Korku Kültürü ve Japon balığı

Adamın biri Japon balığı almış.
işten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş.
şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş balık.
Ama bir süre sonra balık yan yatmış,
debelenmeye başlamış.
Kavanoza koyup deniz biyologu olan bir arkadaşına götürmüş.
Biyolog incelemiş, demiş ki;
– İyi haberim var, kötü haberim var,hangisinden başlayayım?
– Hangisinden istersen
– İyi haberim balık hasta değil.
Kötü haberim suyun hasta.
– Su hasta olur mu ya?
– Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su.
Bundan dolayı bir bakteri girmiş .
Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.
– Ne yapmam lazım?
– Balığın suyunu değiştireceksin,bir de pompanı değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra.
Balık yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.

Bir kere, şu bilinmeyen/belirsizlik denilen canavardan korkunuzu yenebilirseniz, kahramanın sonsuz yolculuğuna çıkabiliyorsunuz. Korku, şu anın malı değildir, hiç olmamıştır, sadece gelecek denilen kurgusal bir olguya dayanan kurgusal bir duygudur. Hem toplumsal hem de kişisel yolculuklarda korku eşiğini, genelde ya aşkla ya da saf merakla aşma gücünü buluruz. Bize ulaşan mitler, masallar bunu tekrar tekrar hatırlatır. Kişisel öykümde ben ilk eşiği şu iki sözcükle aşmıştım: “nereye kadar?”

Korku gerçekten de insanları en hızlı harekete geçiren, üzerlerinde hakimiyet kurmayı kolaylaştıran bir araç. Yan gelip yatmayı önlemek adına tasarlanmış fakat bilincinin diğer yönlerine uyanmaya başlayanlara artık gerekmez bence.
Günaydın sevgili frekanslar, burada yaprak kımıldamıyor, öyle sakin ki ağaçlar, deniz, kuşlar ve böcekler, bazen aralarında dolaşan tini bile fark edebiliyorsunuz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir