?>
Asimov, bir zaman yolcusu muydu?

Lütfen önce Asimov’un 1954 yılında yazdığı Çok güzel bir gün öyküsünü okuyun ve sonra konuya devam edelim, ya da nasıl isterseniz öyle yapın. 🤗 Öykü şu cümleyle bitiyor: “Biliyor musunuz, bugün çok güzel bir gün. Sanırım yürüyeceğim.” Öykü, ışınlamanın insanların günlük rutinine girdiği bir çağda geçiyor. Öyle ki herkesin evinde ışınlama makinesi vardır ve insanlar mikrop kapacakları korkusuyla “dışarı” çıkmayı gereksiz bulurlar. Artık bir yerden başka bir yere her türlü seyahat ışınlanmayla gerçekleşmektedir. Çocuklar okula ışınlanarak gitmekte, anneler biraz daha yüksek enerji maliyeti ödemek pahasına, binlerce kilometre uzaklıktaki ülkeleri ziyaret etmek için ışınlanmaktadırlar. Işınlanma, içine bir “kapı”dan girilen makine sayesinde gerçekleşmektedir. “Kapı” imgesinin farklı anlamlar içeren şekillerde, öykünün pek çok yerinde, metaforik olarak kullanıldığı gözlenmektedir. Küçük Richard’ın Büyük Keşfi Işınlama makinesinin bozulduğu gün Richard, komşularının ışınlama makinesini kullanmak yerine, yangın çıkışını kullanarak araziye çıkar. Okula yürüyerek gitmeyi tercih etmesiyle başlayan süreç, öyküdeki olay örgüsünün başlangıcıdır. Richard dışarıyı -aslında yeniden- keşfetmiştir. Oysa, Richard’ın öğretmenine göre: “Dışarıda bir şey yoktur. Dışarısı hariç. Güneş ışığı sertçe parlıyordur ve tozlu bir rüzgâr vardır.” Gelecekteki toplumda yaşamın kolay, güvenli ve hijyenik olması her şeyin önüne geçmiştir. Dışarıda olmak gereksiz ve anlamsız bir hale gelmiştir. ** Aradan 67 yıl geçmiş, O bu öyküyü yazalı! sizce bu,…

İlk Tanışma Kızıl Dosya

Kızıl Dosya[a] Sir Arthur Conan Doyle tarafından yazılmış Sherlock Holmes romanıdır. İlk Sherlock Holmes macerası olması nedeniyle önemi büyüktür. Sherlock Holmes’ün en yakın arkadaşı ve hikâyelerinin anlatıcısı Dr. John Watson bu macerada tanışmış ve şu ana kadar bu tanışma öyküsüne ilk kez denk geldim! Sherlock Holmes ve Dr. John Watson tanıştıktan sonra 221B’deki evlerine taşınırlar. John Watson, tanıştıkları ilk andan itibaren dedektifimizin gözlem yeteneklerini muhteşem olarak tanımlar. İlk zamanlar bu yeteneğine oldukça şaşırmış ve hayran kalmıştır. Hatta Dr watson, bazı durgun periyotlarında onun münevvim tiryakisi olduğunu düşünmüş! İlk kez duydum bu kelimeyi, ve Osmanlıca uyuşturucu anlamına geldiğini buldum. Ha ne işime yarayacak? Yaradı bile; anda hoşluk oldu☺️ Bölümden çok anlamlı bulduğum bir sayfayı da sunayım: “Yüzümdeki hayret ifadesi hoşuna gitmiş gibi gülerek, “Bakıyorum çok şaşırdın,” dedi. “Şimdi bu bilgiyi öğrendi- ğime göre kafamdan atmak için de elimden geleni yapaca- ğım.” “Kafandan atmak mı!” “Evet,” dedi, “insan beyni küçük boş bir tavanarası gibi- dir ve içini seçtiğin malzemelerle doldurman gerekir. Aptal insan önüne çıkan her gereksiz malzemeyi içeri tıkar ve ih- tiyaç duyabileceği bir bilgi diğerlerinin arasında kaybolup gider veya en iyi ihtimalle diğer birçok şeyin arasına sıkı- şır, dolayısıyla bu bilginin oradan alınıp çıkarılması zorla- şır. İşini bilen biri beynindeki…

Bilim Kurgu Distopik Olmak Zorunda Değil -2

Önceki yazının devamı Olanlara inanmak isteyebileceğimiz şeylerden ziyade gerçekte olanların dijital belgelerine razı olduğumuzda, artık “öznel” benliğimize sığınamayız. Bu, bir cyborg geleceğine dair distopik bir vizyon olsaydı, böyle bir gelişme, insanlığın bilimsel teknoloji yoluyla küçülme duygumuzu güçlendirirdi (Orwell’in “1984” te olduğu gibi, o bizi asla gözünün önünde tutmakta başarısız olmaz). Ancak chiang’ın geleceğe dair vizyonunun beklenmedik bir şekilde iyimser olduğu ortaya çıktı. Ne de olsa anlatıcı, yazmanın kendisinin bir teknoloji olduğunu gözlemliyor ve “akıcı okuyucular olur olmaz bilişsel siborglar olduk.” Diyor. “Nefes” deki dokuz hikayeden en iddialısı, özenle ayrıntılı bir anlatım olan “Yazılım Nesnelerinin Yaşam Döngüsü” , aslında bir bilim adamının günlüğü, yeni, ustaca programlanmış bir sanal robot türü geliştirmekle yakından ilgili kişilerin (düzensiz, öngörülemeyen) geçmişlerini çizer (“Mavi Gama digientleri””. Sanal bir digient fiziksel bir bedene indirilebilir ve böyle bir digient olan Jax’in insan akıl hocası Ana’ya yaklaştığı ve kollarında “küçük tüyler” görmeye şaşırdığı dokunaklı bir sahne vardır: “Ah. Jax, bu acıtıyor.” “Özür dilerim.” Jax, Ana’nın yüzünü inceliyor. “Yüzünün her yerinde küçük delikler var.” Bu ahlak, “Kaygı Özgürlüğün Baş Dönmesidir”, “Nefes” deki sonuç hikayesine rehberlik eder.” Burada, dürüst olmasa da genç bir kadın teknisyen, paralel bir evrende yaşayan bir “paraself” — yani bir “benlik” ile olan bağlantısıyla daha etik bir…

Babil Kulesi — TED Chiang

Port Jefferson, New York’ta doğup büyüyen Chiang, Brown Üniversitesi’nden bilgisayar bilimi diplomasına sahiptir. Onu Arrival filmi ile tanımış, dilimize çevrilen iki kitabını alarak diğer dahiyane öykülerini okumuştuk. Chiang, “Bu hikayenin ilham kaynağı bir arkadaşıyla yaptığı bir konuşma sırasında geldi” diyor ve ekliyor: “Babil Kulesi efsanesinin İbranice okulunda öğretildiği versiyonundan bahsettiğinde. Sadece Eski Ahit hesabını biliyordum ve bu benim üzerimde hiçbir zaman büyük bir etki bırakmamıştı. Ancak tam uzunlukta versiyonda kule o kadar uzun ki tırmanması bir yıl alıyor; Bir adam ölümüne düştüğünde kimse yas tutmaz, ancak bir tuğla düştüğünde tepedeki işçiler ağlarlar çünkü onun yerini alması bir yıl sürer. “Sanırım hikaye anlatıcısı projenin ahlakını sorguluyordu. Ancak benim için masal, Magritte’nin Pireneler’deki Kalesini anımsatan, gökyüzündeki fantastik bir şehrin görüntülerini çağrıştırdı. Böyle bir şeyi hayal eden kişinin küstahlığına, gevezeliğine şaşırdım. “Okuyucular, bu hikayenin ilkel bir dünya görüşünden  bilim-kurgusal a geçiş hakkında yorum yaptılar. Hikayenin bu yönünü yazarken fark etmediğimi itiraf etmeliyim. (Belki de kaç tane bilimsel yasayı çiğnediğimin farkında olduğum için; Babillilerin kendileri bu hikayeyi tamamen fantezi olarak kabul edecek kadar fizik ve astronomi biliyorlardı.) Hikaye hakkında bilim kurgu olduğunu düşündüğüm şey, Tanrı’nın varlığına dair aldığı rasyonalist konumdu. Tanrı’nın var olduğuna inanıyorsanız, evreni inancınızı destekleyecek şekilde kolayca yorumlayabilirsiniz. Ancak evrenin tamamen mekanik…

Dünya Fikri

Bugün, az önce okuduğum bir dünya fikri ile karşınızdayım. Çünkü hoşuma gitti. Dünya Fikri Gelecekteki uzay araştırmalarının gelişmesiyle birlikte, erkek ve kadınlar dünyayı geride bıraktıklarını düşünebilirler; ancak gerçek bu değildir. Gelecekteki evrimsel zamanda nereye seyahat edersek edelim, uzayın derinliklerindeki galaksilere bile, dünya fikri varlığımızın özünde olacaktır. Bir yıldızın ya da takımyıldızının etkisiyle formun doğası ve görünümü değişse de, dünyanın ruhani fikriyle olan korelasyon kozmik zekânın bir ilkesi olarak varlığını sürdürecektir. Tüm gerçeklik sistemi, zekanın dünya fikrini daha parlak bir şekilde aktive etmesi için bir araç olarak işlev görür. İnsan beyni orijinal dünya fikri ile programlanmıştır. Yıldızlar, galaksiler (ve hatta UFO’lar) dahil olmak üzere beynin duyusal aygıtları aracılığıyla algılanan her şeyin kökeni dünya fikrindedir. Her bir et ve kan beyni, bozulmamış dünya fikrini duyusal algı frekansına çevirmek gibi özel bir amaç için dünyasal zeka tarafından tasarlanmış psişik bir beyni taklit eder. Psişik beyin fiziksel beynin ardında, yaşamın duyusal deneyimi ile ölüm sonrası süreç arasında temel bir bağlantı işlevi görür. Psişik beynin oluşumu türlerin evriminde ve yeryüzünde yaşamın kurulmasında etkili olmuştur. Daha bilinçli ve ruhsal açıdan üretken bir yaşam sürme sürecinde, yaşamın ilk ortaya çıktığı noktaya geri dönüyoruz. Türlerin fiziksel evriminde, her bir ilkel yaşam biçimi dünya yüzeyinde yerleştikçe, ruhun içinde de…

Station eleven dizi İncelemesi

Son zamanlarda izlediğim en iyi dizi  Station Eleven. Dizi incelemesi dediğime bakmayın, ben sadece bana hissettirdiklerini paylaşırım. Eleştirmen olmak için Yazılımlarım uygun değil. İnsanı öylesine derinden etkileyen bir yöntem kullanılmış ki, hikayenin ne olduğunu unutmak bile isteyebilir, bu büyünün etkisiyle yıllarca bu grupla dolaşabilirsiniz. Yönetmen sihri denen şey bu mudur bilmiyorum; fakat senarist arkadaşlarımın mutlaka izlemesini ve yorumlamasını isterim. Eğer izleyecekseniz beklenti ve alışkanlıklarınızı bir yana bırakmanız ve ilk üç bölümü geçebilmeniz gerekir. Ancak o zaman farklı bi şeyle karşı karşıya bulunduğunuzu anlayabilirsiniz. Hatta ben daha ikinci bölümde çöküş-hayatta kalma bahsinin, sanata, tiyatroya, çizgi romana bir güzelleme anlatısının gölgesinde kaldığını anladım, olur da her şeyi kaybedersek elimizde kalanın yarattığımız şeyler ve bunun toplamını yansıtan kültür olduğunun anlatıldığını görüp  şaşırdım. Bir Amerikan yapımından bu inceliği beklemiyordum belki!  Maalesef sadece on bölüm, fakat bence en doğru doz. Yıllar içinde değeri bilinip kült bir yapıma dönüşme ihtimali var. Şahsen ben dokuz puan verdim. An itibariyle medyatik olmamasının sebebi muhtemelen, savaş/kavga/teknik vahşet beklentisine boğulmuş eril zihniyetli seyircilerle, aşki güzellemeler, cinsellik temaları bekleyen diğerleri tarafından sıkıcı bulunmuştur. Genellemelerim için özür dilerim. Çünkü bu diziyi geç bulmuş olmamdan dolayı kendime kızgınlığım bu tür suçlamalar yaptırdı bana. İnsanız işte ne yapalım. Dizinin değerini fark eden fakat  kültür…

Bir Başkadır…
Kurgulardan Haberler / 18 Kasım 2020

Ağır toplum baskısına karşı koyamadım izledim… Şaka şaka… Ben her zaman “bu sefer olmuş” denilen Türk dizilerine ümitle başlayıp bazılarını bitiririm bile. Her tür çabalamaya saygı ve sevgim var kendiminkiler dahil. Kendime ve çevremdeki arkadaşlara bir bebeğin yürümeyi başarması için sayısız denemeleri, akıl almaz düşme şekilleri olduğunu hatırlatırım. Bir Başkadır dizisini de övülen bir ingiliz dizisine başlar gibi temiz bir sayfada hevesle açtım ve kendi rekorumu kırıp iki akşamda bitirdim. Tabi bunda bölümlerin 40 dakika olmasının (hep arzu ettiğimiz gibi) payı da vardı ama daha çok beğeni, rahatlama, gevşeme gibi bedensel takviyelerin etkisi oldu. Diziyi gerçekten başarılı buldum, eminim her izleyen kendi farkında bile olmadığı beklentilerinin esiridir ve duyguları üreten de düşüncelerimiz olduğundan farklı noktalardan diziye çekilmişlerdir. Ben eleştirmen değilim yapım gereği olamam da, sadece dizinin beni tatmin ettiğini, sonunda gerçekten çok belirgin bazı kusurların düzeltilmiş bir versiyonu ile karşılaştığımızı anladım. Çok sevindim. Dizide  en beğendiğim: Diyaloglar oldu… Sonunda sahte olmayan diyaloglar yazmayı ve oynamayı başarmışız. Bu eksiklik yerli yapımlardaki en gözde konuyu bile silip süpürüyordu. Burada seçilen konu Türkiye’nin 2000 sonrası değişen çehresinin 20 yıllık süreçteki gizli açık ayrımcılığı ele alıyor. Beni etkileyen bir konu değil açıkçası. Üstelik bu konu işlenirken bilerek olduğunu tahmin ettiğim makyajlar da var, yani…

İskandinav Mitolojisi ve Kelt ritüelleri
Kurgulardan Haberler / 03 Eylül 2019

İskandinav Mitolojisi, Neil Gaiman‘ın son kitabı. Bu hafta onu okudum. Gaiman’ın tipik tarzı olarak sade bir dille yazılmış, hiç sıkmadan okunacak bir dizi masallardan oluşuyor. Odin’e, Thor’un baltasına iyice aşina olduk. Bana Dede Korkut öykülerini anımsattı. İskandinav tanrılar dünyası da Yunan mitolojisindeki gibi insanlaştırılmış figürlerle dolu! Heyecanları, açgözlülükleri, nefret ve intikamları, aşk/meşkleri hep insansı. Buradan nne  çıkarsıyoruz? Cevabı her bir okuyup düşünene bırakıyorum.Manevi alanlara Yöneliş başlıklı yazıma da göz atmanızı önerebilirim. * Black Spot, Netflix dizisi Dizinin ikinci sezonunu da bitirdim. Yoklukta iyi diziler arasında yer alır. Fransız yapımı, Kelt mitolojisine atıflar bulunan dizide iki konuda büyük şikayetim var: Bu kadar küçük bir  orman kasabasında her gün mü olay olur?, cinayet, doğa terörü gibi önemli olaylar, sarhoş kavgası değil! Dizi baştan sona karanlık çekilmiş. Biri artık bu yönetmenlere karanlık çekimle gizem oluşturma modasının geçtiğini söylesin lütfen! Güzel yanı, muhteşem orman manzaraları ki karanlıktan pek seçilmiyor, orman yolları ve oldukça iyi kurgulanmış karakterler. Oyunculuklar iyi. Bence seyredilir. Üçüncü sezonu olacak mı onu anlayamadım, sonu mışırıklı bırakılmış. * Otherhood – film Bu karanlık dizinden sonra şöyle hafif bir komedi izleyeyim derken karşıma çıktı. Baktım eski Medium dizisinden hayranlığım baki kalmış patricia arquette oynuyor, seyredeyim dedim. Gerçekten de sıkmadı, eğlenceli, hafif ve kısmen…

Kurgulardan seçtiklerim
Kurgulardan Haberler / 01 Eylül 2019

The Professor and the Madman (Deli ve Dahi) 2019 İrlanda yapımı dram/biyografi sınıfındaki bu filmin baş rolleri yıldız parlıyor! Yönetmen koltuğunda Farhad Safinia’nın oturduğu biyografik yapımın başrolleri Mel Gibson ve Sean Penn. Oxford İngilizce Sözlüğü’nün yaradılışının gerçek hikayesini konu ediyor. Professor James Murray, gerçekleştirmek istediği proje için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Onun amacı, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün  ilk baskısını hayata geçirmektir. Çalışmalarını sürdürdüğü sırada Murray’in eline akıl hastanesinden büyük bir çalışma gelir. Tehlikeli hastaların konulduğu bir akıl hastanesinde yatmakta olan Dr. W.C. Minor, profesöre 10,000 kelimelik bir çalışma gönderir. Minor’un gönderdiği bu liste, ikilinin yollarının kesişmesine neden olur. Filmde bir aşk hikayesi de var ve paranoyanın sanırım iyi bir örneği de sergilenmiş. Olay binsekizyüzlü yılların sonunda geçiyor. İzlenmeye değer olduğunu rahatça söyleyebilirim. (sözlük deyip geçmemek lazım. Hele sözlüğe geçirilen, üzerinde güneş batmayan büyük Britanya’nın lisanı olunca siz düşünün artık) karanlık sular, roman Bu hafta okuduğum polisiye romanın anlatımı her ne kadar başarılı olsa da hikaye beklentimin altında kaldı. Bir polisiyeden çok aileler arası ilişkilerin anlatıldığı roman, karakterlerin bakış açısıyla anlatılmış. Ayrıca nerdeyse kitabın yarısına kadar kim kimdir akılda kalmıyor çünkü bazen tam isimleri bazen kısaltılmışlarını kullanıyor, üstelik bunlar birbiriyle bütünsel bir ilişki içinde değiller, her biri kendi kitabını yazmış gibi. Yazar…

Yedi Numara’nın Sırrı
Kurgulardan Haberler / 26 Temmuz 2019

Yedi Numara, Neden Türk Televizyonlarının Gördüğü En İyi Dizilerden Biriydi? Sadece üç yıl yayınlandı Yedi Numara. 2000-2003 arasında. Ancak yarattığı etki öylesine güçlü oldu ki bugün bile onu hatırlamaya, kişisel hikayelerimizde ona yer vermeye devam ediyoruz. Nedenine sade bir inceleme aracılığıyla bakalım. Bir dizi düşünün ki her bir karakteri özenle yazılmış ve onları canlandıran oyuncular tarafından olağanüstü bir özveriyle canlandırılmış olsun. dizide, ister başından sonuna kadar oynamış, ister ortasında girmiş ya da çıkmış, ister tek bir bölümde kendini azıcık göstermiş olsun, tüm oyuncular bir şekilde iz bırakabilmeyi başarmıştır. zeliha yenge’den vahit enişte’ye, sabit’ten haydar’a, armağan’dan rüya’ya her bir karakter bir diğerinden farklı ve kendi içinde sıra dışıdır. hiçbiri bir diğerinin üzerine çıkmadığı gibi, oyunculuk anlamında hiç kimsenin de altında kalmaz. tek tek harikalar yaratan tüm bu karakterler, olağanüstü bir uyumla bir araya gelebilmişlerdir. Aynı zamanda ütopik bir dizidir. kesinlikle gerçekçi değildir. zaten bu denli sevilmesinin sebebi de budur. hayatın acı verici gerçekçiliğinden sıkılanların tek yapması gereken şu diziden bir bölüm izlemektir. burada yalan dolan, şiddet, tecavüz, aldatma, adama kaçırma ya da öldürme yoktur. gerçekliğin o vahşi yüzü yedi numaralı kapının hemen ardında bırakılır. o kapıdan girdiğiniz an yüzünüze, birbirine sevgiyle kenetlenmiş bir düzine insanın gerçeküstü dostlukları, sevdaları ve neşe dolu anları…

Fahrenheit 451 ile başlayan hafta

Fahrenheit 451 “Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Anayasanın dediği gibi, herkes hür ve eşit doğmaz ama herkes eşit hale getirilir! O zaman herkes mutlu olur çünkü sinmelerine yol açacak, kendilerini kıyaslayacakları dağlar yoktur. Yani! Yandaki evde bulunan bir kitap, dolu bir tabancadır. Yak onu. Silahın mermisini al.” Yıllar önce Sarah connor Chronnical dizisini izlerken “insanlar gelecekte robotların idareyi ele almalarından neden bu kadr korkuyorlar?” diye düşünmüştüm. Sonraki yıllarda bazı ünlü bilim insanlarından, bilişimcilerden giderek artan bir tempoda bu düşüncen dillendirildi hatta iş uyarı yapmaya kadar gitti. Bunlar olurken aslında ben cevabı bulmuştum! Fakat bu kitabı okuduğumda ihtiyacım olan onayı da almış oldum. İnsanlar geleceği robotların ellerine geçirmesinden korkuyorlar çünkü zaten çoktan birer robota dönüşmüş olduklarını ve bunun giderek bariz hale geleceğine dair en dipten gelen iç seslerini duymaktalar! Bilimkurgunun, geleceğin oluşumundaki katkısına ilaveten insanın komplike yapısına dair en büyük ip uçlarını bilerek ya da bilmeyerek taşıdığını biliyor muydunuz? Eğer bilimkurgu film ve kitapları doktorlara psikologlara ders niteliğinde sunulmuş olsaydı, örneğin inception filminin derinliğine varmış, rüya görüşmeciliğini öğrenmiş bir psikoloğun danışanlarına yardımı şimdikinin on katı olurdu. Beni hayalci ya da iddialı bulmanıza şaşırmam, bazen evet öyleyim ama bu söylediklerimde değil 🙂 Bunlar güncel hale gelmiş sonuçlardan ibaret. Kitaplar, gösteri alayı geçerken Sezar’a “fani…

Kurgu dünyasından; The time Machine ile başlayan hafta

Bu haftanın kurgularına geçmeden önce: en az on kez izlediğim filmler (unuttuklarımı sonra ilave etmek kaydıyla) matrix fight club Thirteenth Floor inception twelwe monkey the usual suspects Seven Bird cage Back to Future the prestige Minority Report solaris the truman show dead poets society * Madem başladım devam edeyim 🙂 En az 5 kez okuduğum kitaplar (unuttuklarımı sonra ilave etmek kaydıyla) İNSANIN GERÇEĞİ “KENDİNİ BİLMEK” – Ouspensky (gurdjieff öğretisi) CASTANEDA SERİSİ (12 cilt) BEN OYUM -Maharaj RA BİLGİLERİ – 4 cilt RUHSAL ASTROLOJİ KUANTUM BENLİK – Danah zohar AGATHA CHRİSTİE tüm kitapları KIZIL KADIRGA – ABdullah Zİya K HUMAN DESİGN YAŞAMA OYNA – Alan Watts URBAN SHAMAN – sergei kahili king Maalesef ilk gençlikte defalarca okuduğum jung, Reich, Eric from ve bazı romanların ismini hatırlamıyorum. Aslında en az 3 kez okuduğum diye sınırlasaydım bu liste öyle uzardı ki hepimiz sıkılırdık 😀 yukardakikerden bazıları 5 kezden fazladır. Burdan ne anlıyoruz? Anlama kabiliyetim kıtmış 🤣😎😜 * The time machine -kitap h g wellsin ilk romani. daha gorelilik teorisi bulunmadan quantum fizigi icat edilmeden once 1890’larda yazilmis oldugundan, dort boyutlu uzay zamandan ve gelecekte gunesin genisleyerek ic gezegenleri icine alacagindan bahsetmesiyle yazarina saygi duydurtur. wells’in thomas huxley’den aldigi biyoloji derslerinin etkisi cok bariz gorunmektedir. gelecekteki tum varliklarin evrimsel bir aciklamasi…

Okuduğum, izlediğim yeni kurgular
Kurgulardan Haberler / 06 Temmuz 2019

Gentleman Jack, Digi’nin yaz dizilerinden ilgi çekici birisi. Zaten yaz boyunca seyredilebilecek ikinci dizi de bu denebilir. On dokuzuncu yüzyılın başlarındaki Endüstri Devrimi yıllarında Anne Lister, Batı Yorkshire’daki Halifax’e geri döner… Genç, güçlü, erkek giyimli ve tavırlı bir kadın olan Anne’in atadan kalma malikanesinin kaderini değiştirmek için ettiği mücadeleyi anlatan dizide zamanın kadın hakları, asil aileleri, yaşamları ve cinsel tercihlerin yasakları ön planda. İngiltere kırsalını zaten severim, çekimler güzel, oyuncular da daha şimdiden rollerine adapte olmuş görünüyor. Merakla izliyorum. * Kız Kardeşim Seri Katil– roman Polisiye gerilimin hakkını veren bir roman. Hem kullandığı dil hem de uyandırdığı merak gayet dozunda. Çok zamandır özlediğim o alaycı, mizahi ve acı tonların hepsi iç içe geçmiş. Üstelik bir ilk roman! Braithwaite bu romanda şiddet, sadakat ve ailenin dramatik yapısını ve içinde bulunduğu çıkmazı anlatıyor. Bu arada kız kardeşlik bağlarının da sorgulandığını görebiliyoruz. Olayın, Nijerya’da geçiyor olması da bizim için biraz yakınlık hissi veriyor, ne de olsa batı dünyasından çok farklı bir kültür. * City on a Hill; yozlaşmanın, yolsuzluğun ve ırkçılığın adeta gündelik yaşamın bir parçası haline geldiği, şiddetli suçlarla dolu Boston şehrini mesken tutuyor. 1990’lı yılların başlarında geçen dizi, bölge savcısı Decourcy Ward ile yozlaşmış olmasına rağmen saygın bir FBI ajanı olan Jackie…

Haftanın Kurgularından seçmeler
Kurgulardan Haberler / 15 Haziran 2019

Aşkın Algoritması Cole (Ewan McGregor) teknoloji tabanlı romantik araçlar sunan bir şirkette çalışan bir yapay zeka mühendisidir. Bu şirketin ilk keşfi, başarılı bir ilişki olasılığını belirleyen bir algoritmadır; en son projesi ise mükemmel ruh eşi olmak için tasarlanan yapay insanlar olur. Cole, aynı şirkette çalışan bir başka mühendis olan Zoe (Léa Seydoux) ile bir ilişki yaşar ve android robotlardan Ash de Zoe’ye ilgi duymaya başlamıştır. Bu durum Zoe’nin bazı gerçeklerle yüzleşmesine yol açar. ZOE bir başka görsel efektsiz, şiddetsiz ve oldukça dıygusal bir film. Metaforik okumayı bilenler içinse bir hazine. İki saat boyunca aşk hissi uyandıran haplar da oldukça ilginç. Sizin viagranıza karşı Benzydin! * Hawking’in Düşleri -Özge Arıkal Gönül Distopik öyküler sınıfında bir kitap. Yerli bilimkurgu yazarlarını okuma seferberliğimin dördüncü kitabını da bitirdim. Gitgide robotlaşan, insani özelliklerini yitirmek üzere olan bir kadının hissedebilmek için duyduğu derin istek… Çocukluğunda maruz kaldığı türlü türlü zorbalığın izlerini ruhunda taşıyan bir adam ve geçmişini geride bırakarak aldığı, geri dönüşü olmayan çok önemli bir karar… Bilimkurgu türünde yazılmış, distopik bir anlatıyla örülmüş üç öykü: Pragma, Tardigradya ve Ucube. Aslında üç öykü de birbirini tamamlar nitelikte, nerdeyse bir roman okumuşum hissini verdi bana. Yazarın sonraki yapıtlarını da okuma isteği uyandırdı. Kitap S.Hawking’e atfedilmişçesine şu sözleriyle, takdim…

Kurgular ve düşündürdükleri
Kurgulardan Haberler / 22 Mayıs 2019

Son Şans – The Congress Yaşlı ve işsiz bir aktrise, son bir iş teklifi gelir. Kadın, bu işi kabul ederken verdiği kararın nelere sebep olabileceğini asla tahmin edememiştir. İleride çekilecek filmler için, hatrı sayılır bir para karşılığında, görüntüsünün dijitalleştirilerek kendisinin bir  kopyasının yapılmasını kabul eder. Anlaşma gereği, görüntüsünü istedikleri her filmde kullanabileceklerdir film genelde pek beğenilmemiş gibi görünüyor fakat muhtemelen 18+ diye beklentiye girilen porno tarzı bi şey bulamadıkları içindir 🙂 Büyük usta Staslavw Lem’in kitabından uyarlanmış ve tüm olaya metaforik yaklaşılmış. Oyucular çok iyi. Ben beğendim doğrusu. Düşündürdükleri; Hepimizin yüksek benliğinin (yani aumakuamızın) altıncı boyutta olduğu ve ruhla bağlantımızı sağladığına dair bir teori var. Yunan mitolojisi, hint mitolojisi hatta Huna felsefesi de bu teoriyi destekler durumda görünüyor. Yani altıncı boyuttaki asıllar bu dünyayı filmdeki çizgi film gibi kurgulamış ve kendilerini tarayarak bu dünyaya yansıtmış olabilir. Matrix, Truman show gibi filmler de aynı temayı kullanmışlardır. * Chernobyl Çernobil dizisini izleyen oldu mu bilmiyorum. Ben felaket senaryolarını ne izleyebilir ne de okuyabilirim. Bunu da hep görmezden geliyordum. Fakat digi yine bulup buluşturdu karşıma çıkardı. Dedim ki bu bir kurgu değil olup bitmiş bir olay sonuçta biraz bakayım dedim. Böylece şu an ilk bölümü izlemiş oldum, Kendimi hastalanmış hissediyorum, bu nasıl bir faciadır anlatılmaz….