Can Sıkıntısı

Can sıkıntısı konusunda bir forum sohbetinden…

T. Bu dünya dikkati dagitacilar üzerine kurulmustur, yani düsünen bir organi düsünmez hale
getirmek icin uygrasilar üzerine kurulmustur. Düsünmüs olsaydik, neyin farkina varirdik?

S. Eğer algımız senin söylediğin şeyler tarafından meşgul edilmeseydi (ben buna hipnotize diyorum), o zaman muazzam bir sistemin üyesi olduğumuzun farkına varırdık.

F. Muazzam bir sistemin parçası olduğumuzu öğrendiğimiz takdirde ;ne olurdu?
yani bu sonuç bizi menfi yönde mi yoksa müspet yönde mi etkileyecekti?

S. Muazzam bir sisteme dahil olduğunu öğrendiğinde herkesin tepkisi farklı olur herhalde, benimki üst düzey bir hayranlık içeren şaşkınlık olmuştu.

T. Ama öbür taraftan “oyun teorisine” göre muazzam sisteme erisme imkani yok.
Simdi ne olacak?

S. Oyun Kuramında muazzam sistemden bahsetmiyor. Fakat eğer şimdi soruyorsan tüm oyun evrenlerini muazzam bulduğumu söyleyebilirim. Oyun kuramı, oyun dışı hakkında ahkam kesemeyeceğimizi söylüyor bi bakıma 🙂

T. Can sıkıntısı oyunu “dogru” oynayamadigimizdan mi kaynaklaniyor? Veya bu oyun nasil oynanmali?

S. “Can sıkıntısı, seviye artışına gebedir” diyor Oyun Kuramında. Düşününce ben de hak veriyorum, can sıkıntısı insanı yeni şeyler keşfetmeye ya da en azından canını sıkan tüm faaliyetleri durdurmasına yol açar. Ve bu durgunluktan içeri yeni seviye ile ilgili deneyimler akar. Fakat gelin görün ki, dünyada bazı merciler insanların sıkıldıklarını hissettirmemek için ellerinden gelen taktiklerin tümünü uyguluyorlar. Belki de bana böyle görünüyor.

Tabi sizin söylediğiniz şovlara korku senaryoları da dahil, hatta bunlar çoğunlukta, yani bize sürekli değişik kaynaklardan aba altından sopa gösteriliyor: Aman elinizdekilere sahip olun, aman onları kaptırmayın, geleceğiniz tehlike altında, gelecek için şunu yapın bunu yapın, düşmanlar geliyor hazırlıklı olun, stok yapın, güzel olun yoksa erkekler beğenmez, zengin olun yoksa kadınlar istemez! Çocuklarınız, çocuklarınızın geleceği, sorumlu insan olun! vs vs vs…
Bu ironik komedi senaryoları istisnasız tüm TV programlarında, gazete ve dergi sayfalarında yer alıyor.

Bu oyun nasıl oynanmalı sorusuna ise cevabı ben veremem, kendim için bi şekilde oynuyorum. İnsanın yeniden hislerle, gerçek hislerle buluşması için derin bir sessizliğe ihtiyacı olabilir.
T. Yazdiklarina katiliyorum. Hic kimseye ögüt verme niyetinde olmadigini da iyi anliyorum. Ama senin de bu oyunu nasil oynadigini merak ediyorum.
Sen can sıkıntısının yeni seyler yapabilmek icin gerekli oldugunu söylüyorsun. Katiliyorum.
Bu bana sanki köpeklerin kendi kuyruklarini kovalamasina benziyor. Can sıkıntisindan kurtulmak
icin bir seyler yapiyoruz, amacimiza ulsatiktan sonra tekrar ayni bosluga düsüyoruz ve tekrar kendi
kendimizi canlandirmaya calisiyoruz. Insan bu durumda ne icin ugrastigimizi sorguluyor, cünki
dönüp dolanip yine ayni baslangic noktasina variyoruz.

S. Belki de “içsel sessizlik” tanımını biraz açmalıyım; İçsel söyleşimizi durdurduğumuzda dünyayı da durdurmuş olacağız. Don Juan içimizdeki bir yanın ondan korktuğumuz için her daim kilitli olarak tutulmakta olduğunu ve ussallığımızın o yanımızı deli bir akrabamız gibi bir mahzende kilitli tuttuğunu söylemişti.
Bu durumda, deli akrabanın üzerimize çullanmasını önlemek için tek çare sonu gelmez içsel söyleşileri kendimize kalkan etmekte olduğumuz gerçeği son kerte anlaşılabilir bi şey.
O halde, sonsuz iç gevezelik bizi koruyan bi şeyse neden onu bırakmamız ve ikinci dikkate girmemiz öneriliyor?!
Cevabı sorunun içinde değil mi?
Kişinin ikinci dikkat hakimiyeti olabilmesi için yeterli erki var ise, birikmiş ise, dünyayı durdurabilir, yoksa iç söyleşiye ve Gurdjieff’in deyimi ile uyumaya devam etmesi onun hayrına olacaktır.

T. Senin o terimi Don Juan’in kullandigi anlamda kullandigini biliyorum. Don Juan diyor ki: kendi kendinle konusmayi birak…

S. Şu sıralar Jung’un hayat hikayesini (kendi ağzından) okuyorum ve hayretten hayrete düşüyorum; çünkü bir bilim adamı olarak içsel sessizliği, ussallığımızın deli gibi korktuğu o diğer tarafımızın işlevlerini bizatihi kendi üzerinde deneyimlemiş olduğunu görüyorum.
Eğer kendisini güncel dünyaya bağlayacak sorumlulukları olmasa (ailesi ve çok sevdiği mesleği), çoktan Nietsche’den beter duruma düşeceğini bizzat itiraf ediyor.
Bu durumda şurada hemfikiriz ki, yeterli enerjimiz olmadan, girip de geri gelebilecek bir YERden bahsetmiyoruz. O YER, Don Juan’ın terimi ile “ikinci dikkat” alanıdır.
Bu durumda bize konuşacak tek şey kalıyor; yeterli enerjiye sahip olmak için ne yapmalıyız?

H. Enerji diyorsunuz… Çok güzel!
Bu enerjiyi, her enerji ölçütünde olduğu gibi önce tasarruf etmeliyiz.
Bizi dünyaya bağlayan, yani bizim dışımızdaki her şeye harcadığımız enerjiyi tasarruf edersek, sanırım biriktirebiliriz de…
S. enerji biriktirmek için ilk öneriniz gayet yerinde.
Enerjinin en büyük kaybı şu durumlarda gerçekleşiyor:
1.Şikayet etme, kendine acıma
2.Yargılama
3.Haklı olma ihtiyacı
Bi arkadaşımız geçen gün şöyle önermişti:
“Dikkat ederseniz var olan enerjimizin çoğu gün içindeki duygusal yaşantımız tarafından tüketilir. örnek: öfke, kıskançlık, kin, endişe, kendine acıma, haksızlığa uğrama hissi vs. bu tarz enerji tüketici kalıplar algılamamızın ürünleri değildir, tam aksine düşüncelerimiz tarafından üretilirler. Yani uygun düşünce eşlik etmeden var olamazlar. Kendisine daha iyi davranılması gerektiğini düşünmeyen biri alınganlık gösteremez. Herhangi bir insan, uygun bir iç söyleşi yürütmeden birine kızamaz. O halde enerjisine sahip çıkmak isteyen birinin yapması gereken böyle zamanlarda içsel konuşmaları durdurmaktır. Her ne kadar içsel sessizlik kesin ve nihai çözüm olsa da bunu yapmakta zorlananlar içsel söyleşinin içeriğini değiştirebilirler. Her iki durumda sonuç aynıdır. o yüzden içsel söyleşi durdurulabilene kadar onun yerine eğlenceli seçenekler konabilir: Düşüncelerinizi değiştirmeden, size komik gelen bir şarkıyı düşüncelerinizi o şarkının sözleri haline getirip söyleyin. O anda, olmayan bir dil uydurun ve ve kendi uydurduğunuz bu dilde şarkı söyleyin. 1 den 100 e kadar 3er 3er sayın, ya da hayal gücünüzü kullanıp kendi yönteminizi kendiniz bulun.”

H. Enerji kaybımız konusunda sıraladığınız üç başlık ve bir arkadaşınızdan yaptığınız alıntı çok çok güzel. Ancak bunlar, enerji tasarrufumuzu sağlayacak çok küçük olgularmış gibi gözüküyor.
Asıl enerji kayıplarımızı “bağımlılıklarımız”da gerçekleştiriyormuşuz gibime geliyor. Yani bizim dışımızdaki her türlü bağımlılık… İçimizdekilerle az da olsa baş edebiiriz belki ama asıl üzerinde durmamız gereken dışta olanlar gibime geliyor.
Sizin başlıklarınız sanki biraz daha yüzeysel gibi… ya da önemsiz ayrıntılar gibi…. ya da psişik anlamda ayrıntılar gibi… duruyor.

S. “Bağımlılıklar” artık nerdeyse sağlıksızlık düzeyinde gördüğümüz şeyler, onlar sağaltılmadan bu söylenenlere geçilemez zaten. Fakat yine de insan kendi erki yetebildiğince bir ucundan işe girişmeli derim.

T. Aynen katiliyorum. Bagimliliklarin da ic konusmadan kaynaklandigi kanisindayim, cünkü
bence bu da empatinin yan etkileri diye betimlenebilir. Insan kendisini digerlerinin yerine koymaya
calisirken ayni zamanda karsisindakilerin de düsüncesinden kendini soyutlayamiyor. “Ben sunu düsünürken karsimdaki ne der” düsüncesi bizi bagimli kiliyor. Bu konusmayi durdurduktan sonra problemin büyük bir bölümü de kalkmis olur….
S. Tabi ki öyle ve hatta daha da vahim. Normal insan, dışarda kendinden başkasını göremez (bazı istisnai olaylar ya da çok çok kısa anlar dışında), şöyle izah etmeye çalışayım:
İnsanın çevresinde, ona doğduktan sonra (pek çok yerde nasıl olduğunu anlattım, istenirse yeniden anlatırım) kazandırılan bir koza vardır. Bu kozanın içinin ayna ile kaplı olduğunu düşünün. İnsan dışarıya baktığını zannederken hep kendini görür! 🙂
Bu vahim durum gereği, başka birisini “dinlemek”, “görmek” için “iç konuşmanın” durdurulması ve bunun için de belki bazı uygulamalar ve çalışmalar gerekiyor.

T. Simdi insanlar kendi kendilerini gördükleri icin mi canlari sıkılıyor? Ve bu uygulamalar nedir acaba?

S. Bu kritik bir soru. Cevap şöyle olabilir: Hayır, kendilerini görenler henüz sıkılma düzeyinde değildir. “kendini gördüğünü” farkettiğinde sıkılma belirtileri başlar, bu sebeple seviye artışına gebe olur demek ki.

Örneğin ben, kendi dışımda bişeyler olduğunu daha şurda beş sene kadar önce farkettim. Fakat öncesinde derin bir sıkıntı ile geçirdiğim iki yıl vardı, görünürde sıkılacağım hiç bişey yoktu, yanı dış etkenler sebebiyle değildi. Sıkılmaya başlamadan hemen önce “gözlerin” bir projektör aleti gibi içerden dışarı doğru yayın yaptığını farketmiştim! Epeyce bunu gözlemledim ve emin oldum. İşte ondan sonra sıkılma başladı. Derken bir gün -bu dünyadan olmayan- bir arkadaşım şöyle dedi; evet haklısın, kendini dışarı projekte ediyosun ama dışarda başka şeyler de var!” Hiç konuşmayan birinden aniden bişey duyunca insan irkiliyor! Herneyse, ona kesinlikle güveniyordum, söylediğini ciddiye aldım ve dinlemeye başladım. İnsanları, doğayı, her bişeyi dinledim. Onları dinleme isteğim öyle güçlüydü ki, iç konuşmalarım azaldı. Dinlerken vereceğim cevabı hazırlamıyordum, ya da kendimi nasıl savunacağım ya da haklı çıkacağımı planlamıyordum, sadece dinliyordum. Ve tam o sıralarda Castaneda ile yollarımız birleşiverdi. Orada anlatılan şeyler bana müthiş tanıdık geliyordu, ve tabi gerçekten de yüreğim çarpıyordu, (hayatımda beni en çok heyecanlandıran bilgilerdi bunlar) kitaplar bitmesin istiyordum, bir yandan terminolojiyi öğrenirken diğer yandan önerilen uygulamaları yapmaya başladım.
Halihazırda işin daha çok başındayım fakat yine de kendime nazaran daha iyi durumda olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki, bütün yollar Roma’ya çıkıyor, yeter ki işaret eden parmağa değil yöne bakabilelim.

T. Anladigim kadariyla can sıkıntısı senin gözünde “gebelik” ani, Thomas Kuhn’un “paradigmasi”.
Can sıkıntısını sen cok yararli bir sey olarak görüyorsun. Insanlarin yeni seylere gebe olabilme
anlari galiba. Senin örnegindeki durum baska bir bilince sahip olmak, yani kendinden baska
diger seylerin de farkina varmak. Krizleri şansa döndürmek buna denir galiba…

S. Yararlı görmek değil de, insanın doğal süreçlerinden biri diyebiliriz belki. Kimse canının sıkılmasını istemez, bu biraz da “kaza” kavramını çağrıştırdı şimdi bana, kazayı da kimse istemez ama evrim kazalar sebebiyle oluyormuş gibi görünüyor, hatta Oyun Kuramında, oyunların kaza ile başlamış olabileceği önermesi yapılıyor.

4 Yorumlar

  1. says:

    can sıkıntısı çok kötü bir şey ben öyle sıkılıyorum ki, bana çok kötü görünüyor özellikle arkadaşlarım yanımda olmayınca en sevdiklerim benim çok uzakta
    hiç biri yok öyle eline almayla yazışmayla olmuyo

  2. says:

    slm, arkadaşlar ben meltem sizin canınız sıkılıyomu benim çok sıkılıyor çünkü burda yalnızım yanımda çok sevdiğim selinayım yok onu çok seviyorum çok özledim bir tanem

  3. […] dostum bu konuda daha öncede sohbetetmişiz seninle o yazıya bi göz atmakta yarar var (bakınız can sıkıntısı). Kısaca şöyle tekrar edeyim enerji […]

  4. Turan says:

    Sen mükemmelsin :-)))
    Konustugumuz hic birseyi kacirmamissin :-)))

meltem için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir