu muhasebeyi yapar, onlar adına yenilginin sebebini bulurum. Tabii onlara söylemem; çünkü bunu benden talep etmiyorlar.  Eğer şanssızlıkla kaybetmişlerse bunu söylerim çünkü bu onların egolarını yaralamaz hatta hoşlarına da gider.

Eski eşim (aynı zamanda çok da iyi arkadaşım) iyi bir oyuncuydu. Onunla oynadığımız oyunların haddi hesabı yok. Onun fevkalade güzel bir taktiği vardı. Oyuncu olarak seviyemiz aynı olduğundan kazanmamız ancak kişisel hatalarımıza (şansı saymıyorum bile) bağlıydı.
Birkaç el oynadık ve ben yendiysem derhal taktik değiştirirdi.
Taktiği şuydu; “hızlı oyna, kötü oyna!”

Öyle hızlanırdı ki kağıtlar havada uçuşmaya başlardı, bunu belki sporculuktaki “saha presi” tanımıyla bağdaştırabiliriz. Ben önce duruma aymazdım tabi (çünkü taktik değiştirdiğini bana söylemezdi haklı olarak) ve muhtemelen öyle bir noktada bunun farkına varabilirdim ki artık atı alan üsküdarı aşmıştır, geri çeviremiyeceğim bir yere gelmişiz. Yani o oyun gitti gider!
Allahtan hiç bir oyuncu sonsuza kadar “press” yapamaz.
Herkes sonunda kendi hızına döner.

Sibel Atasoy

12.05.2005

Küçük bi not: Hayat da bir oyundur.

5 Yorumlar

  1. Turan says:

    “”Oyunlarda şans faktörünün çok olanları ve az olanları gibi bir ayrım da var.””

    Sans faktörünün yok olmasi oyunun sonucunu önceden bilmekle es degerdedir (yapilan hata payi sifir ise). Bu da o sahista “ben herseyi biliyorum” duygusu uyandirir. Iste bu duygu iliskilerde zehirdir. Karsisindakini agzini acmadan ne söylemek istedigini zannedenler gercekte sadece kendi sanrilarini biliyorlar, karsidakileri degil. Bu da iliskinin kilitlenmesine neden oluyor…

    “”En kibirli oyuncular şans faktörünün olmadığı söylenen oyunlardan çıkıyor.””

    Evet, bunlar “ben herseyi biliyorum” diyen tipler…

    1. says:

      İlginç ama şansa gerek olmayan durumları ciddiye alanlar daha ziyade erkekler galiba, kadınların böyle bi şeyi fazla dert ettiklerine rastlamadım. Gerçi bunun sebebini de tahmin etmek pek zor değil gibi; eril enerji bireyselliğin zaferi için uğraşır 🙂
      Ben de gençliğimde akıla ve zekaya fazlaca düşkündüm, yine de çoğu kez şansın yanımda olduğunu itiraf etmekten çekinmezdim ve bunun için de evrene minnetar olurdum doğrusu 🙂

  2. Aşkın Vezir says:

    Ellerinize sağlık çok güzel bir yazı,teşekkürler..
    Bir “eril” olarak sadece “şans” faktörüne itirazım olacak..:-) Genelde haklı olabilirsiniz ama satrançta şans faktörüne yer yoktur.Eğer o güne ait kişisel psikolojiyi “şans” olarak alırsanız,istisna olmak kaydıyla.:)

    1. says:

      Teşekkürler, bizatihi deneyimden 🙂
      Tabi satrançta ve GO’da kağıt/taş dağıtımından kaynaklanan bi şans faktörü yoksa da söylediğiniz gibi o anın, rakibin, kendinizin, çevrenin hatta rüzgarın, kokunun, sesin yani her türlü frekansın sizden yana ya da rakibinizden yana olma olasılığını “şans” torbasının içinde sayabiliriz 🙂

  3. […] Farkında olamadığımız bağlantıları hesaba katmak istemiyor olabiliriz ve bu bizi kızgın ya da üzgün yapabiliyor.. Ben zeytin ağaçlarının kesilmesini istemiyorum çünkü öyle hissediyorum ve bu hisleri destekleyen argümanlara sahibim fakat kolektif ağın yanlışı olmadığını da biliyorum, eğer kesilirse(umarım olmaz) evrimin hangi yoldan ilerleyeceğini bilmiyorum. Bütüne vakıf olduğumu iddia edecek kadar hadsiz değilim, henüz bebek gibiyim, sadece operasyonların daha az acı ve gözyaşı ile gerçekleşmesini diliyorum. Biz buna halk dilinde hayırlısı olsun deriz. :) * İnsanların HAKİKAT diye tırmalandıkları şey; enerjinin gün yüzü görmemiş halidir.Biz güneşten önce göremeyiz. Ancak ALACAKARANLIKTA yani uyku-uyanıklık arasındaki bölgede bir şeyler seçer onları önceki bildiklerimizden yola çıkarak bir şeylere benzetiriz ve “buldum buldummmm!” diye koşarak dünyaya hediye ederiz :) Çok tatlıyız * Oyunda kuralların hepsi farazidir, buna onay vermeden oyun başlamaz. Seyirciler de buna dahil Örneğin tavlanın kurallarını kabul etmiyor ve ben tahtayı kafana atacağım diyorsan, kimse seninle tavla oynamaya oturmaz :))))) Üstelik yeni bir oyun icat etmek çok ama çok zordur bu sebeple insanlar mevcut oyunları revizyona sokarak ilerler bu daha kolaydır. Peki anlaşma için hangi yöntemleri kullanmalı? Örneğin çok kişili bir oyunsa ve kurallar için her kafadan bir ses çıkıyorsa sonuca kim karar veriyor? Bana göre en iyisi hangi metodun hangi revizesini oynadığını ilk söz olarak belirtmek gerek, örneğin briç oynayacaksak beşli majör oynuyorum ve şöyle bir iki kişisel tercihimi de kullanıyorum demelisiniz ve bunu hem ortağınız hem de rakipleriniz duymalı. Böylece o sistemi bilmeyen ya da tercih etmeyenler hemen masadan kalkar. Kimseyi zorla oyuna oturtmaya çalışmayın, bu ilk kural :) kendi oyununuza uygun birileri nasılsa gelir onların kıymetini bilin. Bazen de oyun değiştiririz bana sık sık olur, bi oyunu on seneden fazla oynayamıyorum, bööö geliyor! Genelde senemi doldurmadan bikaç yıl önce yeni bi oyuna merak sarıp onun acemisi oluyorum, çalışıyorum, ne zaman eksper durumuna gelirsem yeni oyuna zıplıyorum. Tabi eski dost hiç bi zaman düşman olmuyor :) onu da göz ucuyla zevkle takip ediyorum. Bütün bunlar hem oyun diye bildiklerimiz hem de hayat oyunum için geçerlidir :) Not: 2005 yılından eski bir oyun ve oyuncular çözümleme yazım varmış, isterseniz ona da tıklayınız. […]

Sibel için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir