Kırk Yama’yı Takdimimdir…
Bir İspanyolca terim olan ve “nehrin altındaki nehir” anlamına gelen
Rio Abajo Rio’yu ilk duyduğumda içimde birçok belirsiz hatıranın
kımıldandığını hissettim. Bunlar kendimi bildiğim bu hayatımla ilgili
olmayabilirdi bile, çünkü onları ne uyanıkken ne de düşlerimde daha
açık seçik, net anılara dönüştürecek sözcükleri ya da resimleri
bulamıyordum. Fakat o bulanık, belki biraz orman toprağı gibi kokan ya
da balçık hissi veren o şeyi tamı tamına biliyordum, gayet net
biliyordum.
Son yıllarda gelişini hissettiğim, adım seslerini hatta bazen
uğultusunu duyduğum “nehrin altındaki nehir”, Jung’cu bir psikanalist,
şair ve cantadora (eski öykü derleyicisi) olan Clarissa Estes’in
ortaya koyduğu vahşi kadın arketipi ile görünür oldu, bulutların
ardından birdenbire yüzünü gösteren haşarı sevimli ve gürbüz bir güneş
gibi benliğimi aydınlattı.
Bu sebeple Kırk Yama projesini takdime geçmeden önce Estes’in her biri
doğrudan yüreğimize ulaşan sözcüklerini, noktasına virgülüne
dokunmadan sizlere aktarmak istiyorum.
Vahşi Kadın arketipi ve onun ardında yatan her şey, bütün ressam,
yazar, heykeltıraş, dansçı, düşünür ve arayıp bulanların
koruyucusudur; çünkü bunların hepsi buluş işiyle meşguldür ve
içgüdüsel doğanın ana uğraşı da zaten budur. Bütün sanatlarda olduğu
gibi, kafada değil bağırsaklarda ikamet eder. İz sürebilir, koşabilir,
emir verebilir ve başından savabilir. Hissedebilir, saklanabilir ve
derinden sevebilir. Sezgisel, tipik ve normatiftir. Kadınların
zihinsel ve ruhsal sağlığı için son derece gereklidir.
Peki, Vahşi Kadın’ı oluşturan unsurlar nelerdir?
O, Hayat/Ölüm/Hayat kuvvetidir, yaşatma gücüdür, kuluçkadır. Sezgidir,
uzağı görendir, derin dinleyicidir, sadık yürektir. İnsanları çokdilli
kalmaya cesaretlendirir; düşlerin, tutkuların ve şiirin dilini akıcı
bir şekilde konuşmaya yüreklendirir. Gece düşlerinden fısıltılar
getirir, bir kadın ruhuna ait araziden geçerken arkasında kalın bir
kıl ve çamurlu bir ayak izi bırakır. Bunlar, kadınları onu bulma,
kurtarma ve sevme özlemiyle doldurur.
O, fikirler, duygular, dürtüler ve bellektir. O, yitirilmiş ve uzun
ama çok uzun zamandır neredeyse unutulmuştur. O, kaynaktır, ışıktır,
gecedir, karanlıktır ve şafaktır. O, iyileştirici balçığın kokusu ve
tilkinin arka bacağıdır. Bize sırları söyleyen kuşlar ona aittir. “Şu
yoldan, şu yoldan” diyen sestir.
Haksızlık karşısında tehditler savuran odur. Büyük bir çark gibi dönen
odur. Döngülerin yaratıcısıdır. Aramak için evi terk ettiğimiz odur.
Eve gelmemiz onun içindir. Ütün kadınların gübreli köküdür. İşimizin
bittiğini düşündüğümüzde bizi gitmekten alıkoyan güçtür. İddiasız ham
düşünce ve işlerin kuluçkasıdır. O, bizi düşünen akıldır, bizler de
onun aklından geçen düşünceleriz.
Nerede yaşar?
Kuyunun dibinde, membalarda, zamandan önceki eterde. Gözyaşında ve
okyanusta yaşar. O, büyüdükçe hışırdayan ağaçların kabuklarında yaşar.
Geleceğin ve zamanın başlangıcındadır. Geçmişte yaşar ve bizim
tarafımızdan çağırılır. Bugündedir; soframızda bir yeri vardır,
arkamızda sıraya girer ve yolda önümüzde gider. Gelecektedir ve
şimdide bizi bulmak için zaman içinde geriye doğru yürür. Karı delip
başını çıkaran yeşilde yaşar, solan güz ekinlerinin hışırdayan
saplarında yaşar, ölünün öpülmeye geldiği ve yaşayanın yakarılarını
gönderdiği yerde yaşar. Dilin üretildiği yerde yaşar. Dörtlük
notalarda ve yarım notalarda, bir kantatta, bir sestinada ve blues’da
yaşar. O, içimizde esinin patlamasından hemen önceki andır. Dünyamızı
delip geçen çok uzak bir yerde yaşar.
İnsanlar onun varoluşuna dair deliller, türlü kanıtlar isteyebilirler.
İstedikleri aslında ruhun varlığına ilişkin kanıtlardır. Biz ruh
olduğumuza göre, kanıt da biziz. Her birimiz yalnızca Vahşi Kadın’ın
varlığının değil, onun topluluk içindeki halinin de kanıtıyız. Bu
tanımlanamaz yaratıcı dişi gücün kanıtı biziz. Bizim varoluşumuz
onunkiyle paraleldir.
Yeryüzü anamız ve bizler, topyekûn şifalanma dönemine girerken, gönül
ve iş birliği yapabileceğimiz, alabildiğine geniş ve ferah bir mekâna
ihtiyaç duymakta olduğumuzu hissettim bunları okurken. Nehrin
altındaki nehre ulaşmak için derin bir istek duyuyordum. Bu özlem
içimden aniden fışkırdı ve kendi ismini fısıldadı: Kırk Yama.
Kırk Yama organizasyonu, katılımcı kadınların ellerinde şekillenecek
ve büyüyüp yeşerecek. Bireyselliğini elde etmiş, hayatının maddi ve
manevi planlamasını yapabilecek durumda olan kadınların el ele
verdikleri, dayanışarak yaratıcılıklarını geliştirdikleri berrak bir
alan. Faaliyet alanımız ise, katılımcılarımızın yetenek ve
yaratıcılıklarının uzanabildiği her yer diyebiliriz kısaca.
İnternette bir adresimiz olacak tabi: Kirkyama.org fakat bu adres bir
amaç değil sadece gösterdiğimiz faaliyetlerin sonuçlarının
sergilendiği kırk yamalı latif bir yorgan olacak. Öyle ki, üşüyen,
şifalanma için desteğe ihtiyacı olan herkesi içine alabilecek bir
yorgan.
Katılımcı olacak her kadın, kendini zaten benzersiz bir biçimde bu
dünyada görünür kılıyor, her birinin sonraki nesle ilham verici bir
öyküsü var ve biz bu eşsiz yamaların birleştiklerinde nasıl duracağını
merak ediyoruz? Ya siz?
Yüreğinizin sesine kulak verin ve kurucu üyelerden olmak için hemen
bize yazın lütfen.
Sevgilerimle
Sibel Atasoy
08.12.09
Fibromiyalji tarihçesi "Nörasteni" gibi terimlerle tanımlanmaya çalışılsa da 1904 yıllarında Gowers "fibrositis" tanımını kullanmış, böylece…
4 Mart 2020 Mircea Eliade: Dünyanın en tanınmış, saygı duyulan şaman araştırmacısı, kendisi bir şaman…
Komik olacak ama dün gece uyumadan önce tüm hayatım gözümün önünde resmî geçit yaptı, bir…
#şehirdenindimköye zamanı bile elden kaçıyor korkarım, fotoğraflara baktığınızda #megakent faciasını anlamak hiç de zor değil…
Lütfen önce Asimov’un 1954 yılında yazdığı Çok güzel bir gün öyküsünü okuyun ve sonra konuya…
önceki bölüm için tıklayınız BİR SUDANLI SİRİUS SİSTEMİ Ynzan: M. Griaule ve G. Dieterleıı Not:…