Ayna sembolizmi-İbn Arabi

Tanrı’nın âleme benzeyiş yönünün ayna sembolündeki karşılığı ise,
aynadaki sûretin sahibinden başkası olmamasıdır. Çünkü aynanın karşısındaki kişi bir harekette bulunduğunda, aynı hareket sûret tarafından da yapılmaktadır.
Bu da mümkünlerin, Tanrı değilseler bile, tam olarak Tanrı’dan
başkası olmadıkları anlamına gelmektedir.
Bütün bu açıklamalardan sonra ayna ile aynadaki görüntü arasında üç
temel ilişkiden söz edilebilir:
1. Görüntü, ayna olmadan ortaya çıkamaz. İbn Arabî’ye göre şeylerin
varlığa gelişi, onların ‘Tanrı aynası’nda zuhûr etmelerinden başkası
olmadığından, ayn’lar ancak bu yüzey sayesinde var olurlar. Bu da nihaî
anlamda görüntünün varlığı aynanın varlığına bağlıdır, demektir.
Ayn’ların ayna, Tanrı’nın sıfatlarının aynadaki görüntüler kabul edildiği
bakış açısına göre ise, Tanrı’nın sıfatları ancak ayna olan mümkünler
sayesinde var olmaktadırlar.
2. Aynayla görüntü ve görüntü ile görüntünün sahibi özdeş değildir. Bu
iki çift, tamamen birbirinden farklı da değildir. Bunlar arasındaki ilişki
“ne/ne de” ve “hem/hem de” ilişkisidir. İbn Arabî ayna ile görüntü arasındaki
bu arada-olma halini pek çok bağlamda kullanır.
3. Ayna, üzerinde görüntü olmasa da ayna olmaya devam eder ve varlığı
görüntüye bağlı değildir. Fakat aynanın aynalık vasfının kemâli, ancak
aynalık fonksiyonunu yerine getirmekle gerçekleşir. Bir başka deyişle,
ayna ancak üzerindeki görüntülerle kemâl bulur. İbn Arabî’nin Tanrı’nın
mümkünlere muhtaç olmamasına karşın pek çok sıfatı olup bu sıfatların
fonksiyonlarını icra edecekleri bir konu aradıklarına ilişkin görüşünün
ayna sembolizmindeki karşılığı budur.
Dikkati ayna sembolündeki son öğeye, yani görüntülere, yoğunlaştıracak
olursak, Tanrı, zât halinde herhangi bir sıfat veya isimle muttasıf olmaktan
yücedir. Ancak bir kez ilk tecellî gerçekleşince, artık O pek çok sıfat ve
isme sahiptir. Bu sıfat ve isimler de hükümlerini gösterecekleri bir konuya
muhtaçtırlar. Buna göre ilahın ilahlığını göstereceği bir objeye ve sfere
(me’lûh), Rabbin de rablik özelliğini üzerinde sergileyeceği bir nesneye veya
hükümranlık alanına (merbûb) ihtiyacı vardır. Ayna sembolizminde bunun
karşılığı, aynanın aynalık sıfatını gösterebilmesi için yansıtacağı görüntülere
muhtaç olmasıdı
r.

Buraya kadar Tanrı’nın ayna, mümkünlerin aynadaki görüntüler olduğu
model üzerinde duruldu. İbn Arabî bir diğer vecih olarak, mümkünleri
ayna, Tanrı’yı mümkünler üzerinde zuhûr eden sûretler olarak tasvir eder.
O, her iki modelin de bir yönden hakikate yakın olduğunu söylemekle birlikte,
hangisinin ne bakımdan hakikate daha yakın olduğunu cevapsız bırakır.

Şeyhin genel varlık düşüncesinden yola çıkarak, Tanrı ve mümkünlerin,
Tanrı’nın Zâhir ve Bâtın yönlerini dönüşümlü olarak gösterdiklerini söyleyebiliriz.
Tanrı’yı “Bâtın” sıfatında düşündüğümüzde Tanrı ayna, mümkünler
ise sûretler olmakta; Tanrı’yı “Zâhir” sıfatında düşündüğümüzde, bu kez
mümkünler ayna, Tanrı ayna üzerinde tecellî eden sûretler olmaktadır. İbn
Arabî her iki modeli de bir bakımdan gerçeğe yakın görmekle birlikte, Tanrı’nın
sûret, mümkünlerin ayna olduğu ikinci tasarım, bize göre vahdet-i
vücûd felsefesinin özüne daha uygundur.
Ayna ile aynaya bakan kişinin özdeş olmadığını ispatlamak için, Şeyh,
aynanın aynaya bakan kişiye fiziksel hiçbir etkisinin olmadığını belirtmektedir.
Aynanın tesir edebileceği tek öğe sûrettir. Sûret ise, ayna ile aynaya
bakan kişiyi bir yandan birbirine bağlayan, diğer yandan da birbirinden
ayıran bir ortaçtır; İbn Arabî’nin kullandığı kavramlar ile konuşacak olursak
“berzah”tır.
İbn Arabî Tanrı ile âlem arasında vahdet-i vücûd öğretisinin gerektirdiği
başkalık ve özdeşliği tesis etmek zorunda olduğu gibi, âlemdeki tek tek
varlıkların da birbirlerinden başka olduğunu göstermek durumundadır. O,
başkalık prensibini aynalar temelinde şöyle ispat eder: Bir şahsı düşündüğümüzde,
o şahıs on farklı aynada yine aynı şahıs olarak kalmasına rağmen,
o şahsın bu aynalardaki görüntüleri birbirlerinden farklı olacaktır. Çünkü
aynalar birbirlerinden parlaklık, uzunluk, genişlik vb. yönlerden farklıdırlar.
Bu yüzden karşılarındaki şahsı da değişik biçimlerde yansıtırlar.
İbn Arabî ayna sembolünü oluşturan unsurlar olan ayna, sûret ve aynaya
bakan
kimsenin varoluş sahasındaki karşılıklarını izah etmektedir.
Buna göre Tanrı, aynaya bakan kişidir. Ayna, mümkünler; aynadaki sûretler
ise hissedilir âlemdeki varlıklardır. Tanrı mümkünlük hazretine bakmakta,
bu hazret kendi doğasına uygun biçimde Tanrı’yı veya vücûdu yansıtmaktadır.

Bütün aynalar karşısında aynı kişi bulunmasına rağmen, her bir ayna  o kişiyi kendi özelliğine göre yansıtmaktadır. Âlemdeki bütün varlıklardaki vücûd da tek bir hakikat olmakla birlikte, her bir varlık vücûdu kendi istidâdına göre yansıtmaktadır.

İBN ARABÎ’DE MİSTİK SEMBOLİZM ∗
Tahir ULUÇ

TASAVVUF: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 16, ss. 151-190.

12 Yorumlar

  1. says:

    Ayna hakkında eskiden günlüğüme not düştüğüm epeyce şey olmuş.
    http://agnia.blogcu.com/ayn-i-anda-olcer/25221
    http://agnia.blogcu.com/arkadakiler-arkadaslar/30793

  2. ras says:

    “senün aşkın şerabından bu Dai şöyle mest oldu;
    Uyarmaz uyhudan anı meğer İsrafilin surı”. (Senin aşkının şarabından Dai öyle mest oldu ki onu, İsrafilin suru bile uyandıramaz.) her yazınızla hakikatin bir başka yönünü düşünüyor ve hayatın koşuşturmasından uzaklaşarak derin telakkilere dalıyorum. Saygı ve teşekkürlerimle.

  3. says:

    Hatırlatıcı bir etkim oluyorsa ne mutlu bana 🙂

  4. Turan says:

    “”Tanrı mümkünlük hazretine bakmakta,
    bu hazret kendi doğasına uygun biçimde Tanrı’yı veya vücûdu yansıtmaktadır.
    Bütün aynalar karşısında aynı kişi bulunmasına rağmen, her bir ayna o kişiyi kendi özelliğine göre yansıtmaktadır.””

    O halde güzelligi gören de, cirkinligi gören de Tanriyi görmüs olacak, degil mi? Bu halde iyiligin ve kötülügün ne anlami kaliyor?

    1. says:

      İyi ve kötünün, “hareketi” oluşturmak için tasarlanmış bir mekanizma olduğunu yıllardır söylüyoruz ya 🙂

  5. Turan says:

    “Taraf” tutmak o zaman pek o kadar da önemli degilmis. Iki tarafta madalyanin bir yüzü, galiba. Bu söylediklerimiz bütüne bakinca olmali, aksi halde iyi ve ya kötü tek bir sahista yogunlasmis olamaz mi? Ama bütüne baktigimizda hic önemi yok olmasi gibi…

    1. says:

      Taraftarlığa önceden hazırlanmak, yani olay başına gelmeden önce, ben şucuyum bucuyum şeklinde taraf belirlemek, henüz iyi-kötü dualitesinde yaşanmakta olduğunun yegane belirtisidir.
      Fakat bir hadisenin olduğu anda, örneğin seçim sandığına gittiğinde, ya da bir dörtyol kavşağına geldiğinde, tam o anda bir seçim yaparsın, bu iyiyi veya kötüyü seçmek tediğil, o an gerekeni yapmak anlamına gelir.
      Dualitik bir realitede tüm edimler SEÇİM gerektirir. Onsuz yaşayamazsınız. Fakat önceden tarafgirlik yapmıyor isen iy-kötü üzerinde olabilirsin. Tabi olmayabilirsin de, çünkü tam o anda seçim yaparken bilinçli değilsen bu kez de bitki ve hayvan titreşimine yakın olduğun anlaşılır. 🙂

  6. Turan says:

    Tam secim yaparken taraf olunur diyorsun. Bu secim bilincli yapilmasi gerekiyor diyorsun, hem önceden taraf olmayan ama sadece secim aninda taraf olan bir bilinc nasil gelistirilebilir? Bu konudaki düsüncen nedir?

    1. says:

      Süper bir soru 🙂
      1. Bütün anlarını sana sevinç veren edimlerle dolduracaksın. Bu sadece zevk peşinde koşmak değil hazırlanmadan hazırlanmaktır. Eğer insan çocuk yaşta ebeveynlerince sakatlanmadıysa, öğrenmekten, hayal kurmaktan ve yaratıcı faaliyetlerden zevk duyar.
      2. Hayat boyu zevkli hazırlanmak anlamına gelen böylesi bir yaşamda, gerekeni yapmak için yeterli bilgiin olacaktır.
      3. Seçim yapma anında başvuracağımız diğer bir önemli işlevimiz sezgisel bağlantıdır. Önceden tarafgir olmuş kişide duyulamayacak bu ses, BOŞ olunduğunda gayet rahat duyulur.
      4. İnsanda dünyanın bu boyutu gereği çocukken kesinleştirilmiş olan BEN ve diğerleri ayrımı, sonraki yıllarda yeniden birleştirilebilmelidir. Bu son derece önemli husus (başlangıç olarak Empati de denilebilen) gerek ebeveyn ama daha çok artık eğitim kurumlarının başlıca görevi olabilmelidir.
      Doğduğunuzda bütünle birsinizdir(bilinçsizce), sonra anneniz sizi bütünden ayırır! Ve diğer herşey bunu pekiştirir. Daha sonra bu ayrılmayı yeniden bütüne fakat bu kez bilinçli bütüne taşıyacak eğitim şart.
      Bilmem anlatabildim mi? Aklıma başka şeyler de gelebilir biraz acele yazdım 🙂

  7. Turan says:

    Sibel tesekkürler…

    bir taraftan dolup (bilgi) diger taraftan nasil bosalinir?

    Bu da son sorum olsun…

  8. says:

    Ben teşekkür ederim, beni düşünmeye itiyorsun 🙂
    bir taraftan dolup (bilgi) diger taraftan nasil bosalinir?
    Bilginin (zihne alınan bilgiyi kastettiğini varsayıyorum). deney aşamasına geçirilmesi gerekir. O bilgi her tür deneyiminin içinde sanki geviş getiriyormuşçasına evrilip çevrilmesi lazım. Yeterince deneyim gerçekleştiğinde, zihindeki bilgi kaybolur çünkü o artık içselleşmiştir. Pek tabi aynı bilgi her insanda farklı açılardan içselleşebilir.
    İçselleşen bilgiyi (daha önce yaptığın gibi) ezberden anlatmak mümkün olmaz, o ancak yeri geldiğinde ortaya çıkıverir! :)))

    Acaba sorduğun şey benim anladığım mıydı bilemiyorum.

  9. Turan says:

    Tesekkürler, cok güzel anlatmissin…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir