Bilmek ve İnanmak

İnsanların en çok inandıkları şeyler, en az anladıklarıdır.
Montaigne

Ne kadar doğru bir tespit. Örneğin şöyle diyen birini duydunuz mu hiç?: “Nefes aldığıma inanıyorum” ya da “sesim olduğuna inanıyorum” gibi…

Bu konuyu dönüp dönüp yeniden işliyor oluşumda herhalde bir hikmet vardır; bilmek ve inanmak konusu… Hani bazen sorulur “İnançlı biri misin?” diye ben de “evet derim bilmediklerime inanırım” Bildiklerime inanmak gerekmediği gibi onları sebepsiz yere dile getirmek de aklıma gelmez. Ancak sorulursa, ki bu bile soran kişinin bilmediğini gösterir; çünkü bilen tanır ve içinden soru yükselmez. Don Juan Matus, Toltec bilgeliğinde bu konuyu üç öğe ile açıklar:

1. Bilinen: Bu, kişinin o ana kadar bildiklerinin tümünü kapsar, ve aslında bir diğer adı da “Tonal” dir.

2. Bilinmeyen: Bu kavram kişi için henüz bilinmeyen ancak bilinme potansiyeli barındıran, uçsuz bucaksız bir alandır. Diğer adiyla bu bölgeye “nagual” denir (nahval).

Tonal için Nagual denizinde bir adadır dersek sanırım uygun bir benzetme yapmış oluruz.

3. Bilinemiyen: Toltec felsefesindeki en zor anlaşılabilen tanımlardan biri bu olsa gerek. Kişisel olarak “bilinemiyen”i anladığımı ancak anlattığımda anlaşılamadığımı fark ettiğim için henüz tam manasıyla kavramamış olduğumu kabul ettiğim yer. Acaba şu anda bir kez daha anlatmayı deneyeyim mi? Kendimi yokladım ve bunu denemek için istekli olduğumu gördüm. (Şimdilik yola devam edeyim o biryerlerde gelirse gelsin)

Aklıma şu geldi şimdi: Benim Oyun/kandırış kuramını –bakınız: https://sibelatasoy.com/?p=187 -bilenler hatırlayacaklar, orada birbirini kapsayan OYUN evrenleri var. İçinde bulunduğunuz oyun evrenine “bilinen” diyebiliriz, sizi kapsayan oyun evrenlerine “bilinmeyen” diyebileceğimiz gibi. Ancak bir de ara ara bahsedilen “OYUN dışı olmak” tabiri var, onu şu anda hatırladım.

Hiçbir oyun, kapsayıcılık derecesi ne olursa olsun BİRe varmaz.

OYUNUN her anında BİR vardır.

BİRe çıkış kapısı ölerek ve olarak olur.

İnsan öldüğünde ya da olduğunda oyun dışı kalır.

İnsan ölürse de, olursa da bunu bilemez.

Bilemez çünkü BİR olduğunda ayırt edemez.

Bir oyundan “ölerek” ayrılanlar, o oyunu kapsayan oyunun, canlandırılacak BİR malzemesi olur.

Bir oyundan “olarak” ayrılanlar BİR olurlar.

Oyunun içindeki tüm varlıklar, birbirlerinin üzerine inşa edilmiştir. Tıpkı bir oyunun diğerini kapsadığı gibi birbirini kapsayarak ilerlerler.

Ayrıca bir de şöyle bir ifade kullanılmış:

OYUN içinde karşıtı ile varolmayan her şey TAMdır.

Peki içinde bulunduğumuz bu oyun evreninde karşıtı ile varolmayan bi şey bulabilir miyiz? İşte burası çok kritik galiba. Ve yine Oyun/kandırış kuramından:

TARİF oyun içinin en çok kullanılan malzemesidir.

TARİF edilen, isimlendirilmiş, isimlendirilen olarak ölmüş ve OYUNA düşmüş olur.

OYUN dışı yoktur; çünkü tahayyül edilemez, ancak ondan küçük parçalar çalınabilir.

Bu son cümlenin yanlış olabileceği üzerine düşündüm bir an, nasıl olmayandan küçük parçalar çalınabilir ki diyerek. Fakat sonra aklıma Don Juan’ın, işıklı yumuta gibi olan kürelerimizde peşinen aydınlık olan bir banttan söz ettiği geldi aklıma! Bu ışıklı banda farkındalık da deniyordu yanlış hatırlamıyorsam. Ve açıkça anne/babadan çalınmış oluyorlardı. Yaşam hep ikiyi bir etmeye çalışıyor, ne ilginç değil mi? Zaten Oyun Kuramı şöyle başlıyordu:

Tüm OYUN evrenlerinin ana maddesi BİRdir.

OYUN içinde olanların BİRe dair bütün akıl yürütmeleri EKSİKtir.

BİR hakkında getirilen her tanım, OYUN’un içine düşer.

Her şeyin ilk sebebi BİRdir; ancak BİR sebepsizdir.

İşte burada ve ilerleyen bölümlerde BİR olarak bahsedilen şey “Bilinemiyen” dir diyebilirim. Don Juan, eski toltec büyücülerinin Bilinemiyen ile bilinmeyeni karıştırdıklarında başlarına büyük belalar açıldığını söyler. Ve bence en büyük bela; oyun evrenlerine sonsuzca sıkışıp kalmaktır. Neden peki? Çünkü tanımlamanın sonu yoktur ve karşıtı olan şey TAM olamaz. Tanım ise karşıta muhtaçtır. Şimdilik burada kesip Montaigne’nin sözüne döneyim.

O zaman nedir inanmanın faydası, ya da daha basitçe inanmanın işlevi?

Apaçık görünüyor ki; inanmak, KAPSAYICI OYUN EVRENİ”ne geçebilme arzusudur.

8 Yorumlar

  1. karia says:

    Çok güzel bir yazı olmuş bilmek ve inanmak..Allah’ın varlığı gibi..Ben varolduğuna inanmıyorum, biliyorum..Çünkü inanmada şüphe vardır..

  2. […] Bilinen ve bilinemiyenle ilgili sesli düşündüğüm şu yazıya göz atabiliriz: https://sibelatasoy.com/?p=493 […]

  3. Turan says:

    “””Bilemez çünkü BIR oldugunda ayirt edemez.

    TARIF oyun içinin en çok kullanilan malzemesidir.
    TARIF edilen, isimlendirilmis, isimlendirilen olarak ölmüs ve OYUNA düsmüs olur. “”

    Bunlardan yola cikarak TARIF etmek oyuna dahil olmanin sartlaridir. Yani bunun kökünde dil yatiyor. Kendi kendimizle konusmakta bizi BIRden uzaklastiriyor. O halde kendi kendimizle konusmayi durdurmamiz gerekiyor.

    Hic bir seyi kesin bilemiyecegimiz icin bildigimiz zannettigimiz seylere bile aslinda inaniyoruz…

  4. says:

    Evet, Don JUan’ın da söylediği gibi “içsel sessizliği” sağlamak bizler için hayati öneme sahip.
    İçsel sessizlik sağlandığında dikkatinizi yönelttiğiniz her şeyi gerçekten bilirsiniz; fakat bu o ana has bir biliştir ve kesindir. Başka anlar için onu aklınızda tutmaya, yazmaya çalışmak nafile! Zaten bunları yaptığımız için içsel sessizliğimiz bozuluyor. Aslında herşey hem basit hem de göründüğünden karışık 🙂

  5. Ismail says:

    Ben ne kadar çok öğrensemde hiçbirşeyi bilmediğimi farkediyorum. Hatta en basit şeyleri bile bilmediğimi sadece kabul ettiğimi farkediyorum. Zihinsel dinginlik anında ise bilip bilmemek beni kesinlikle ilgilendirmiyor, soru bile sormuyorum. Sorarsan zaten zihinsel sesizlik bozuluyor. Demek ki, zihnimi çalıştırdığım anda ben herşeye inanıyorum, çünki hiçbirşey bilemiyorum ve dahi bilmiyorum. IQ testlerinde acayip yüksek puanlar alıyorum ama inanın bunun nasıl olduğunu bile bilmiyorum. Kabullenmişliklerimi sınava kusuyorum ama aslında anlamıyorum. Ama hiç önemsemiyorum da bunu. Zaten zeka denilen şey en büyük düşmanımız galiba ve gerçekte değil. Hayali anlamak için var olan bir mekanizma. Anlamasak mı acaba?

  6. says:

    Güzel izah etmişsiniz İsmail Bey. HAYAL’i anlamak için zekamız olsa ne olmasa ne diyorsunuz anladığım kadarıyla. Ben buna hayal değil OYUN derdim. hatta dedim! 🙂
    Bu oyunu kurarken amacımızın ne olduğunu hatılamaya çalışmak lazım, yoksa dolap beygiri gibi döndürüp duruyo insanı.

  7. Birsen Yalçın says:

    Çok güzel elinize yüreğinize sağlık. Anladığım kadarıyla ,zıtlık, akıl yürütmemizi ve bu şekilde seçimler yaparak oyundan çıkma noktasına doğru yol almamızı sağlıyor. Ta ki oyunun sonuna gelene ve ona gereksinim duymayana kadar. Harika.

  8. says:

    Birsen Hanım, oyunların kendiliğinden bir sonu olduğunu sanmıyorum. Oyun sonu ancak kullanıcının iradesi ile devreye girebiliyor. (belki siz zaten bunu kastettiniz) Bu durumda biz aslında bir hedefe doğru ilerliyoruz ama bu oyunların sonu değil teknik olarak, oyundan çıkma kararı verebilecek iradeye, erkeye sahip olma hedefine gidiyoruz. Don Juan da her şeyin erke biriktirmekle ilgili olduğunu söyler. Teşekkürler

Sibel Atasoy » Dikkat Dereceleri için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir