Yaklaşık üç aydır rüyalarım çıldırdı! Yani şu manada farklılık var, çok kalabalıklar, tanımadığım ve bazen bir iki tanıdığım insanlarla DEVAM EDEN bir yolculuk ve uğraş içeriyor. Üstelik gün boyunca rüyadan sahneler aklıma geliyor ve onların tüm duygusunu gerçeklik olarak hissediyorum, ancak birkaç saniye sonra onun rüyalardan bi sahne olduğunu hatırlıyorum.
Konu; zamanı yavaşlatmak!
Barış bey yine güzel anlatmış, teknikleri, önerileri yapmış ve son beş dakikada ucuca birleştirilmiş bir klip sunmuş (benim favorim delikten geçen top), izlemek için
tıklayınızGelelim zamana 🙂
Zamanı yavaşlatmak bir başka deyişle kendini hızlandırmak anlamına geliyor.Zamanın değişik kozmoz bölgelerinde farklı akması da cabası. Bilimkurgulara epeyce malzeme çıkıyor bu yolla. Yine LUCY filmi geldi aklıma! O Beynini daha çoğunu kullandığında hızlanmıştı, yani zaman yavaşlamıştı ve böylece tüm detaylar göz önüne serilmişti! Belki de bilincin artması denen şey bununla alakalıdır. Gerçi ama iyilik/kötülük azizlik filan diye itiraz edecek olanlar olabilir fakat bilincin bu kavramlardan haberli olduğunu sanmıyorum. Sandığım yegane şey; varoluşun saçılmadan önceki birlik haline dönmek için doğal bir itkisi oluşu! Eğer buna iyilik diyorsanız, evet neden olmasın 🙂
Hayatımda gördüğün en etkileyici
jenerik bu oldu. İnsanı hem hayran bırakıyor hemürpertiyor.
Dün geceki bölümde şöyle bir replik geçti (üstelik pek de gerekmeyen bi duruma eklenmiş gibi duruyordu):
“
seni tanıyan son kişi öldüğünde aslında hiç var olmamış olacaksın.”
Bu cümle felsefecilerin iyi bildiği bir kavram olup gençliğimde duyduğumda bende ışık çaktırmıştı. Hani “
çıkmaz ve kimsenin gelip gitmediği bir sokağa kırmızı bir ferrari bırakıp unutursan, bu ferrari var mıdır yok mudur?” sorusuyla çıkmıştı karşımıza. Benim buna cevabım hala “yoktur”, yani fikrim değişmedi. Fakat sonraları bu ilk cümlenin, sadece zekaya hitap eden felsefi şaşırtmacalı bir soru olmayıp tamamen mistik bir ifade olduğunu da fark ettim.
Dinlere de taşınan, ölenlere yapılan bütün o pagan adetlerin, kişilerin yaşarken yaptıkları dünyaya bıraktıkları işaretlerin(en küçüğünden en büyüğüne-keops’tan tutun da dev Buda heykellerine vs) halen hatırlanmak ve
varlık katmanlarının bir yerinde yaşama devam etmek için olduğunu anladım.
İşin ironisi şu ki, insanlar tanrıya kavuşmak için bunca ter dökerken(!) bir o kadar da hiçliğe/bilinmeyene yani sonsuz kaynağa karışıp gitmekten geri duruyorlar. Bu korkudan mı? yoksaa faydalı ayrılık prensibinin devam ettirilmesine dair en eski medeniyetlerin içimize kök salmış olmasından mı bilemiyorum.
Aloha frekanslar