Hayatın Amacı


Şaka bir tarafa, sanırım benim amacım, bulunduğum ya da gezdiğim her yerde kapasitemin elverdiği ölçüde diğer varlıklarla ilişki kurabilmek, dostça zevk alabileceğim ortaklaşa işler yapmak -ki bunlara iş bile demem o zaman- , benim için YENİ sayılabilecek olgularla karşılaşmak ve tabi bunlardan beni korkutabilecek olanlarla başa çıkabilmek için enerji biriktirmek, vs vs.. Ben basit bir insanım, boyumdan büyük işlere kalkışmak istemiyorum.

Gerek Don Juan gerekse Jung, insanın bilinç alanının ötesinde devasa bir alan bulunduğunu söylüyorlar. Burdan oraya gitmek isteyenler olduğu gibi ordan buraya da gelmek isteyenler var. Gümrük kapıları birdenbire açılsa bilinçli yanımız bundan zararlı çıktığını sanabilirdi belki!
Her zaman söylediğim gibi kuralların olmadığı yerde oynamak her babayiğidin harcı değil. Buna ancak çocukken ya da henüz çok gençken cesaret edilir, cahil cesareti de diyebiliriz; ama aslında çocukta dünyanın katı gerçekliği henüz yerleşmemiş, bıngıldak sertleşmemiştir. Zaman içinde içimizi belli korkular sarar, çevremiz bunu özenle hazırlayıp uygulamıştır, belki bunların bazısı da iyi niyetle yapılmıştır fakat sonucu değiştirmiyor.
Belki de bu sebeple, bu dünya, kuralsız oyun alanı için bir hazırlık evresi de olabilir, kimbilir 🙂
Ayrıca, bilinç alanının ötesindeki alanı tek bir yer sanmak da hata olabilir, kuralsız oyuna tedricen, alışa alışa geçmek için ara dünyalar da olmalı diyorum.

Günlüğüme bir zaman rüyaların ölüm sonrası pratikleri olduğunu yazmışım. Ya da belki doğum sonrası! Henüz doğmamış olabileceğimiz seçeneği de sık sık aklıma gelir. Rüya zamanının Dünya zamanı ile karşılaştırılamayacak ölçüde hızlı olduğunu dikkate aldığımızda, Dünyadaki pratikler sanki az gelişmişler için özel olarak hazırlanmış gibi duruyor. Zaman yavaş ve tane tane akıyor, böylece duygusal tepkileri kontrol etmek için ondan daha yavaş olan düşünce imdada yetişebiliyor.  Düşününce birçok duygusal hareketi kontrol etmek mümkün oluyor. Düşünce mekanizması sanki sonradan ve dış bir eklenti gibi duruyor insanlık tarihinde.

Çok beylik olsa da zaman zaman düşünmeden duramadığımız bir konu var; gerçekten özgür iradeye sahip miyiz?

Daha dün böyle bir forum konusu açılmıştı, ben de yine dayanamayıp torbamın içindekilere bi göz attım, acaba son zamanlarda benim ibre kadere ve özgür iradeye karşı nasıl konumlanmış diye:

Siz, kendiniz olduğunu bildiğiniz kişi olsaydınız hemen ve basitçe özgür iradeniz yok deyiverirdim. Oh herşeyden kurtuluverirdik bi anda 🙂 Çünkü o kişi (kendiniz olduğunu sandığınız), filogenetik ve ontogenetik şartlarla belirlendi, ve seçim yaparken bu etkenlerin etkisi altında kaldığı da su götürmez bir gerçek.
İşte bu nedenle İsa çarmıhtaki o ünlü sözü sarfediyor: “Baba onları affet; çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar!” Doğrudur çok samimi bir feryad bu.
Ve Gurdjieff’de insanların uyuduğunu ve dolayısı ile yaptıklarından sorumlu olmadıklarını söyler. Aynı Şekilde Don Juan da, katılaşmış “bileşim noktasından” bahseder ki bu tastamam kendinizi zannetiğiniz kişidir.
Ve yine birçok öğreti ve gözlemcilerin sonuçlarını dikkate alırsak, dünyadaki insan nüfusunun büyük çoğunluğu şu ana kadar anlattığım “ne yaptığını bilmeyenler” sınıfına giriyor gibi.
O halde hiç bir sorumluluk yükleyemeyeceğimiz bu büyük insan kitlelerine nasıl oluyor da cezai müeyyideler konulmaktadır? Batı toplumlarında son yıllarda bu konu toplumsal anlamda- büyük davalar açılarak- geniş olarak sorgulanmaktadır.
Bunun benim açımdan cevabını vermeden önce, diğer guruba da göz atalım:
Yani “kendini bildiği o ben olmadığını bilenler!” gurubu. Bu bir eşiktir, uyanma eşiği. Çok basit görünmekle birlikte, dünya nüfusuna oranının çok küçük bir topluluk olduğu kabul edildiğinde, kolay olmadığı açık. (bu konu için bakınız: https://sibelatasoy.com/?p=130 )
Tabi ki eşiği geçmiş olanların özgür iradesinden bahsedilecektir, bunlar istedikleri anda otomatik pilota geçer isterse yönetimi ellerine alırlar, ama her halikarda ne yaptıklarını bilirler! Zaten İsa’da onlar için af dilememiş 🙂

Yukarıdaki konuya tekrar dönersek, Dünyadaki kurallar seti, ikinci gurubu korumak adına bizatihi onlar tarafından konulmuşlar bence. Bu konu çok uzun zamanlardan beri, sosyologları, felsefecileri ve teologları meşgul edip duruyor.

Not: Kuralıen az ve en zor oyun olan GO oyununu hatırlamadan geçemedim. Buyrun (dualitik) hayatı anlamak için go sözlüğüne bir göz atın. Hatta ara ara okuyun derim.

18 Yorumlar

  1. efra says:

    Görüntünün değil özün önemli olduğunu anlamak,beşeriyet kuşantılarımızı çıkarıp etrafa ruhlarımızla bakmamız gereklidir her daim..

    “-neden o salak tavşan kostümünü giyiyorsun?
    -neden o salak insan kostümünü giyiyorsun?”

    Donnie Darko adlı filmden bir diyalog..:)

  2. hanife says:

    olduğumuzu sandığımız şey olmadığımızı anlamak zor biraz belki ama İşin trajik yanı salak insan kostümünü çıkardığımızı sanıp salaklığımızın yanına gizli bir kibri de katıp devam ediyoruz,kostüm de değişiklikler yapıp duruyoruz.YARGI bittiğinde ne kalırki geriye:)))

  3. Turan says:

    Sibel, su sözleri

    “”Yukarıdaki konuya tekrar dönersek, Dünyadaki kurallar seti, ikinci gurubu korumak adına bizatihi onlar tarafından konulmuşlar bence.””

    biraz daha acarmisin? Tesekkürler.

  4. says:

    Sanırım şunu demek istemişim Turan;
    İnsanlığın büyük kısmı ne yaptığını bilmeyenler gurubunda ise cezai sorumlulukları olamaz o halde dünyadaki ahlaki ve sosyal kurallar kimin için konulmuştur diye sorulmamış bir soruya cevaben, bu kurallar “ne yaptığını bilen” azınlığı korumak için ve muhtemelen yine kendileri tarafından konulmuş olmalı diye fikir yürütmüşüm.

  5. Haluk Berkmen says:

    En büyük bilgi bilmediğini bilebilmektir. İnsanları genelde bilmediğini bilmeyen ve bilmediğini bilen olarak iki guruba ayırmak kabaca mümkündür. Bilmediğini bilmeyenler emredici ve çevrelerindeki insanları aşağılayıcı bir tavır sergilerler. Her şeyi bildiklerini sanırlar ve her şey hakkında fikir yürütürler. Politika onlardan sorulur. İnsan ilişkileri, ekonomi ve din konusunda bile onlardan daha bilgili bir kişi olamaz. Bilmediğini bilmeyenlerin egoları şişkin, beyinleri fikir doludur. Bu tür insanları hemen her zaman toplumun ön saflarında görebilirsiniz. Bildiklerini sandıkları veya bildiklerinden emin oldukları kavramlar çoğu zaman soyut ve inanç boyutunda kalmış varsayımlardır.

    “Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf” Kitabından alıntıdır. (sayfa 208)

  6. Turan says:

    “bu kurallar “ne yaptığını bilen” azınlığı korumak için ve muhtemelen yine kendileri tarafından konulmuş olmalı diye fikir yürütmüşüm.”

    demissin.

    Böyle bir durumda bizlerin (yani ne yaptigini bilmeyenlerin) kutla gibi oynatildiklari söz konusudur. Yasalarin gercekten yukardan indirme oldugunu mu savunuyorsun?

  7. Turan says:

    Merhaba Haluk,

    “Bilmediğini bilmeyenlerin egoları şişkin, beyinleri fikir doludur. Bu tür insanları hemen her zaman toplumun ön saflarında görebilirsiniz. Bildiklerini sandıkları veya bildiklerinden emin oldukları kavramlar çoğu zaman soyut ve inanç boyutunda kalmış varsayımlardır.”

    diye yazmissin. Bu fikirlerin Sibel’in yazdigi ile uyusuyor mu?

  8. says:

    1. Neden yukardan indirme olsun? Ne yaptığını bilenler de insan değil mi?
    2. Ne yaptığını bilenler arasında, ne yaptığını henüz bilmeyenleri kukla gibi gören ve ona göre konum alanlar olduğu gibi, onları sadece çocuk olarak görenler de var üstelik bunlar çoğunluktadır bana kalırsa.
    Çocuğu olanlar onları bebeklikten başlayarak nasıl büyüttüklerini, neler hissettiklerini lütfen hatırlasınlar, bu durum son derece benzer.

  9. Haluk Berkmen says:

    Benim görüşüme göre insanların büyük çoğunluğu “bilmediğini bilmeyenler” sınıfına dahil. Bu ifadeyi “ne yaptığını bilmeyenler” olarak da anlamak mümkün olsa da sözünü ettiğim “yapmak” değil, sadece “bilmek” Bilmeden yapabilirsin. Ama yapmadan bilemezsin. Üstelik her yapan da bilerek yapmaz. Bu tür insanlara “bildiğini bilmeyen” sınıfı diyorum.

    Tabii ki ben de bu iki sınıfa ait biri olarak hem bildiğimi bilmiyorum, hem de bilmediğimi bilmiyorum.

  10. Turan says:

    Sibel,

    “1. Neden yukardan indirme olsun? Ne yaptığını bilenler de insan değil mi?”

    Onlar insan olmalarina insanlar ama yukardan indirilen bir seye asagidakilerin katkisi olamaz. Bu durumda da yukardakiler her seyi öngörebildikleri icin her seyi kusursuz yapmalari gerekimiyor mu? Ben cevreme baktigimda onlarin da “normal” insan oldugunu fark ediyorum, onlar da galiba biraz “körler”, cünkü yasalarin o kadar da kusursuz oldugunu zannetmiyorum. Böyle seyleri düsünmeyi bile aklimin ucundan gecirmek istemiyorum, cünkü insanlarin basina ne geldiyse hep bu “bilir” kisiler yüzünden gelmedi mi? Bize devamli cenneti vaat edip de cehennemin kapisini acanlar degilmiydiler?

    “Bilincsiz” insanlarin yasalari etkiliyemiyecegine hic inanamiyorum kaldi ki “bilir” kisiler yasalarla ugrassinlar. Gercek anlamda seynin söyledigin tabirleri kullanmak gerekiyorsa yasalar “bilincsiz” kisiler tarafindan “bilincsizce” yapiliyor, bir yenisi gelinceye kadar…

  11. says:

    Belki de haklısındır Turan. Benim hissim şimdilik böyle (istersem rasyonalize de edebilirim fakat bunu yapmak istemiyorum), . Kurallar seti, ne yaptığını bilenler tarafından oluşturulsa da gerek zamana uydurulamaması gerekse uygulayanların yetersizlikleri sebebiyle çoğunlukla CANLI tutulamıyor, zaman içinde fikrin değişirse söyle lütfen, eğer benimki değişirse söyleyeceğim.

  12. Turan says:

    Sibel,

    “…zaman içinde fikrin değişirse söyle lütfen, eğer benimki değişirse söyleyeceğim.””

    eskiden fikrimi tamamiyle revide ettigim oluyordu ama son zamanlarda “ana” fikrime sadece “yamalik” yaptigimin farkina vardim….

  13. says:

    Bilinçliler bu dünya boyutundaki yaşamlarının geçiciliğini, kısalığını ve de en önemlisi vahdete girerek fiili hakikiyi müşahade ettikleri için dünyayı önemsememişler. Gerçektende dünyanın zaman boyutunda ortalama 70 senelik bi ömür , güneşin kendi zaman boyutuna göre 8.6sn. Bir göz açıp kapaması.
    Bu dünyadaki kurallar setini bilinçliler değil görevi insanı aldatmak olan şeytan denen bilinç tarafından aldatılan, sonsuzluk için yaratılmış ancak kendi hakikatinden bi haber yaşayan, bu dünyayı isteyenler tarafından konuluyor. Hakikate erenler tarih boyunca yanlızlaşmışlar ve zulüm görmüşler hatta öldürülmüşler. Demek ki bilinçliler tarafından konmuyor. Eğer Allah adıyla işaret edilen tek varlığa inanıyorsak ispatı: ‘Ey cin topluluğu insanların ekseriyesini hükmünüz altına aldınız’

    1. says:

      Merhaba Merih, katkılarınız için teşekkür ederim. Sanırım dünya kurallarının kimin tarafından konulduğu konusunda fikir ayrılığına düşmüşüz gibi görünüyor fakat bence düşmedik. Şöyle izah edeyim: “bilinçliler” ya da uyanmışlar iki ayrı gurup olarak konumlanmışlar, özellikle ilk iki kapsayıcı boyutta böyle. Bunların birisi “her ne pahasına olursa olsun “kendini sevenler” yani kendine hizmet gurubu” Diğeri ise başkalarına hizmeti ön plana alanlar gurubu. Dolayısı ile Dünya kuralları bu iki gurubun müdahalesi ile ortak bi şekle dönüşmek zorunda kalmıştır: çünkü evrendeki tek yasa “özgür irade yasasıdır”, bu sebeple guruplardan biri dünya üzerinde bir edime giriştiğinde diğerinin cevap hakkı doğar, aslında bu otomatik bir fizik kuralı gereğidir kanımca. Bu iki gurubun üzerinde olan ve dualiteyi aşmış bilinçliler ise her iki guruba da aynı sevgi ve saygıyı gösteririler, hepsi yaradanın bir başka tecellisidir onlara göre.

  14. Merih says:

    Bu makaleye yanıt aslında ‘Dört kapı kırk makam’ başlıklı makalenizde var. 🙂
    Bence hayatın amacının ne olduğundan ziyade asıl sorulması gereken soru ‘nasıl?’. Çünkü bu konulara kafa yoran senelerdir okuyan araştıran düşünenler cevabı az çok biliyor. Tüm yalnızlaşmaya karşın çaba devam etmeli. Çünkü ‘İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı’. Gölge edilmese çok da uzak değiliz aslında.
    Sevgiler

  15. “AKLIN YOLU BİRDİR” Biliniyor ki RNA larımız elektirikseldir.Alıcı ve vericidir.Dünya üzerinde yaşayan yaklaşık yedi milyar insandan yayılanları düşününce,yoğunluk yorgunluğu ve bozulumların kaçınılamazlığı daha net anlaşılır oluyor. “sapma” ya da “tali yol” fizik kuralıdır.Buradan yola çıkarak; yaradanın yarattığında kusur aramaz nötr olan.Bilir ki yarattığı herşey kusursuzdur.Ne haddime “yargı”da bulunmak.

    1. says:

      Size ek olarak şunu da belirtmek istiyorum; Dünya’yı kosmosdan gelen özellikle bize yakın kendi güneş sistemimiz içindeki büyük cisimlerden gelen sayısız ışın ve etki var. Bunlar bilim tarafından biliniyor ve sıkıca takip ediliyor olmasına rağmen halen bu etkinin çok küçük bir oranını tespit edebildiklerini de itiraf ediliyorlar.
      İnsan halihazırdaki dünyada yaşarken bir edime giriştiği anda “seçim” yapmak mecburiyetinde, yani nötr olmak hareketsizken mümkündür burada. Çünkü hareket=kutuplar arası etkilenmedir. İki kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Burada varolmak istediğimiz sürece bu fizik kuralına uymak zorundayız. Fakat bunu bilerek yaptığımız takdirde herşey bambaşka olmakta 🙂

  16. Sevgi Yiğit says:

    Nötr olmak durağanlık değildir.Titreşimlerini düşürerek maddeyi oluşturan enerjiler,görülerime göre.Öyle sanılabilinir,ancak;ikililik
    hep bir olur (bu pi sistemini de anlatır aynı zamanda)ve bir hep
    ikililiği doğurur.Bir an gelirki,bütün oluşur.Harika birleşim toplanır ve tekrar yeni evrenler ve yaratımlar doğurmak üzere içten “patlayarak” yine kendinden uzaklaşır-kendini tekrar etmez-.

    Bunu benzetmeyle örneklemek gerekirse:Dişi yumurta ile birleşen spermi düşünün bir daire içinde iki farklı oluşum durağan görünür,ama bölünerek çoğalırlar! OLuşu anlatan
    daha uygun örnek yoktur bana göre.

    Enerjilerin maddeye dönüşümüde böyledir.Yüksek hızda titreşen enerji
    minik solucanımsı ve çok parlaktır.Ona eşlik eden,bir nevi korunak oluşturan iki daire içinde noktacık siyah enerjidir.
    Ne kadar gözümüze siyah
    görünsede “beyaz enerjidir” o.Ve tüm tasarımlarımıza can verir.Henüz yarattığının farkındalığından uzak bilinçli yaratıcılar olmadığımızdan:)

Sibel için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir