Kutsal devir-teslim

Kadın Ana’ ya da ‘Ma’ Luvi’lerin, bilinen ilk kadın önderiydi..Anadolu güneşinin altında,tohumu tarlaya ilk eken ,toprağa suyu ilk veren,ilk meyve fidanını aşılayan ve hayvanı evcilleştiren ‘Kadın Ana’ oldu.O toprağı işleyen,besleyen doğuran ve koruyan ilk canlı varlıktı,Luvi’lerin anaerkil toplum yapıları ve toprağa bağlı ekonomik yaşamları onun ellerinde şekillendi.Luvi’ler onun çocukları olmaktan her zaman büyük bir övünç duydular Ona ve sonraki kuşaklarda Luvi kadın örgütlülüğünün başında bulunan ve onu temsil eden ‘Kadın Ana’lara sonsuz saygı gösterdiler.Kadın Ana bu toplumsal düzen içinde sevgi ve sadakat ile bağlı bulunulan bir üstün irade idi.Luvi’lerin ‘Kadın Ana’ya olan bağlılıkları hürmet ve vefaya dayanıyordu.Ona kulluk etmiyorlar yada ona tapınmıyorlardı.

Eski çağın gizemli, saygın ve kutsal ‘Ma/Kadın Ana’sısı sonraki çağlarda Anadolu’da ve komşu coğrafyalarda ortaya çıkan uygarlıkların tanrılar panteonunda ‘Ana Tanrıça’ haline getirildi. Asur kolonisi Kültepe’de ‘Kubaba’, Hitit’lerde ‘Arinna’, Hurri’lerde ‘Hepat’adı ile anılan Ana Tanrıça Frigya’da ‘Kyebele’ye, Lidya’da
‘Kyebebe’ye dönüştü. Helen’lerin Ana Tanrıça Artemis’i ve onun Latin versiyonu Diana aslında Luvi’lerin ‘Ma /Kadın Ana’sının tanrıçalaştırılmış biçimleriydiler.

Anadolu’da Hıristiyanlık ile birlikte yaşamın tüm alanlarını kaplayan ataerkil düzenden önce var olan bilinmeyen bir çağda ‘Kadın Ana’ tarafından biçimlendirilen, anaerkil toplum yapısı erkeğin tüm yaşamı tek başına yönlendirdiği ataerkil düzenin ‘öznesi değişmiş’ bir benzeri değildi.Anaerkil toplum düzeninde-ataerkil düzende olduğu gibi- tüm otoritenin ve gücün kadınlar elinde toplanması ve erkeklerin kadınlar tarafından baskı altında tutulmaları akıllara bile gelmezdi.

‘Kadın Ana’ tarafından kurumlaştırılmış bu,ilk büyük sosyal yapı içinde kadın ve erkeğin birbirine üstün gelme mücadelesi yoktu.Cinsiyetler arasında ‘hükmeden ve hizmet eden’ ayrılığı bulunmuyordu. Bu toplumsal yaşam biçiminde kadınlar ve erkekler hayatın zorluklarını büyük bir dayanışma içinde, birlikte omuzluyorlar,yaşamın getirilerini birlikte paylaşıyorlardı.Üretim ve paylaşım, kişisel servet edinmeye değil,toplumsal fayda sağlamaya yönelikti ve komünal bir nitelik taşıyordu.Kadın ve erkek arasında statü farkı yoktu, saygınlıkları birbirlerine denkti ve aynı itibarı paylaşıyorlardı.

İznik konsilinden sonra Ön Asya’da misyonerlik faaliyetlerini devletin de desteğini arkasına alarak arttıran Hıristiyan kilisesinin yayılmacılığının önündeki en büyük engel ‘Kadın Ana’ oldu.Anadolu halkı ‘Kadın Ana’ imgesi ile o kadar bütünleşmişti ki, ‘Kadın Ana’ halk arasında o kadar saygındı ve o kadar vazgeçilmezdi ki,Hıristiyan Kilisesi kendi varlığını ve kendi inanç sistemini halka kabul ettirebilmek için ‘Meryem Ana’ figürünü ortaya atmak zorunda kaldı.

Hıristiyanlar ‘Kadın Ana’ profili ile bire bir örtüşen bir ‘Meryem Ana’ ortaya koymuş olsalar da ;İsa’nın annesi Meryem Ana,Anadolu’nun ‘Ma/Kadın Ana’sını ikame etmede başarılı olamadı.Kadın Ana geleneğinin ödünsüz takipçileri Alevi bacılar, Hıristiyanlığa ve ‘Kadın Ana’nın Hıristiyan doğması içinde deforme edilmesine en çok karşı koyanlar oldular,

Ortaçağ karanlığını kurumlaştıran Hıristiyan kilisesinin kayıtları, Kadın Ana ve Alevi bacıların Hıristiyanlık karsısında gösterdikleri direncin en açık kanıtıdırlar.Bu kanıtlardan açıkça anlaşılan odur ki;Türk-İslam sentezcilerinin kolonizatör İslam dervişleri olarak sundukları Anadolu Alevi bacılar topluluğu bu toprakların en eski kadın sosyal örgütlülüğüydü.

İslamiyet’in Arap yarımadasında ortaya çıkışından üç yüz yıl evvel ve Orta Asya çıkışlı göçler Anadolu’ya ulaşmadan yedi yüz yıl önce Anadolu’da toplanan Ekümenik Gangra (Çankırı) Hıristiyan konsilinin kayda alınmış ve bugüne ulaşmış tutanakları, Aleviler’in ve Alevi Bacılar örgütlenmesinin bu topraklarda her şeyden ve herkeslerden önce var olduklarını hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak biçimde teyit etmektedirler.Çankırı Hıristiyan konsili kayıtlarının lanetlerle donatılmış satırları –kendi küfürleri içinde de olsa-kısa saçları ve derviş kılıkları içinde dergahlarda komün yaşamı süren Anadolu kadınlarının geçmişlerinin aydınlatılmasında en önemli kaynaklardır.

‘Eğer bir kadın derviş hayatı yaşama bahanesi ile görünüşünü değiştirir,geleneksel kadın giysilerini giymek yerine erkek kıyafetine bürünürse ona lanet olsun’’(Çankırı konsili kanun no:13)

‘’Eğer herhangi bir kadın derviş hayatı yaşama bahanesi ile,Tanrının ona bağımlılığını ve itaatini hatırlatmak için verdiği uzun saçlarını bu bağımlılık düzenini bozmak için keserse ona lanet olsun.’’(Çankırı konsili kanun no:17)

1240 yılında,büyük Malya bozgunundan sonra Hacı Bektaş-i Veli,yorgun yaralı ve büyük düş kırıklığı içinde Karacahöyük ‘Kadın Ana’dergahına sığındığında bu kadim,bin yıllardır süren o muhteşem Alevi kadın örgütlülüğü hala ayaktaydı.’Kadın Ana’ geleneğinin koruyuculuğunu üstlenmiş olan dergahın Pir Bacısı, Kadın Ana ve onun müritleri Alevi bacılar XIII. Yüzyıl ortalarında kendi dergahlarında eski çağların görkeminden uzak münzevi bir yaşam sürüyorlardı.Olağan üstü zor koşullara tahammül ediyorlardı. Varlıklarını ve son güçlerini Alevi erkanının bekasına adamışlardı.Bu demekti ki;‘Meryem Ana’ aldatmasıyla donatılmış Hıristiyanlık ‘Kadın Ana’yı bu topraklardan tamamen söküp atmada başarılı olamamıştı.

1240’lı yıllarda Anadolu’da Alevi kadınları bir yandan tüm umutlarını Malya ovasında bırakmış yorgun ve çaresi tükenmiş erkeklerin yaralarını sararlarken bir yandan da ülkeyi boydan boya işgal eden barbarlar ordusuna karşı durabilecek kadar cesur olabilmişlerdir.

Mikail Bayram .Süryani tarihçi Bar Hebraeus’u kaynak göstererek Alevi bacılarının 1243 yılında Anadolu’yu istila eden Moğol ordusuna karşı Kayseri Şehrinin savunmasına katıldıklarını ve on binlerce kayıp verdiklerini öne sümektedir.Bu doğrudur MÖ 1190 yılında Truva’da ne olmuşsa MS 1243 yılında 2433 yıl sonra aynı şeyler olmuştur.Erkeğin dayanma gücünün bittiği yerde bu toprağın anaları korkusuzca savaş meydanlarına çıkmayı ve devrin en acımasız istilacılarına karşı savaşmayı ve bu topraklar uğruna ölmeyi her zaman bilmişlerdir

Kadın Ana’nın ve Alevi bacılarının son büyük sığınağı Karacahöyük dergahıydı.Bu dergahın son kadın sakinleri Kadın Ana ve müritleri onlarca yıl boyunca gizemlerini teslim edeceği ehil ellerin yolunu beklediler.Bu uzun ve meşakkatli bekleyiş Abdal Musa’nın Karacahöyük’e
(Venessa/Hacıbektaş) gelmesiyle sona erdi.

Ondördüncü yüzyılın başlarında Karacahöyük Dergahı’nı çekip çeviren Pir Bacı, Luviler’in kutsal ‘Ma/Kadın Ana’sının varisi ve temsilcisi, anaerkil yaşamın önderi bir ‘Kadın Ana’ydı.’Kadın Ana’ Abdal Musa’yı kendisine ‘yol oğlu’ aldı.O kendi yavrusuna ‘yol oğlu’na el verdi. Tüm geçmiş birikimlerini, geleneğini ve gelecek beklentilerini ona emanet etti..Abdal Musa kendisine bel bağlayan Kadın Ana’sının son umudunu boşa çıkarmadı. Alevi erkanı onun hünerli ellerinde yeniden hayat buldu. Ayağa kalktı. Alevilik bugün bir biçimiyle bu topraklarda hala yaşıyorsa, unutulmuş çok uzak bir tarihten bu yana Kadın Ana anısına kurumlaşmış bu toprakların en eski ritüeli bereket ve bolluk törenleri, Abdal Musa’nın hırkasıyla bütün Anadolu’yu hala köy köy dolaşıyorsa, bunun sebebi; on dördüncü yüzyıl başlarında Karacahöyük Dergahı’nda yaşanan o kutsal ‘devir-teslim’dir.

Karacahöyük Dergahı’nın ‘Kadın Ana’sından kutsal emanetleri devir alan ve ‘Kadın Ana’ eliyle Alevi erkanının, Işık geleneğinin temsiline yetkili kılınan, Abdal Musa’nın Anadolu’da Luvi’lerden bu yana ‘Ma/Kadın Ana’ onuruna yapılmakta olan bolluk ve bereket törenlerini ve ayinlerini (eksodos) yeniden kurumlaştıran kişi olması elbette bir tesadüf değildi.

Ana Tanrıça kılığında tüm uygarlıkların içine sızan, her zor koşulda ve her iklimde kendisine yaşam alanı bulan Hıristiyanlığın amansız muhalifi, Luviler’in ‘Ma/Kadın Ana’sı İslamiyetin Anadolu’da egemen olması ile birlikte yeni bir kisveye büründü.’Kadın Ana’ bin yıldan bu yana bu coğrafyada İslami bir kadın öznenin gizlisinde varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Semavi dinlerin hükümranlığı ile birlikte Anadolu’da sosyal hayatı erkekler biçimlendirmeye başladılar.Siyasi,ekonomik ve dini otorite de erkeklerin eline geçti.Ortaya çıkan bu erkeğin egemen olduğu toplumsal yapı ,kadını baskı altına aldı ve kamusal alandan uzaklaştırdı.Anadolu’nun anaerkil düzeni çözüldü ve dağıldı.Dışarıda kadın aleyhine gelişen son derece olumsuz erkek egemen havaya karşılık ,binlerce yıldan beri yerleşmiş,tüm Alevi bireyler tarafından benimsenmiş ve özümsenmiş ‘Kadın Ana’ geleneği sayesinde,Alevi sosyal hayatında ve Alevi aile yaşamında kadınların itibarı ve saygınlığı her şeye rağmen korunabilmiştir.

Bu ülkenin her köşesinde ‘Kadın Ana’nın ayak izi vardır.Rüzgarlar onun sesini hala bir dağdan ötekine taşır dururlar.Kadın Ana adına vakfedilmiş şehirler ve ülkeler Kazova’da Kapadokya’da,Pisidya’da ve Anadolu’nun hemen her yerinde kendi gerçeklerinin gün yüzüne çıkacağı günleri bekliyorlar.

Kadim bilgiler ve uzak geçmişi bugüne bağlayan kanıtlar hemen her gün her köşede küçük ve günlük emeller uğruna acımasızca tahrip ediliyorlar.Hoşgörüden yoksun karanlık güçler kendi dayattıkları kurguları doğrulayabilmek uğruna bu toprakların kültür mirasını ölçüsüzce talan ediyorlar.Bu gün pek çok gerçeğe ,Anadolu halkının kültür tahrifatına ve yapma tarihe inatla direnen toplumsal belleği ve yetkin bilim adamlarının namuslu çabaları sayesinde ulaşılabilmiştir. Alevi bacılarının XIII. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, bezgin dervişlerden sabırla topladıkları sırları ve kerametleri kendi belleklerinde sakladıkları kadim bilgilerini de üzerine koyarak Abdal Musa’ya teslim etmelerinin nedeni artık kabul edilebilir bir açıklamaya ve berrak bir cevaba kavuşmuşsa ,bunda çok kişinin emeği vardır.

İnsan üstü ve eşine az rastlanır bir özveri ile Aleviliğin Ortaçağ karanlığı içinde kaybolup gitmesini engelleyen Anadolu’nun yürekli kadınlarının ve bu toprakların onurlu geçmişi, aydınlık geleceği olan Işık İnsanları’nın çoğu zaman hüzünlü, her dem görkemli tarihleri, amaçları ve varlık sebepleri bin yıldan uzun sürmüş bir karanlığın ardından yeniden, bir kez daha gün ışığı ile buluşuyor. Uzun tarih dizin zincirinin görüş alanımızdan uzaklaşmış halkaları, hafızamızın gizli kalmış bölmelerinden dışarı çıkarak teker teker birbirlerine ekleniyorlar.

http://www.gencaleviler.com/forum/ma_kadin_ana_ana_tanrica_ve_isik_insanlari_aleviler-t276.html?s=de13febe0e70f0a82981b0d8bfa97b8b&

2 Yorumlar

  1. says:

    Eski Çağda Kadın Ana’nın halkı Luvi’ler (Işık insanları), Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış özerk yapılara sahip büyük bölümü ‘Ma’ya adanmış ‘dergah –devlet’lerin kutsal otoritesi altında yaşıyorlardı. Kuzey Suriye’den Akdeniz ve Ege kıyılarına kadar Anadolu’nun her yanında yaygın olarak bulunan Işık dergahları, birbirlerine saygıda kusur etmeyen ve genellikle aralarında yumuşak bir hiyerarşi bulunan bağımsız birer güçtüler. Hitit yönetim biçiminin temeli de ‘kutsal ve dokunulmaz’ statüleri güvence altına alınmış- ’dergah devlet’lerin koordinasyonuna dayanıyordu.

    Eski Çağın Luvi yaşamında kadınlar ve erkekler birbirine paralel ve birbirinden iki ayrı dini ve sosyal kurum oluşturmuşlardı.Luviler erkek sosyal ve dini yaşamının ruhani liderine ‘Adra’ adını vermişlerdi. Kadın örgütlenmenin önderine ‘Ma’ diyorlardı. Luviler varoluşun ve yaşamın kaynağı olarak niteledikleri kadına büyük saygı gösteriyorlardı,.anaerkil bir toplum yapısına sahiptiler. .Bu nedenledir ki ‘Ma’ adı Luvi sosyal hayatında ve inanç dünyasında her zaman baskın oldu ve sonsuz hürmet gördü.

    Luvi’ler ‘Ma’nın adını dağlara,ovalara,şehirlere ve ülkelere verdiler.Yüzlerce tarihsel coğrafyayı onun ada ile andılar.’Ma’ adına şehirler inşa ettiler.En görkemli mabetlerini ona adadılar.Onun ismini taşıyan devletler kurdular.Kendileri de ‘Ma’ adına yüceltilmiş mabetlerin ,kentlerin yada devletlerin her koşulda sadık ve vefalı vatandaşları oldular.’Ma’ya olan bağlılıklarını her şeyin üstünde tuttular.

  2. yazılanlar belgeleriyle birlikte yayınlandığında daha değerli daha anlamlı olur. akla uygun mantıklı çalişmaniz için tesekurler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir