Sessiz Amerikalı ve Trio Durumu-1

 
 Ünlü İngiliz yazar Graham Green,  Quiet American adlı kitabını 1955’de yayımlandığında anti-Amerikancılık yapmakla suçlanmıştı. İngiliz Gizli servisiyle ilişkisi üzerine çok spekülasyon yapılmış olan Greene, sonradan İkinci Dünya savaşı sırasında MI6 için çalışırken gizli servisin başı Kim Philby’le yaşam boyu arkadaşlık kurduğunu basına açıklayacaktı.  Bir ara Komunist partiye de üye olan yazar çok seyahat etti ve dünyanın sorunlu olarak tanımladığı yerlerinde  geçen eserler verdi. Indochina savaşı sırasındaki Vietnam, Mau Mau yıkımı sırasındaki Kenya, Stanilist Polonya, Castro’nun Kübası ve Duvalier’in Haitisi bunların arasındadır. 

Sessiz Amerikalı (Quiet American) kitabı 1958 yılında Joseph L. Mankiewicz tarafından filme çekildi. Genç Amerikalı Pyle’ı, Audie Murphy,  Orta yaşlı İngiliz Fowler’ı,  Michael Redgrave ve Vietnamlı dilber Phuong’u da Giorgia Moll canlandırdılar. 

Sessiz Amerikalı’nın konusu kısaca şöyledir: 1952 Saygon, Vietnam savaşı sürüyor. Yardım kuruluşları adına orada bulunan Alden Pyle adlı bir Amerikalı London Times gazetesi için çalışan Thomas Fowler’la arkadaş olur. Fowler Vietnamlı metresini adama tanıştırınca aralarında üçlü bir ilişki başlar. Gizli sırlar ortaya dökülür ve sonu ölümle biter.  
 

İki emperyal ve Phuong

Thomas Fowler, eski, deneyimli ve biraz da yorgun bir emperyaldir. Alden Pyle, genç, çocuksu, hevesli yeni emperyali sembolize eder. Fowler Phoung adlı yerli bir kadında sembolleşen üçüncü dünyayı Pyle’la kaptırmamak için ahlaki bir bahane bulur. Kıskançlık daha çok metafordur. Avanta anaforunu gizlemek için ortaya salınmıştır. Üstlerinin kuklası da olsa Amerikalı daha dürüsttür. Tehlike anında Fowler’ın hayatını kurtarmakta tereddüt etmez. İngiliz bunu bir çeşit hakaret ve alçalma olarak algılar. Bu tavrı İngiltere’nin artık Amerika’nın hamisinde, liderliğinin gölgesinde kalacağı devrin geldiğini muştular. 

Phuong çocuksu, saf, kendini üsluplu bir şekilde peşkeş çektiren, bir üçüncü dünyalı, oryantal bir ruhtur. Biraz da bitmemeye kararlı gibi görünen savaş ortamı nedeniyle kendini garantiye almak için bir Batılıyla evlenmeye şartlanmıştır. Fowler sadece memleketteki henüz evli olduğu karısı nedeniyle değil, kadının İngiltere’de mutsuz olacağını düşündüğü için de Phuong’u oraya götürmeyi istemez. Oysa bir göçmen ülkesi olan Amerika, Pyle’ın gözünde kadın için ideal bir yerdir.  

İngiliz tarafsızlık adı altında savaşta pasif kalırken Amerikalı büyük bir gayretle doğru bildiği şeyleri yapmaktadır. Amerika yavaşça büyük bir kıyıma neden olacağı ve ağır bir hezimet yaşayacağı savaşa doğru çekilmektedir. Pyle öncüdür.  

Her gece çektiği afyon sayesinde Saygon’daki yaşamına tahammül edebilen Fowler’ı için için çileden çıkartan bir haldir bu. Dünyaya kendi menfaatine uygun bir şekil verme serüveninde ipler başkasının eline geçmiştir. Kendisi yaşlanmakta ve yolunu yalnızlık beklemektedir. Bu nedenle Phuong türünde genç, güzel, kendisine ömür boyu hizmet edecek, aşkını sunacak, emansipe olmamış, doğası bozulmamış  bir kadına ihtiyacı vardır. Aynı şeyi bir İngiliz kadınla gerçekleştirmesi mümkün değildir. Amerikalının değiştirmek istediği dünya Phuong türü kadınların varlığını da sona erdirecektir. Pyle’ın sonunu getiren süreçte bunların da rolü vardır. Amerikalının Phuong’a aşık olduğunu itiraf ettiği sahneye bir bakalım. 

“Bundan sonraki hamlen ne olacak?”

Pyle doğrulup sırtını sandıklara dayadı. “Şimdi sen öğrendiğine göre her şey değişmiş görünüyor. Ona evlenme teklif edeceğim, Tom.”

“Bana Thomas desen daha iyi olur.”

“Aramızda bir seçim yapmak zorunda kalacak, Thomas. En adil çözüm bu.”

Öyle miydi gerçekten? İlk kez hissettim yalnızlığın vaat ettiği soğukluğu. Olanlar akıl almaz şeylerdi, ama yine de. Zavallı aşık olabilirdi ben de zavallı bir adamdım. Oysa onun elinde saygınlığın sonsuz serveti vardı.

Pyle soyunurken gençliği de var diye düşündüm. Pyle’ı kıskanmak ne acıydı.

“Onunla evlenemem.” Dedim. “Memlekette karım var. Beni asla boşamaz. Kilisesine çok bağlıdır bilirsin.”

—-

“Thomas bu olayı kabul etmenle ilgili ne düşünüyorum biliyor musun?  Müthişsin, müthiş!”

“Teşekkür ederim.”

“Sen dünyayı benden çok görmüş bir insansın. Boston biraz sıkıcıdır, biliyor musun? Hatta adın Lovell ya da Cabot olsa bile. Bana öğüt vermeni isterdim, Thomas.”

“Ne hakkında?”

“Phuong.”

“Yerinde olsam vereceğim öğütlere pek güvenmezdim. Ben taraf tutarım. Onu elimden kaçırmak istemiyorum.”

“Senin dürüst, katıksız dürüst bir insan olduğunu biliyorum. Sonra ikimiz de kızın iyiliğini düşünüyoruz.”

Birden onun bu çocuksuluğuna isyan ettim. “Onun iyiliği beni ilgilendirmiyor. ” dedim. “Onun iyiliğini sen düşünebilirsin. Ben onun vücudunu istiyorum. Yatakta onu yakınımda istiyorum. Onun çıkarlarını gözetmektense onunla yatıp onu hırpalamayı tercih ederim.”

“Ah.” Dedi karanlıkta zayıf bir sesle.

“Sen yalnızca onun iyiliğini düşünüyorsan, Tanrı aşkına rahat bırak kızı. Diğer bütün kadınlar gibi o da esaslı bir…” Bir havan mermisinin düşmesi Pyle’ın Boston kulaklarını kaba bir Anglosakson sözcüğünden kurtardı.

“Ben de bedene düşkün bir insanım , Thomas. Ancak Phuong’u mutlu etmek için her zevkimden seve seve vazgeçerdim.”

“Ama mutlu o.”

“Olamaz… bu durumda mutlu olamaz. Çocuk sahibi olmaya ihtiyacı var. ”

“Sen onun ablasının anlattığı saçmalıklara gerçekten inanıyor musun?”

“Bir abla kimi zaman daha iyi bilir.”

“Senin daha çok paran olduğu için bir fikri sana satmaya çalışıyordu o, Pyle. Bunu gerçekten başardı demek.”

“Benim aylığımdan başka param yok.”

“Eh, hiç olmazsa döviz kuru daha yüksek.” 

-devam edecek-

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir