Bölüm DO

  

“Keeestik!”

 

Bir an süren sessizliği bir alkış tufanı yıktı. Pırıl pırıl güneşli günde boğazın üstünde, o sessiz görünen çıkmazın her yerinden insanlar fırladı.

Kalabalık gülerek, alkışlayarak merkeze, yönetmene doğru yürüdüler.

Aylardır süren çalışma bitmişti. Filmin son karesi de çekilmişti.

 

Yönetmen, oturduğu küçük tabureden kalktı. Uzun boyluydu. Sakalları kırlaşmıştı. Başında yaramaz bir oğlan beresi vardı. Oduncu gömleğinin kolları düzgünce dirseklerine doğru kıvrılmıştı.

Yanına ilk ulaşan cüsseli adamın tebriğini kabul etti, öpüştüler

“Geçmiş olsun hocam”

herkes birbirini tebrik ediyordu.

Kırk yaşlarında görünen, düz sarı saçları kulak hizasında kesilmiş güzel bir kadın itişip kakışarak yanaştı, yönetmenin kulağına doğru eğilerek

“Hocam küçük bir parti hazırlamıştık içerde, siz ne zaman derseniz herkesi oraya alacağım” dedi.

Adam sanki bittiğine inanamıyormuş gibi gözlerini kırpıştırarak baktı prodüksiyon amirine. Sonra silkinerek o ana geldi

“Tamam Ayla Hanım, teşekkürler. Şimdi geçelim o zaman”

Onayı alan kadın kalabalığa doğru çağrısını yaptı.

Herkes gülerek, şakalaşarak, az önce kapalı duran bahçe kapısından içeri doluştu. Geniş salonun terasa bakan kapıları da açılmış, ortaya uzun bir kokteyl masası hazırlanmıştı. Koltukların üzerinde beyaz keten örtüler duruyordu hala…

 

Ekibin en neşeli siması makyöz Melahat, elindeki votka-portakal bardağını resmini çeken kamera asistanına doğru kaldırdı “Nazdrovya!”

Arkasından geçmekte olan set amiri “filmin etkisinden kurtulamadın herhal!” diye takıldı.

Set ekibi, kamera, prodüksiyon,ışık ve diğer ekiplerin en genç olanları ellerinde bardakları terasın bir ucunda toplanmıştı. Üzerlerinden kalkmış olan gerilimin de etkisiyle içmeden sarhoş olmuş gibiydiler. Hatta bir ara kuaför Adem, uzun düz saçlarını savurup duran deli lakaplı sanat yönetmenini terastan aşağı atma girişiminde bulundu.

Oyuncuların bir kısmı henüz gelmemişti.

Son sahnedeki oyuncular ise giysilerini değiştirmeden yiyeceklere saldırmıştı. Uzun masanın bir köşesinde yönetmen Yılmaz, yapımcı ve basın danışmanıyla sohbet ediyordu.

“Hocam yarın akşamki veda partisine basını da davet ediyorum. Gerçi onlarla ayrıca toplantı yapılacak bu hafta ama yine de, samimi bi hava olur, hoş olur diye düşündük”

Yönetmen –ben karışmam- gibisinden omuzlarını kaldırdı.

“Nihan Hanımı göremiyorum?” dedi etrafa bakınarak

Soruya yanından geçmekte olan birinci asistan “geliyor hocam, bahçede dolaşıyordu, çağırdım az önce” diye cevap verdi.

“Haa iyi” dedi adam. “Son sahneyi çekerken omuz başımda dikiliyordu şahin gibi de, nereye gitti şimdi diye merak ettim” güldü.

Gerçekten de iki dakika sonra salonun kapısından beyaz bir gölge girdi içeri; senarist Nihan.

Beyaz ipeğimsi keten bir şalvarın üzerine kızılderili pançosu giymişti. Ayağında beyaz çizmeler başında kumral saçlarını arkaya iten altın işlemeli beyaz bir eşarp vardı. Giyimi her zaman garip olurdu. İşin ilginç tarafı ne kadar tuhaf giyerse giysin belirginleşemeyen biriydi o. Hep bir gölge gibiydi; yavaşça, kayararak gelir giderdi sete. Bakışları her daim dalgındı. Bir melankoli çukuruna düşmüş de, halinden gayet memnunmuş gibi bir mutabakat okunurdu yüzünden.

Zaten yönetmenden başkası da pek takmazdı onu ekipte.

Kapıdan girişini de Yılmaz gördü yine “Nihan?” diye seslendi

Nihan sese doğru ağır derece miyopmuşçasına baktı. Yeşil gözleri gerçekten içe dokunacak denli güzeldi. Yüzünde utangaç bir gülümseme belirdi.

“Gel gel, nereye bırakıp gidiyorsun bizi?”

Nihan kayarak hocaya yaklaştı, kucaklaştılar

“Elinize sağlık hocam”

“Hepimizin” dedi adam

Daha otuzunda bile görünmeyen Nihan’ın güzel gözleri yaşardı.

“Ağladım biliyor musunuz?”

“Belli oluyor”

“Çok güzeldi.” Durakladı “hiçten yarattınız sanki” dedi

“Bir yabancı gibi söyledin şimdi” dedi yönetmen gülerek

“Yabancıydım. Hikayemi  bana yabancılaştırdınız ve ne yazdığımı anlamamı sağladınız. Oturduğum evin içini dışardan görmek gibiydi. Size borçlandım” dedi burnunu çekerek

“Hadi hadi, saçmalama… Az mı kavga ettin benimle, çan çan? Ha?”

Nihan güzel küçük bir kahkaha attı

“A evet, oldu ara sıra öyle şeyler. Neyse çok şükür bitti.”

O sırada yanlarına yaklaşan genç adamın tebriğini kabul ederken

“Ooo Yegan bey gelmiş, bey mi bayan mı ne desek artık? her neyse işte!” diye takıldı, Nihan’a göz kırparak.

“Hocam özür dilerim son sahneye yetişemedim, çok seyretmek istiyordum oysa. Bir müzikal için görüşmeye çağırdılar”

“Hadi yaa? Nasıl bişey?”

“Henüz tam anlayamadım ama büyük bir prodüksiyonmuş, Amerikada çekilecekmiş çoğu, öyle diyorlar.”

“E sana da yakışır tabii”

“Dalga geçmeyin hocam ya!”

Bir ağızdan güldüler.

 

sa

“Bir Kadını Öldürmek Kitabının yayımlanmamış son  bölümü-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir