Ortak Kaynakların Paylaşımı-14

Akıl ve mantık bir canlının sorunlarını çözme yeteneği olduğuna göre, hem kendinin hem de tüm diğer varlıkların sorunlarını katmerleştiren insanlığın akıl ve mantık sistemi sağlam olabilir mi?

“Ortak Kaynakların Paylaşımı Trajedisi”  olarak da bilinen “Allmende dilemma” şimdiye kadar hiçbir devletin çözemediği bir sorundur. Bunun yanı sıra işsizlik, işçi-işveren, amir-memur kavgaları, her tür komplo, her türlü cinayet, miras davaları, ırk-din-dil ayrımına dayalı sorunlar, çevre-kirliliği, vs. gibi insanlığın çözemediği daha sürüyle sorun vardır.

Ve hepsinin temelinde insanın hayata bakış açısı yatar.

Hayata bakış açısı derken şunu kast ediyorum: Hayat neden doğum-ölüm döngüsü üzerine oturtulmuştur ve bunu böyle ayarlayan güç sistemi nasıl bir güç sistemidir? Neden böyle bir döngüyü tercih etmiştir?

İşte sorun bu sorunun yanıtını bilip-bilmemenize bağlıdır. Bu sorunun bilimsel yanıtı bizi tüm sorunlarımızın çözümüne götürür.

Sürekli değişim-dönüşüm içinde olan dinamik bir doğal sistem içinde yaşıyoruz. Dinamik sistemli bu doğada her şey  “information & self-organisation = çevrendeki değişim dönüşümler hakkında bilgi edin ve o bilgilere göre örgütlen” olarak özetlenen dinamik sistemler fiziği teorisi ilkelerine göre gerçekleşmektedir. Bilgi ise hep varlıkların iç bileşenlerinde (yani bedenlerimize ait tüm bilgiler bedeni oluşturan hücrelerimizde) kayıt altına alınıp-işlenmektedir. Yani bizlerin düşünce ve davranışını düzenleyen ve kontrol eden varlık, içimizdeki hücrelerimizdir. Hücreler bu işi yaparken, duyu organlarıyla kendilerine gelen verilerden yararlanırlar. Çünkü onlar değişim dönüşüm içinde bir doğal sistem içinde yaşadıklarını ve bağımlı oldukları enerji kaynaklarının sürekli değiştiğini çok iyi bilmektedirler. (Enerji kah bir dinozor bedeninde, kah bir memeli hayvan, kah bir mısır veya buğday tanesi içinde depolanır. En temeldeki canlılar olan kuantsal salınımcılar (wavicle) ise, doğadaki en ekonomik enerji depolayıcı yapısallaşmalara tünelleme etkisiyle göçerek, en iyi yapısallaşmaların devamını, kötülerin ayrışmasını sağlayarak, doğadaki denge ve düzeni, milyarlarca yıllık süreçte oluşturmaya çalışırlar. Dolayısıyla, hücreler de daha tabandaki başka canlılara bağımlıdırlar.) Bu nedenle hücreler çevrelerinde nelerin nelere dönüştüğünü, ne tür yenilikler ortaya çıktığını vs. duyu organlarından kendilerine gelen verilere göre düzenlenmek zorunadırlar. İşte sorunlarımızın nedeni bu konuda hücrelerimize verdiğimiz temel bilginin yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Bizler genel hayat görüşü olarak, canlılığımızı ve hayatımızı hücrelerimize bağımlı, onların tasarımı ve denetimi altında olduğu şeklinde, yani tabana bağımlılık prensibi şeklinde çocuklarımıza aktarmıyoruz.

►- Hücreler neden beden gibi yapısallaşmalar içinde bir araya gelirler?

◘- Daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmak için!

►- Bedendeki ortak yaşam sisteminin kurallarını kimler koyuyor?

◘- Hücrelerin bizzat kendileri karşılıklı sinyalleşmelerle ortaklıklarının temellerini oluşturuyorlar!

Ve bu kurallar 1-2 yılda değil, milyonlarca yıl süren karşılıklı etkileşimler sonucunda olgunlaşıyor! Öyle bir kişinin “Şu şöyle olsun” demesi şeklinde bir oluşum doğada mevcut değil. İnsanlık yaklaşık 2-3 milyon yıllık bir geçmişe sahip, ve ancak günümüzde bu sorunu tartışmaya ve ortak yaşamın kurallarını oluşturmaya başlamak üzere.

Aynı sorun insanların önünde duruyor. İnsanlar neden toplum denilen sistemler içinde yaşıyorlar da, tek-tek aileler şeklinde yaşamıyorlar?

Dolayısıyla, insanların daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmaları için başvurulacak yöntem, toplum hayatının bir ortak yaşam sistemi olarak görülmesi ve buna göre davranmasıdır.

Sözün kısası, sorunlarımızın hepsinin tek bir nedeni vardır, o da, doğadaki sistemi yanlış yorumlamış olmamız ve bu yanlışlığı gelenek-göreneklerimize işleyerek, sosyal bir hastalık şeklinde nesilden nesile otomatik olarak aktarmamızdan kaynaklanmaktadır.

Çok sorunlu bir dönemden geçiyoruz ve sorunlarımızı çözemediğimizden, gittikçe daha karanlık bir döneme doğru gidiyoruz. İnsanlar farklı kutuplara ayrılmışlar ve birbirleriyle anlaşma-uzlaşmadan çok uzaklar. Kimimiz temel düşmanı dışımızdaki güçlerde arıyor, kimimiz içimizde ve bu nedenle hep birbirimizle sürtüşmek ve savaşmakla meşgulüz.

Sizlere yıllardır çok basit bir çözüm formülünden söz ediyorum. Bu basit formülü uygularsak tüm sorunlarımızın ortadan kalkacağını somut örneklerle gösteriyorum. Ama öylesine kafamızı başka yönlere bakmaya şartlandırmışız ki, ne medya bu basit çözüm formülünü bir-iki paragrafla sütunlarına alıp, bu konuyu okurlarının dikkatine sunuyor, ne tepedekiler bu formülü dikkate değer görüp üzerinde bir tartışma başlatıyor. Hâlbuki bu formül doğadaki sistemin özünden türetilmiş bir formül; yani tamamen fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, vs gibi temel doğa bilgilerinden yararlanılarak doğadaki oluşum sistemini tanımlayan tamamen bilimsel verilere dayalı bir çözüm formülü.

Peki neden insanlarımız önlerindeki bu basit formülü dikkate alıp, sorunlarının üstesinden gelmiyor da,

► hala düşmanı farklı yerlerde arıyor? Düşman kafamızdaki yanlış bilgilerde değil mi?

► Kafamızdaki bilgiler doğru olsaydı, tüm sorunları çözen ve tamamen doğal sistem bilgilerine dayalı olarak oluşturulmuş bir formülü dikkate alıp, birbirimizi karşılıklı olarak öldürmeye son vermez miydik?

İnsanların davranışları beyinlerine işlenen bilgilerle denetlenir. Bu bilgiler arasında temel “hayat” görüşü en önemli olanıdır. Hayatınızın anlamı nedir, hayattan beklentiniz nedir? Bu soruyu kendinize sorun ve yanıtını verin.

Çoğu insan hayatın anlamının ne olduğu sorusunun yanıtını bilmez. Dolayısıyla hayatın neden “doğum-ölüm döngüsü” üzerine oturtulduğunu da bilmez. Bu nedenle hayattan beklentisi “daha fazla mal mülk sahibi olmak“gibi doğadaki mevcut oluşumlardan bir pay kapmak şeklindedir. Özetlenecek olursa “pay kapmak” günümüz insanlığının hayatlarındaki temel amaçtır. Bu temel hayat görüşü etkisi altında yetiştirilen insanlık, sahip olduğu mesleğe göre, doğayı parsellemeye ve payını artırmaya çalışmaktadır. Yöneticilik dediğimiz devleti (yani toplumsal sistemi) sevk ve idare etmekle yükümlü olanlar da, devleti bir toprak parçası olarak görürler ve o toprak parçasını sahiplenmek, onu büyütmek için çabalarlar. Yani temel hedefleri o toprak parçası üzerinde yaşayanların daha rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamak değildir. Amaç ve hedef bu olmayınca, toplumsal bir ortaklık sistemi oluşturma gibi bir çaba da bulunmamaktadır. Halbuki temel amaç ve hedef, yaşayanların nasıl daha mutlu bir sisteme kavuşturulacağı olsaydı, o zaman yöneticiler arasında karşılıklı bir anlaşma ve uzlaşma eğilimi olurdu, çünkü rahatlamaya giden yol birleşme ve bütünleşmeden, yani ortaklıklar oluşturmaktan geçer.

Toplum bir ortaklıktır. Ortaklık oluşturmanın temel nedeni, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmaktır. (Yalnız başına yaşayan bir insan tüm gereksinimlerini kendisi karşılamak zorundadır. Buğday yetiştirecek, değirmen yapıp un öğütecek, fırın yapıp ekmek pişirecek; demir, bakır, vs bulacak, bu madenleri ergitecek düzenekler yapacak, onlardan kap-kacak, kazan, tencere üretecek; yiyeceği etleri sağlayacak hayvanları yetiştirecek, giyeceği elbiseleri yapacak pamuk üretecek, pamuktan iplik yapacak tezgahı, iplikten kumaş yapacak atölyeyi, vs, vs. 24 saatlik günlük bir döngü ile sınırlanan hayatta bu işleri yapmaya hiçbir insan yetişemez; bunları yapacak ne zamanı ne de bilgi kapasitesi vardır.) Çünkü yalnız yaşayan biri her işi kendisi yapmak zorundayken, ortaklık sisteminde her birey bir iş yapar ve hizmetler karşılıklı olarak takas edilir. Bir şeyi en iyi şekilde yapanlar tercih ve teşvik edilir. Dolayısıyla, en ekonomik şekilde bir şey yapma çabaları (yani bilgi oluşturma) hayatın temel amacını oluşturur. Bu nedenledir ki, doğadaki oluşum ve gelişimleri açıklayan dinamik sistemler fiziği “information & self-organisation = bilgi edin ve ona göre örgütlen” olarak özetlenmektedir.

Ortaklıklar, karşılıklı anlaşıp-uzlaşmayla sağlanır. İnsanların, özellikle de siyasetçiler ve diğer yöneticilerin, birbirleriyle daha rahat bir ortak yaşam sistemi oluşturma konusunda anlaşıp-uzlaşamamalarının tek bir nedeni vardır: Mantıksal değerlendirme sistemlerinde temel bir hata olması. Bu hata insanların yaşamlarını lider olarak kabul ettikleri kişilerin görüşleri doğrultusunda yönlendirmeye alıştırılmış olmalarından kaynaklanır. Günümüz liderlerinin görüşleri ise, geçmiş zamanlardaki “liderlerden” esintilerdir. Durum böyle olunca, toplumu yönetmekle görevli kişilerin temel amaçları, insanlarını daha rahat bir yaşam düzeyine ulaştırmak değil, kafalarındaki liderlik sistemi bilgilerini savunmak olmaktadır. Dinciler, kapitalistler, sosyalistler, liberaller, milliyetçiler, vs. her biri kendi görüşlerini savunmak ve hayata geçirmek için masaya otururlar. Daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmak gibi “hayatın evrensel amacına uygun” temel bir görüşleri yoktur!

Mantıksal sisteminde bozukluk olan insanların birbirleriyle anlaşıp-uzlaşması söz konusu olamaz, çünkü her bir taraf, diğer taraftaki mantıksızlığı ileri sürer. Onun için mantıksal sisteminde bozukluk olmayan bir görüşün temel alınarak, o görüş çerçevesinde masaya oturmaktan başka çözüm yolu yoktur. Ülkemizde (ve de dünyamızda) yaşananlar hep bu temel mantık çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır.

Prof. İsmet Gedik-Hücre Yapısı

-devam edecek-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir