Öykü ve Roman

 

 

Binlerce roman vs. okumuş biri olarak arada önemli bir fark olduğunu söyleyeceğim.
Öykü olay anlatır. Ve bunu çarpıcı bir uslupla yapmak zorundadır; çünkü yeri kısıtlıdır. Kelimeleri çok iyi seçmeli, kahramanını, toplumun en belirgin olarak işaret ettiği şablonlardan akıllıca seçerek, bir çırpıda tanıtmalıdır. Konuyu uzun zamana yaymamalı, aşırı tasvirlere hiç bulaşmamalıdır. Süsleme sanatını kullanacak mesafeniz olmadığı için kurgu, olağanın üstünde zekice olmalı.
Yani özetle öykünün, bir atımlık kurşunu vardır. Ve onu en optimum şekilde kullanmalıdır. Bu açıdan bakıldığında öykü yazmanın zorluğu gayet iyi anlaşılır. Pardon iyi öykü yazmanın demeliydim. Pek çok ünlü ve iyi roman yazarı bulabilirsiniz ama başarılı öykü yazarı bütün dünyada iki elin parmaklarının sayısını geçmez.
Ve bu açıdan bakıldığında sadece çok başarılı öykülerin hatırda kalma olasılığı vardır. Örneğin Aziz Nesin’in bir çok öyküsü ta gençlik yıllarında okumuş olmama rağmen (hafızam da berbattır) halen aklımdadır. Keza Çehov, 
Maupassant, O’Henri gibi büyük ustaların da aklımda kalan öyküleri var.
Romana gelince, herkes roman yazar. Yani sabrı olan herkes demeliyim. Öykü 200 metre koşusuyken, roman marotondur. Adı büyük gibi geliyor ama mesele yalnızca sabır ve dayanıklılıkla ilgili.
Romanda mesafeniz çok uzun, kahramanlarınızı doya doya tanıtın, tasvirler yapın, iç içe kurgular döşeyin. Yani her bişeyi yapabilecek imkana sahipsiniz. Romanın çok iyi olmasa bile hatırda kalışının sebebi, okuyucuya kahramanlardan en azından biriyle özdeşleşmek için imkan ve zaman tanımasıdır. Romanda olaylardan çok kişilere odaklanır okuyucu. Onları kendisiyle, yakınlarıyla kıyaslar. Kitap süresince bu işlemi defalarca tekrarladığı için hatırda kalması normaldir. Üstelik roman yazarı öykü yazarı gibi zekasını ispat etmek zorunda da değildir.

Romanlar, AYın çeşitli halleri gibi ışık yayarlar, öykü ise karanlıkta çakan bir şimşektir.
Tabii söylediklerim her zaman yaptığımız gibi subjektif saptamalar. Eminim her kişinin kendi deneyimlerinden kaynaklanan görüşleri vardır.

Okuyucular açısından gözlemim ise, hiperaktif ve odaklanma zorluğu çeken okurların daha çok öyküyü tercih ettiği yolunda. Aslında enteresan da bi çıkmaz var bu konuda. Okurların kitap okuyacak zamanları kısıtlı. Malum yaşam gaileleri, öncelik sıralamaları vs. Bu sebeple okurun konumu öykü okumaya daha uygun; fakat gelin görün ki (yukarda anlattığım sebeplerle) iyi öykü bulmak zor. Durum böyle olunca, roman yazarları kitabı, aynı dizi film mantığı ile bölümlere ayırmaya başladılar. Talebe karşı doğal bir refleks belki bu. Böylece okuyucuya her seferinde hiç olmazsa bir bölüm bitirtmeyi ve böylece “bitirme” doyumunun az da olsa duyumsanması hedefleniyor.

 

Öykü yazarları neden bir süre sonra roman yazmaya başlıyorlar. Acaba roman yazmak öykü yazmaktan daha mı kolay görünüyor onlar için?

 

Roman yazarlarının önce öykü ile başlaması tamamen teknik sebeplerle oluyor. Isınmak için! Anlarsınız bir maratona cesaret etmek kolay değil. Önce kısa metraj filmlerde kendinizi denersiniz, çevredeki insanlara okutursunuz, otoritelerin fikrini duymak istersiniz. Bir yazar hiç bir zaman yazdıklarından emin olmaz (belki de emin olamama hali yazma gücünü verir!).
Zaten roman yazarlarının ilk öyküleri, teknik olarak bir öyküden çok bir roman başlangıcı gibi olur Hani soluğu yetişmemiş de bir pınar başında nefeslenmeye durmuş gibi olur. Zaten romana cesaret ettikten sonra da dönüp bir daha öykü yazmaz çoğu.
Dediğim gibi roman yazmak daha kolay. Sabır ve dayanıklılık sınavını geçmişseniz daha kolay. Ben aslında romanlarda edebi yazarlarla, olay anlatanları da ayırıyorum. Bunların okuyucu gurupları da farklıdır.
Örneğin edebi roman okurlarına bakın mutlaka şiir sever onlar. Kendi şiir denemeleri de vardır.
Tür olarak edebi roman türüne girmeyen çoğunluğun okurları ise şiirle alakasızdır. Onların çoğu siyasetle, popüler bilimle, polisiye ile ilgilenen, hatta şiiri gereksiz bulan tiplerdir.
Roman yazarının sonradan bir de öykü kitabı çıkmışsa, yüksek ihtimalle o öyküler roman öncesi dönemde yazılmışlardır.
Sonuç olarak, öykülerin çoğu, yazım hayatına adım atmak için, öğrencilik döneminde yazıldığından hamdır ve ağızda fazla lezzet bırakmaz bu sebeple de okuyucu öykü kitaplarını pek tercih etmez. Dolayısı ile yayımevleri hiç tercih etmez.

Bir romancının ünlenip, iyice kabul gördükten sonra öykü yazdığını ve bastığını ben pek bilmiyorum. Mutlaka vardır ama sanırım çok nadir olmalı.
Varsa bile o yazar, zekasına ve becerisine çok güveniyordur. Ya da bir meydan okumaya ihtiyacı vardır. Yani kendine challange dır öyküleri!

 

Sibel Atasoy

19.10.2005

(Bir sohbetten kalanlar)

3 Yorumlar

  1. says:

    Ayrımı çok güzel yapmışsın. Ne zaman senin yazılarını okusam “tabii yaa” nidasını yaşatıyorsun bana. Bu yüzden insanlara “Hayat öykünü” anlat deriz. O insanla ilgili karanlığa şimşek çakması için. Bazıları benim hayatım roman olur der, acaba bu ayrımın sebebide “öyle hızlıca ve çarpıcı birşey yok, ancak süslemelerle adam ederim” demek midir?

  2. says:

    Çok Hoş bi geçiş yapmışsın Ufuk, örneğin ben “hayatım beş roman olur şimdilik” diyebilirim belki! :)))

  3. […] kitabı çıkarmak bence her yazarın harcı değil. (Bu konuda bi aralar yazmıştım, bakınız: https://sibelatasoy.com/?p=491 ) Roman öncesi öyküler ile roman sonrası öyküler arasında bence farklar var, bunları […]

Sibel için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir