Dünyanın hedefi nedir?

Bilya, misket, gulle… Hatırladınız mı? Başka isimleri de var her yöreye göre ama ilk ağızda bunlar aklıma geldi. Bildiğiniz gibi bilye (ya da bilya) yuvarlak, cam, içinde renkli küçük yaprağımsı şeyler olan minik toplardır. Birbirinden hafifçe büyüklük farkları olabilen ve değişik renkleri bulunabilen bilyeler, çocukluğumun en hatırda kalan oyunlarına sebep oldular.

Topaç çevirmeyi hele onu dönerken elime alabilmek, oradan koluma hatta omzuma kadar yükseltebilmek  pek hoştu. Uçurtmalar, çelik çomak, uzun eşek ve beştaş da çok zevkliydi ama ille de bilyalar! 🙂

Bu konuda yaşıtlarımın hepsinin farklı amaçları ve zevkleri vardı; bir çoğu bilyalarının çokluğuna önem verirdi. Bu benim için önemsiz bir konuydu, (biriktirmeyi çocukken bile pek sevmezmişim), esas zevk oyunun kendiydi benim için.

Oyun esas olarak bilyaların birbirine çarpıştırılarak önceden hazırlanmış yalağa sokulmasıyla ilgiliydi. Kim önce yalağa varırsa o kazanırdı.

Oldukça simgesel bir oyun olduğunu şimdi anlıyorum 🙂 (Freud duymasın!)

Bir kere “bilya” fiziki anlamda Dünyanın küçük bir kopyasıydı, birçok bilya herhalde her insanın bir dünya olması ile benzeşebilir. Dünyalarımızı çarpıştıra çarpıştıra (hayat gailesi) yalağa doğru ilerlemeliydik. Yani hedefe doğru… Peki hedef neydi? Dünyanın hedefi nedir?

Yalak, pek tabi olarak dişi olana, herşeyin içinden geldiği bilinmezliğe uygun bir simge gibi görünüyor.
Ben tek yalak oyunları oynadım tabi ama esas sevdiğim beş yalak oyunuydu; burada dört köşeye ve onların tam ortasına bir tane olmak üzere beş yalak açılırdı ve sırayla hepsini geçip orta yalağa düşmeliydiniz. Beş sayısı mistik anlamda manidar tabi! Hele de misketi Dünya ile eşlediğimizde daha bir ilginç oluyor. Mistik terminolojide Dünyanın şu anda (gezegen olarak) beşinci boyutu deneyimlemekte -Yeni Dünya-olduğu söylenir.  Buradaki enerji süratle değişiyor ve üçüncü boyutu deneyimlemekte olan biz insanların çoğu için artık hazmedilemez oluyor.

Üzerinde düşünsek bir çocuk oyunundan daha kimbilir neler çıkar?

2 Yorumlar

  1. orlando says:

    ben misket oynamaya bayılırdım, o günlere gittim yazını okuyunca:)

    mahallenin en iyi misket oyuncusuydum ..genelde oğlan çocuklarının oyunu olarak oynanırdı..ama işin ustası bendim..oyunların neredeyse tümünde üter! , iki cebim misket dolu eve gelirdim..dediğin gibi misketleri çarpıştırarak oynanır oyun ama benim bi stilim vardı.genelde olduğu üzere eğilmez, özellikle uzak mesafelerde, ayakta, sağ dizimi büküp, elimi dizime yerleştirip nişan alırdım.bu şekilde atışlarımın bir çoğunda, vurduğum misketin ikiye ayrıldığını bilirim:) şimdi sen misketin dünya/dünyalar olduğunu yazınca , yaptığım bu şey de bana pek manidar geldi nedense:)

  2. Turan says:

    Bizde misket oynanmazdi, bizde enek oynanirdi. Cok degisik oyunlarimiz vardi. Bu oyunlarda iyi de sayilirdim, bunun faydasini Hamburg’a gelince gördüm. Hamburgdakiler Türkiyedekiler kadar iyi degildiler. Burada arkadaslari ütmek daha kolay oluyordu. Ve böylelikle hic almanca bilmeden enek oyunu ile diger yabanci arkadaslarla dialoga girmis oldum. Portekizli arkadaslar vardi. Onlari üptünce ne kadar sinirlendiklerini cok iyi hatirliyorum….

    Dünya hic bir yere gitmiyor, saniyorum. Oldugu yerde duruyor :-))) Sadece cevremiz degisiyor ama bizler hep ayni kaliyoruz. Her yeni nesil yola bastan absliyorlar….

orlando için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir