Altı derece ayrılık, gezegendeki herhangi bir kişinin, beşten fazla aracısı olmayan bir tanıdıklar zinciri aracılığıyla gezegendeki herhangi bir kişiye bağlanabileceği teorisidir. Kullanıcılar, birinci, ikinci ve üçüncü derecelerinde kişilere mesaj gönderebilir ve ilan panosu öğeleri gönderebilir ve sitedeki diğer kullanıcılarla bağlantılarını görebilir. SixDegrees, günümüzde yaygın olarak kullanılan genel formdaki ilk sosyal ağ sitelerinden biriydi. Arka plân Neredeyse hepimiz evden uzakta, bizimle bir tanıdık paylaşan yeni biriyle karşılaşma deneyimini yaşadık. Bu fenomene, ilk olarak Amerikalı psikolog Stanley Milgram (1933-1984) tarafından incelenen küçük dünya sorunu denir. Buradaki orijinal makaleye atlamaktan çekinmeyin. Makale, tarih, sosyoloji ve diğer disiplinlerle ilgili birçok tartışmada rol oynayan toplumdaki matematiksel yapıyı keşfetmeye yönelik deney ortamı için ilgimi çekti. Günümüzde herkes birbirinden birkaç tıklama veya beğeni alıyor (sosyal platformlar sayesinde), ancak farklı görüşlere sahip topluluklar her zamankinden daha fazla bölünmüş durumda. Yeni zorlukları çözmek için biraz eski moda ihtiyacımız olabilir.
#carloscastaneda nın Toltec bilgeliği ismiyle anılan aslında Mu’nun #atlantis uzantısından göçmüş devamı yaqui kızılderilerine ait bir #şamanöğretisi olduğunu söyleyerek başlayayım. Castaneda’nın kendi çömezlik yıllarında yazdığı 12 kitap var. Gelelim benim hikayeme CC ile 92 yılında tanıştım, ilk iki kitabı okudum (30 yıl olmuş!) 94 yılında #fethiye ye taşınırken kitapların gerisini almadım, aslında büyülenmiştim fakat mantık yürüterek; ben burada ne bir #nagual bulabilirim ne de #meskaline dolayısı ile bu bilgileri sindirmem mümkün olmaz dedim😏😔 200O yılında #7numara dizisi için İstanbul’a döndüm, altı ay kalacağımı düşünürken hala buradayım🤣 Seksenli yılların sonundan beri #kuantumfiziği ilgimi çekiyordu, Türkçe çok az veri olmasına rağmen tümünü okumuştum hatta 99 yılında yazdığım ilk kitabım #sırıtkankırmızıay da öğrendiğim #kuantumfelsefesi ne dair bir kurgu yaptım. mem mümkün olmaz dedim😏😔 200O yılında #7numara dizisi için İstanbul’a döndüm, altı ay kalacağımı düşünürken hala buradayım🤣 Seksenli yılların sonundan beri #kuantumfiziği ilgimi çekiyordu, Türkçe çok az veri olmasına rağmen tümünü okumuştum hatta 99 yılında yazdığım ilk kitabım #sırıtkankırmızıay da öğrendiğim #kuantumfelsefesi ne dair bir kurgu yaptım. İstanbul’a döndüğüm ilk yıllarda izleyici olarak katıldığım bir kuantum sempozyumunda konuşmacı olan ve sonra iyi bir dost olduğum Doç.Haluk Berkmen ile tanıştım. O bana Castanedanın kitaplarından birini hediye etti, gözüm parladı, hatırlamıştım ve artık eskisi kadar mantık…
Geleneksel Aborjinlerin toprak ve kültürleri için sahip oldukları eşsiz bağı kavramak için, mitolojilerinde “Rüya Zamanı”(Rüya, Tjukurrpa veya Jukurrpa) veya Yaratılış dönemi kavramı hakkında temel bir anlayış edinmeniz gerekir. Geleneksel olarak, Aborjinler dünya’nın her zaman var olduğuna ve şeylerin başında sadece doğaüstü varlıkların yaşadığına inanırlar. Dünya karanlık, özelliksiz, ıssız bir ovaydı ve gezegenin yüzeyinde hiçbir tür yaşam yoktu. Sadece dünya yüzeyinin altında, yarı embriyonik yarı gelişmiş bebekler şeklinde belirsiz bir insan yaşamı biçimiyle birlikte, uykuda yatan bu doğaüstü varlıkların binlerce formunda yaşam zaten mevcuttu. Zaman, bu doğaüstü varlıkların uyandığı ve dünya’nın yüzeyini kırdığı zaman başladı. Güneş de yerden doğarken dünya kısa sürede ışıkla dolup taştı. Doğaüstü varlıklar görünüşte büyük ölçüde değişmiştir. Bazıları kanguru, emus ve diğer hayvanlara benzeyen şekillerde yükselirken, diğerleri erkek ve kadınlara benzeyen insan formunda ortaya çıktı. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler arasında bölünmez bir bağ vardı. Hayvanlara benzeyen varlıklar insan gibi düşündüler ve davrandılar ve insan formundakiler istedikleri zaman hayvanlara veya bitkilere dönüşebilirlerdi. Ebedi uykularından çıktıktan sonra, totemik atalar (Kanguru Rüyası, Emu Rüyası vb.) Olarak adlandırılan varlıklar, peyzajın fiziksel özelliklerini yaratarak dünya etrafında hareket ettiler. Dağlar, tepeler, kum tepeleri, ovalar ve nehirler, dolaşan totemik ataların eylemleri nedeniyle ortaya çıktı. Bu doğaüstü varlıkların doğrudan veya dolaylı olarak neden olmadığı…
Hayatım boyunca konuşmalarımda yazılarımda metafor olarak dokuma, dokuma tezgahı örnekleri vermiştim. Bunu tekstile yakınlığım ve çalışma prensibinin elverişliliği sebebi ile yapmıştım. Şimdi ise Karmakarışık evren kitabını okurken DOKUMA ODASI başlığı altındaki geçmiş hayat seansı yapılırken dokumanın bir metafordan fazlası olduğunu görerek şaşırdım. Sizlerle de paylaşmak için sabırsızlanıyorum. (Metindeki “D” terapist yazar Dolares Cannon. “N” hipnozdaki Normanın yüksek benliği” D: Ben kiminle konuşuyorum? Norma’nın bilinçaltıyla mı yoksa…? N: Norma Norma’nın farkında ama ben onun yüksek benliğiyim. D: Ben ona bilinçaltı diyorum. Bilgilerin tümüne sahip olan kısım oluyor, öyle değil mi? (Evet) Konuşmayı sevdiğim odur. Bu yerin bazı kısımlarıyla ilgili bilgim var. Orada “Dokuma Odası” diye bir yer var mı? N: Ah, evet. Bu, Ölümün Ötesi kitabımda, her ipliği bir insanın hayatını temsil eden, hayatın bir dokuması olarak tarif edilmişti. İpliklerin örgüsü, herkesin yaşamının herkesi nasıl etkilediğini çok canlı bir şekilde tasvir ediyordu. Hepimiz biriz ve birbirimizle iç içe geçmiş haldeyiz. D: O odayı görebilir mi, merak ediyordu. N: Oraya devamlı gidiyor. D: Öyle mi? (Evet) Bundan haberi yok, değil mi? N: Haberi var ama buna inanmadı. D: Ona odanın nasıl göründüğünü gösterebilir misiniz? N: Işıkla dolu bir oda. Bir tavanı yok çünkü dokuma yüksek. Ve çok uzun. Uzayıp gidiyor. Sonu yok….
Yazının ilk bölümü için tıklayınız Fiziksel ve astral bedenlerimizin entegrasyonu üçüncü çakra için başka bir kontrol sorunu yaratabilir. Kişisel güçlerini bir başkası üzerinde savunmaya çalışan farklı egoların kontrol sorunlarının yanı sıra, düşüncelere karşı duygular, sezgiye karşı akıl ve yin’e karşı yang’ın iç kontrol sorunları da vardır. DUYU: Üçüncü çakra görme duyumuzu yönetir. Üçüncü boyut bilincimizin fiziksel görüşünü ve dördüncü boyut bilincimizin “ikinci” görüşünü veya astral görüşünü yönetir. ASTROLOJİ işareti: Aslan, genellikle bu çakra ile ilişkili olan astrolojik bir işarettir. Güneş tarafından yönetilen Leo, sıcaklığımızı ve gücümüzü, tanıma, güç ve sosyal statü için çabalarımızı sembolize eder. Astrolojik olarak, Güneşimiz bu yaşam boyunca somutlaştırdığımız ego sistemini temsil eder. Üçüncü çakra, önce başkalarıyla sonra ruhumuzla ego sisteminin mücadelesini temsil eder. Gücümüzü kendi içimizde bulduğumuzda, artık başkalarına karşı mücadele etmemize gerek kalmıyor. O zaman egomuz ruhumuzun durgun, küçük sesini tanımayı öğrenmeli ve dünya gemimizin kontrolünü bu üstün Kaptana teslim etmeyi öğrenmelidir. ELEMENT: Ateş, bu çakra ile ilişkili elementtir. Ateş, üç boyutlu fiziksel bedenimizin elektriksel / sinirsel kısmını temsil eder. Elektrik, davranışlarımızı düşüncelerimizle bilinçli olarak yönetme yeteneğimizle ilişkilidir, çünkü korteksimizin davranışımızı seçmesine izin veren sinir sistemimizin elektriksel ateşlemesidir. Davranışlarımızı, eylemlerimizi, sözlerimizi ve tutumlarımızı seçmek için “irade gücünü” kazandığımızda, bilinçli olarak yaşamımızı kontrol ediyoruz. Öte yandan,…
YER: Üçüncü çakra sternum kemiği ile göbek arasında bulunur. YAPRAKLAR: Üçüncü çakrada, dönerken bir girdap gibi görünebilen on yaprak vardır. Numerolojide, 10 sayısı 1 sayısına indirgenir. Bir numara başlangıcı sembolize eder, “Başlangıçta kelime vardı” ve her kelime bir düşünce ile başlar. Bilinçsiz olsa bile, düşünce iletişimden önce gelir. Üçüncü çakra aynı zamanda çoğu zaman bilinçsiz olan dört boyutlu astral dünyayla olan iletişimimizi temsil eder. NOT VE MANTRA: Bu çakranın notu D’dir ve mantra “ram” veya “aum” dur. RENK: Bu çakranın rengi sarıdan altına kadardır. Kişinin aurasında astral görme ile görüldüğünde, sarı renk entelektüel düşünceyi temsil eder. Altın rengi, kişinin Ruh nitelikleriyle özdeşleşmeyi temsil eder. Bir aura içinde sarı bir ağırlığı ego kendi rasyonel düşünce bağını gösterir. Öte yandan, kişinin aurasındaki altının baskınlığı, fiziksel dünya gemisinin kontrolünü Ruhuna teslim eden bir egoyu temsil eder. Fiziksel düzeyde, sarı renk dikkat anlamına gelir. Sarı, “dur” un kırmızısı ile “git” in yeşili arasındadır.” Fiziksel ve astral benliğimizi bütünleştirmek için büyük dikkat gerekiyor. Maneviyata giden yol temkinli sabırla döşenmiştir. (Dikkatin, Huna bilgisinde önemini çok iyi biliyoruz, enerjimiz dikkatimizin yöneldiği şeye akar, yani gücümüzü bu yolla kullanırız ve konuda maalesef çocukluktan bir bilgilendirme yapılmadığı için, çoğu kez bilinçsizpozisyondayız.) KURALLAR: Üçüncü çakra bilincimizin zihinsel kısmını yönetir ve…
“Yeterince” sihirli bir kavramdır, tarif etmek ve ölçmek mümkünatı da pek yoktur çünkü olay/kişi/ihtiyaç dairesinde her AN her kişi için özneldir. “Yeterince” içsel bir sestir; insanın kendiyle devamlı, dolaysız, ve samimi bir iletişim halinde olmasını gerektirir. Bu sebeple iç ve dış konuşmaların asgariye indirilmesi için önerilen yöntemleri keskin bir niyetle ve disiplinle sürdürmek gerekir. Ben kişisel olarak bu yöntemleri yıllar süren Gurdjieff ve Toltek (CC) yolculuğu esnasında disipline ettim fakat dinler dahil her türlü farkındalığı artırmaya yönelik yolculukların kendi tarzlarında bunu sağlamaya çalışan yöntemleri vardır. Önemli olan yollar/yöntemler değil uygulamanın efektifliğidir. * Felsefe olmadan sadece suçlular diğer insanları yargılamaya cesaret eder. Aslında insanın bünyesi hatta bütünlüğü kendin için yeterinceyi fevkalade biliyor ve bu aşılacak olursa hemen uyarı sinyali gönderiyor. Örneğin ben günde 12 saat bilfiil çalışan biriyim, sürekli okuyor ve yazıyorum. Zevkle yaptığım için bi bıkkınlık yorgunluk fark edemiyorum ancak bünyem kapasitenin aşıldığı durumlarda hemen sinyal ediyor, eğer onu duymazdan gelirsem bu kez ağrıyla sancıyla uğraşmak durumunda kalıyorum. Oysa sinyalin geldiği ilk an mola versem her şey tıkırında olacak Sevdiğimiz şeyleri yaparken ifrata kaçma tehlikesiyle karşı karşıyayız, bütün konular için geçerli Yeterince” kelimesi üzerine kavramsal olarak biraz düşünün, ara ara aklınıza geldikçe düşünün. Asansörde, merdivende, köprülerde düşünün lütfen. Aynı anda…
Geoscience Frontiers’ta yayımlanan bir araştırmaya göre volkanik aktivite, kitlesel yok oluşlar, levhaların yeniden düzenlenmesi ve deniz seviyesindeki yükselmeler dahil olmak üzere bu kümelenmiş jeolojik olayları temsil eden bu kalp atışı, inanılmaz derecede yavaş olan 27,5 milyon yıllık bir felaket gelgitleri ve akışları döngüsü. Yani başka bir deyişle bu söz konusu kalp atışı her 27,5 milyon yılda bir meydana geliyor. 2021’de yaptığı açıklamada, “Birçok jeolog, jeolojik olayların zaman içinde rastgele olduğuna inanıyor” ifadelerini kullanan New York Üniversitesi’nden jeolog ve çalışmanın baş yazarı Michael Rampino, “Ancak çalışmamız, ortak bir döngü için istatistiksel kanıtlar sağlıyor, bu da bu jeolojik olayların birbiriyle ilişkili olduğunu ve rastgele olmadığını gösteriyor.” şeklinde kaydediyor. Uzmanlara göre yapılan hesaplamalara bakacak olunursa bahsi geçen felaketler zinciriyle dolu ‘kalp atışı’ için önümüzde yaklaşık 20 milyon yıl olduğu düşünülüyor. Oluşturdukları grafiikte bir önceki ‘kalp atışının’ yaklaşık olarak 8 milyon yıl önce olduğunu gözlemleyen araştırmacılar, sonraki için derin bir nefes almamızı sağlayacak kadar uzak bir zamanı işaret ediyor. Ancak yine de günümüzde iklim değişikliğinden savaşlara, depremlerden volkanik patlamalara ve savaşlara, yaşanan felaketleri düşünecek olursak, devasa bir kalp atışı olmasa da, günümüz insanı da kendi elleriyle kendi ‘kalp atışını’ yaratıyor diyebiliriz. Kaynak:webtekno/İrem Denli Günaydın ve iyi bir hafta olsun. Belki bu kalp atışını ilk kez…
Fiziksel ve eterik bedeni biliyoruz. Özellikle Eterik bedenin bilmediğimiz ve hayati özelliklerini öğrenmek için tıklayınız. Astral Beden, fiziksel bedenin tam bir kopyasıdır, ancak daha ince astral maddeden oluşur.Uykuda ve beden dışı deneyimlerde Astral Bedende seyahat ediyoruz. Astral Bedenimiz tutkuları, duyguları ve istekleri barındırır ve bunlar fiziksel bedene iletilir. Astral Beden, uyku sırasında veya ilaçların ve anesteziklerin etkisi veya beraberinde getirdiği kazalar sonucu fiziksel bedenden ayrıldığında Ağrı ya da diğer duyguları hissetme kapasitesine sahiptir. Astral Beden, duygu ve arzunun yeridir. Olumsuz duygu ve düşünceler astral Bedende daha koyu renkler üretir. örneğin öfke Astralde kirli kırmızı bir renk yaratır, daha yüksek duygu ve düşünceler pastel renkler olarak görünür. Bu renkler ruh halimize bağlı olarak sürekli renk değiştirir. (bunu gözleriyle görebilenler var. Ben sadece hissedebiliyorum) Astral Beden fiziksel maddeden değil astral enerjiden oluşur. Astral Beden, bir insanın duygusal doğasını yansıtır. Daha kaba, daha karanlık düşünceler ve duygular astral Bedenin titreşimini azaltır. Olumlu, sevecen duygu ve düşünceler astral Bedenin titreşimini yükseltir. Ölümden sonra kişinin Astral Bedeninde yaşadığı ve birçok Astral bedeninden birine çekildiği söylenir. Astral bilinç öncelikle arzunun uyarılmasıyla uyanır. Bu Beden, arzulara, duygulara, hayal gücüne ve psişik yeteneklere sahip olmamızı sağlar. O düşüncelerimize güç verir, etkili eylem ve belirme için gereklidir. Astral Beden, korkudan nefrete ve sevgiye, huzura,…
Bu konuyu yaklaşık 20 yıldır ele alıyorum hem daha iyi anlamak hem de anlatabilmek için. İlk dört adım video kayıtları halindedir, adresleri aşağıda sunuyorum. 1.ci Adım: https://www.youtube.com/watch?v=vY-WR6G78cQ&t=12s 2.ci adım: https://www.youtube.com/watch?v=4LvbixVb-Yw&t=3s 3.cü adım: https://www.youtube.com/watch?v=XCON-HCm7X0 4.cü adım: https://www.youtube.com/watch?v=d-qH-EGHuk8 Bu videolarda anlatılanı ve daha fazlasını yazılı olarak da görebilirsiniz tıklayınız 5.ciAdım : Entegral bir sentezde alt düzeylerin yanlışlara, batıl inançlara ya da İlkel anlamsızlığa yol açtığı düşünülmez. Çocukça sihrin ve Noel baba mitlerinin gerçek olmasının bir anlamı vardır. Çünkü bu dünya görüşleri, bu düzey ya da bu dalgadan bakış tarzıdır ve dalgaların hepsi Kozmosun önemli bileşenleridir. Öte yandan, Farklı düzeylerin yorumlarını küçümseyen mantıklı bir bilim insanı kendi kökleri ile temas kuramayan biridir. Örneğin mitik düzeyin çok bilinen ve sevilen dalı astroloji, köklerimizle bağlantı kurmayı, kozmosa karşı sevgi ve ilgi duymamızı, kendimizi tanımamıza yardımcı olan kadim bir Öğretidir. Onu ilkel sayıp da bu yönlü davranan ve kendini daha üst düzeyde zanneden birisinin varsaydığı kendi dalga düzeyini gözden geçirmesi gerekir. Şüphesiz “çeşitliliği onaylıyorum” demek soylu bir çabadır ve bence şu an en çok Avrupa’da kullanılan bir tarzdır. Fakat Bu tutum kapsayıcı olmadığı için en basit sebep ile yıkılabilir. siz kendi yolunuza gidin ben kendi yoluma gideyim gibisinden bir temenni entegral düzene uygun değildir; çünkü her…
Başlıktaki cümle beni hep güldürür, sebebi nedir bilmiyorum. Yazılımlarım, mantık ve dolayısıyla bilim çerçevesinde örülmüş, özellikle üçüncü yazılım! Astrolojiyle ilk karşılaşmam galiba 25 yaş civarında oldu. O ana kadar ikibini aşkın kitap okumuştum halbuki! Bu bile insanın yazılımın ne kadar etkin bir belirleyici olduğunu gösteriyor diye düşündüm şimdi. Bu yazıyı da çoğu paylaşımım gibi harflere basarken düşünüyorum. O sıralarda Çukuruva Grubunun bir fabrikasında çalışıyorum ve ticari muhasebe şefiyim ve mali işler müdürlüğünü vekaleten yürütüyorum. Şirkete İş Bankası müdürlüğünden bir finansman müdürü transfer edildi. İsmi ilginç geldiği için halen hatırlıyorum, Hamdan Bey! Tabi nezaket gereği hayırlı olsuna odasına ziyarete gittim. Tokalaştıktan sonra, “Burcunuz ne Sibel Hanım?” dedi. Yaşadığım şoka hala gülüyorum. Boğa dedim koltuğa otururken, kahvelerimiz geldi, bana burcumla ilgili bir şeyler söyledi. Hayretim büyüyordu, kocaman adam diyorum içimden.; ama “hiç ilgilenmedim bu konuyla” dedim incitmeden. İşimiz yakın çalışmayı gerektiriyor. Hem sonra bana ne herkesin kendince bir bildiği vardır derim, yaşam felsefem bu. Ve bu burç muhabbeti her karşılaşmamızda ufak ufak sürdü, hiç aldırmadım ama çaktırmadım! Sonunda tahmin edeceğiniz gibi pes ettim ve Türkiye’de yayınlanmış bütün astroloji kitaplarını satın aldım. Fırtına gibi karşılaştırmalı okudum. O zamanlar ingilizceden okuyacak kadar iyi bilmiyorum. Eksiklik hissetmedim değil ama elimdeki imkan buydu. Burcum, yükselenim ve…
Öncelikle sibo Hastalığı kısaca neymiş onu söyleyeyim, sonra kendi sibo günlüğüme geçeceğim. SİBO hastalığı olarak da bilinen bağırsaklarda zararlı bakterinin çoğunluğa geçmesi sonucu ortaya çıkan bir durum. Peki bu neden olur? Genellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenen, işlenmiş gıdalar ve uzun süre antiasit ilacı kullanmış olanlarda görülür. Burada hemen çoğu hastalığın temelinde yatan (gizlenmişimsi) glutenin de bulunduğunu sanıyorum. Bu arada glutenin ingilizce yapıştırıcı kelimesinden (glue) türediğini ve tahılların içine de bu maksatla eklendiğini sanırım biliyorsunuzdur. Neyse konudan uzaklaşmayayım. Konudan ilk kez şu video ile haberdar olmuştum, tıklayınız, Çünkü yaklaşık on yıldır artarak devam eden önceleri FMF (doğuştan gelen genetik bir hastalık) sebebiyle sandığım fakat giderek bunda başka bir iş var dediğim belirtileri webte aratmış ve ismini ilk kez duyduğum, gittiğim hiç bir doktorun sözünü etmediği sibo kelimesini duymuş oldum. Belirtilerini kısaca özetleyecek olursam: en belirginleri Sürekli gaz üretimi ve hamile gibi karın şişkinliği, karın ağrısı zaman zaman kabızlık ya da ishal. Bulantı, vitamin ve mineral eksikliği,yorgunluk, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, moral bozukluğu gibi bezdirici şeyler. Bu arada sağlık sektöründe değilim, sadece damdan düşenim! Sibo Günlüğüm:
Eterik Beden, insan enerji sisteminden gelen ana enerji kütlelerinden biridir. Diğer ana bedenler Astral ve Nedensel Vücut’tır. Bu bedenlerin her biri giderek daha ince bir enerjiden oluşur. Eterik beden fiziksel vücudun tam bir kopyasıdır. Ana işlevi güneşten gelen ışığı ve ısıyı emmek ve bunları fiziksel vücudun tüm bölgelerine iletmektir. Eterik gövde, daha yoğun fiziksel gövdenin üzerine inşa edilen arketip olan fiziksel vücudun kalıbıdır. Çoğu insan için eterik beden görünmezdir, görebilenler onu fiziksel bedenin çevresinde yaklaşık 5 cm genişliğinde mavi-gri buzluymuş gibi olduğunu, dakikada 15-20 kez titreştiğini tarif ediyorlar. Eterik beden genellikle ana oluşturucu veya fiziksel gövdenin matrisi olarak adlandırılır. Burada bence en önemli husus; onun fiziksel bedenimizin organlarına eşdeğer biçimde bağlanmış oluşudur. Fiziksel bedenden bir organ çıkarılırsa, eterik organ hala vardır. Ve ilk zaman duyduğumda çok şaşırdığımı hatırladığım, örneğin fiziksel olarak artık olmayan bir kolun hala ağrımakta olduğunun söylendiği olaylar, işte o organın eterik bedende halen orjinal olarak bulunuşudur. Bir diğer çok önemli husus da duyularımızın; Eterik, astral ve fiziksel bedenler arasında bir bağlantı aracı olmasıdır. Beş duyunun çalışmasına nedeni Eterik bedenimizdir ve bu sayede madde dünyasını deneyimleriz. Eterik vücut aynı zamanda daha ince dünyaları deneyimlememiz için de bir kanal sağlar. Beni en çok şaşırtan ise Eterik bedenin, kişinin ego…
Son zamanlarda izlediğim en iyi dizi Station Eleven. Dizi incelemesi dediğime bakmayın, ben sadece bana hissettirdiklerini paylaşırım. Eleştirmen olmak için Yazılımlarım uygun değil. İnsanı öylesine derinden etkileyen bir yöntem kullanılmış ki, hikayenin ne olduğunu unutmak bile isteyebilir, bu büyünün etkisiyle yıllarca bu grupla dolaşabilirsiniz. Yönetmen sihri denen şey bu mudur bilmiyorum; fakat senarist arkadaşlarımın mutlaka izlemesini ve yorumlamasını isterim. Eğer izleyecekseniz beklenti ve alışkanlıklarınızı bir yana bırakmanız ve ilk üç bölümü geçebilmeniz gerekir. Ancak o zaman farklı bi şeyle karşı karşıya bulunduğunuzu anlayabilirsiniz. Hatta ben daha ikinci bölümde çöküş-hayatta kalma bahsinin, sanata, tiyatroya, çizgi romana bir güzelleme anlatısının gölgesinde kaldığını anladım, olur da her şeyi kaybedersek elimizde kalanın yarattığımız şeyler ve bunun toplamını yansıtan kültür olduğunun anlatıldığını görüp şaşırdım. Bir Amerikan yapımından bu inceliği beklemiyordum belki! Maalesef sadece on bölüm, fakat bence en doğru doz. Yıllar içinde değeri bilinip kült bir yapıma dönüşme ihtimali var. Şahsen ben dokuz puan verdim. An itibariyle medyatik olmamasının sebebi muhtemelen, savaş/kavga/teknik vahşet beklentisine boğulmuş eril zihniyetli seyircilerle, aşki güzellemeler, cinsellik temaları bekleyen diğerleri tarafından sıkıcı bulunmuştur. Genellemelerim için özür dilerim. Çünkü bu diziyi geç bulmuş olmamdan dolayı kendime kızgınlığım bu tür suçlamalar yaptırdı bana. İnsanız işte ne yapalım. Dizinin değerini fark eden fakat kültür…
Bugün ilginç bir konuyla karşınızdayım. Sebebini sonra söyleyeceğim Tarihsel olarak bakıldığında hayalet vatozlardan korkulmuş ve tapılmıştır. 1978 yılına kadar dalgıçlar bu hayvanların aslında ne kadar kibar ve insancıl olduklarını gösterinceye kadar durum böyleydi. Bugün, hayalet vatozun koruma altına alınması en çok ekoturizm sayesinde olmuştur. Zira Çin geleneksel tıp ilaçları vatozların solungaç tırmığını kullanmayı gerektirmiştir. Bunlar yüzlerce dolardan satılmaktadır. Aynı zamanda etleri ve derileri içinde avlanmaktadırlar (bir çok ülkede yasaklanmış). Scuba dalgıçları isterse bu hayvanlarla karşılaşabilirler. Ancak Bahamalar, Hawaii, Endonezya, Avustralya, İspanya ve diğer ülkelerde manta görmek turizm sayesinde oldukça kolaydır. Agresif değillerdir fakat turistler dokunmamaları konusunda uyarılır. Zira mukoza tabakalarını bozmak yaralanmaya ve enfeksiyona karşı duyarlı hale gelmelerine neden olur. Biraz daha küçük mantalar kıyı resiflerine kadar yaklaşabiliyor, dalgıçların gördükleri aslında 3 metre civarındaki bu türler. Benim bahsettiği yaklaşık yedi metre cüssesinde ve derin denizlerde bulunuyor. (Bu arada manta ismi, yabancı dildeki mantodan esinlenmiş) Korunma durumu IUCN Kırmızı Listesi, hem M. alfredi hem de M. birostris’i “soyu yüksek tükenme riskiyle karşı karşıya” olarak sınıflandırır. Mantalar pek çok ülke tarafından korunurken, korunmasız sular nedeniyle göç, aşırı avlanma, mikroplastik madde alımı, su kirliliği, tekne çarpışmaları ve iklim değişikliği nedeniyle sayıları azalmaktadır. Yerel popülasyonları ciddi bir tehdit ile karşı karşıyadır çünkü alt popülasyonlar…