Dikkat Enerjisi=Sevgi

Sevgiyi bir kelime olarak almak, onu kavramsallaştırmak sanırım biz insanlar için oldukça talihsiz bir edim oldu. Oysa son derece basit refleksin sonucudur o, en yalın haliyle dikkatiniz “sevgi diye isimlendirilen” işlevdir.
Örneğin bir objeye yönelttiğiniz dikkatiniz, kızgınlık veya nefret duygusu ile desteklenmiş olsa bile bu sevgidir. Tuhaf geliyor kulağa değil mi?

Öncelikle sevginin bir duygu olmadığı konusunda anlaşmamız gerekiyor. Çünkü “duygular” bir düşüncenin ürünüdürler, oysa sevgi bir düşünce edimi değildir. Varlığımızın yansımasıdır bir anlamda, eğer onu dışarı yansıtırsanız, dikkatiniz bişeye yönelmiş demektir, ya da aynı şekilde içinize de yöneltebilirsiniz onu.

Bu konuya BKÖ’de oldukça büyük yer verilmişti:

Yeniden çok önemli bir konuya geri dönmek istiyorum; ilgi enerjisi…

Buna belki yoğunlaşmış dikkat de diyebiliriz. İnsan için hayati öneme haiz olan dikkat , enerji alışverişinin bildiğim en belirgin şeklidir.

İnsan dikkat gösterdiği her şeye görünmeyen ama çok güçlü halatlarla bağlanır. Bu bazen onu düştüğü denizden kurtarır, bazen de köleliğinin garantisi olur. Her iki şekilde kullanımı da mümkündür  ve insan hayatında her iki yolu da defalarca yaşar.

İnsanın algısının bulunduğu yer onun yerleşik olduğu konumdur demiştik. Ve her bir konumdayken belli bir enerji seviyesinde olur. İnsanın herhangi bir andaki enerji kesiti alınsa belli miktarda enerji stoku olduğu görülebilir. Bu tıpkı banka hesabınızdaki para gibidir. Para olmazsa görünen dünyada yaşanmaz. Enerji olmadığında ise hiçbir yerde yaşanmaz.

İnsan enerjisinin büyük bölümü, istemli ya da istemsiz bedensel işlevlerin tamamı için harcanır.

Eğer kalan enerji olmuşsa bu miktar nasıl harcanmakta?

Bakış yoluyla. Dikkatimizi yönlendirdiğiniz şeye bakışımızla enerji köprüsünü kurarız.

Bu iki yolla olur. Bazı insanlar bu yolların birini daha yoğunluklu olarak kullanabilir.

Yollardan biri dışarıya bakıştır ki bu gözlerle yapılır.

Diğer yol da tahmin edeceğiniz gibi içeriye bakıştır bu da görmenin değişik bir türüdür.

İki yolun birbirinden fazlaca farkı, önceliği yoktur.

Fakat önemli olan iç ya da dış bakış değil neye bakıldığıdır.

Bakılan şey, insanı nasıl güçsüzleştirir önce bunu anlamaya çalışalım:

Canlı varlıklar olarak nitelediğimiz bitki, hayvan ve insanlar (Yukarıda anlattığımız gibi) içlerinde Yang parçasını taşıdıklarından kendi enerji üretimleri vardır. Aslında cansız diye nitelendirdiğimiz taş, toprak, su, hava, ateş ve diğer elementler de içlerinde BİR malzemesi taşıdıklarından aynı enerjiye potansiyel olarak sahipler.

Ancak OYUNun Yin parçası bir hayal, yalnızca sistem kısmı olduğundan kendi enerjilerini üretemezler. Onların var olmak için enerji sömürmeye ihtiyaçları var.

İşte bu sebeple bakışınızı oyunun Yin parçasına çevirdiğinizde sürekli bir enerji kaybına uğrarsınız. Bunu şöyle örnekleyebiliriz; geçmiş hikayeler, geleceğe ait planlar, duygular, bilgiler (kitaplar, TV), hayatın günlük rutinleri üzerine yararsız sohbetler gibi, sizden enerji alamadığında yok olup gidecek şeyler.

Dış bakışla, dünyadaki her şeye; insana, dağ-tepeye, çiçek-böceğe dikkat (ilgi) ile bağlandığınızda sizin enerjiniz ona doğru akarken onlarda bulan enerji de size akar. Yani bu bir enerji değiş tokuş işlemi olur. Fakat burada bile eğer farkındalıklı yapılıyorsa usta işi bir durum mevcut. Eğer baktığınız şeye gözünüzü dikiyorsanız, kendinizi o şeye odakladıysanız, yoğunluklu olarak sizden enerji akmaya başlar. Aslında baktığınız o şey sizi (algınızı) ele geçirmiş olur. Bu durum fevkalade enerji harcatır hatta bunu sürekli aynı şeye yaparsanız ölebilirsiniz bile!

Oysa bakarken dağınık bakıyor, odaklanmıyor, buna rağmen genişleyen algınızla birden çok şeyi görüyorsanız, bu durumda siz yoğunluklu olarak enerji almaya başlarsınız; çünkü birden çok şeyin enerjisi size akmaya başlar. Siz o anda bir havuz gibi olursunuz.

İç bakışla ise düşüncelere bakarsınız. Bunlar Yang parçasından yoksun şeylerdir, bu sebeple enerji değiş tokuşu yerine sürekli para harcatırlar. Sizin enerjinizle beslenip varolacaklar, aynı asalaklar gibi yaşamaya sizin üzerinizden muktedir olacaklardır.

Oysa içe bakışta da (düşünce-duygu kirliliği olmaksızın bir iç sessizlik sağlanabilmişse) dağınık bakma yöntemi uygulanabilir ve enerji almanın en üstün şekli de bu olabilir. Çünkü içteki alan uçsuz bucaksız, dağınık ipeksi atalarımıza kadar uzanabilen sonsuzluğun aslıdır (dıştakiler, bu sonsuzluğun yansımaları demiştik).

Eskiden buna derin tefekkür denirmiş, şimdilerde meditasyon deniyor. Dinlerin de dualar, namaz, zikir vasıtasıyla taraftarlarını çekmeye çalıştığı bu dipsiz alandır. Ancak bunların neredeyse tamamı boşa gitmektedir; çünkü insanın en güç yapabildiği şey iç sessizliği sağlamaktır. İnsan gerçekte almayı bilmez.

Almak, için vermeye çalışmayı durdurabilmek gerekir.

Eğer sürekli olarak, duygularınızı, onu bunu, nasıl olmak istediğinizi ya da başkasının nasıl olmaması gerektiğini düşünüp durur, hesap içinde hesap yaparsanız, içinizdeki karmaşayı çoğaltır ve size akmak için çırpınan BİRin yayılımlarını alma olanağını yitirirsiniz. Ve doğrusu yazık olur!

İnsan bir telsiz aleti gibi olmasına rağmen, sürekli yayın yapan, üstelik bununla gurur duyan bir radyo/televizyon gibi davranıyor. Oysa telsiz iki yönlü bir alettir ve eşzamanlı çalışmaz. Karşıyı dinlemek için siz susmalı ve “tamam” deyip beklemelisiniz.

Maalesef özellikle günümüz insanı iç ya da dış konuşma yapmadığında yok olacağından/yok sayılacağından delice korkuyor. Çoğunlukla bu korkudan bazen de kibirden konuşup duruyor. Şu anda benim yapmakta olduğum da budur.

3 Yorumlar

  1. […] Öncelikle sevginin bir duygu olmadığı konusunda anlaşmamız gerekiyor. Çünkü “duygular” bir düşüncenin ürünüdürler, oysa sevgi/AŞK bir düşünce edimi değildir. Varlığımızın yansımasıdır bir anlamda, eğer onu dışarı yansıtırsanız, dikkatiniz bişeye yönelmiş demektir, ya da aynı şekilde içinize de yöneltebilirsiniz onu.(Bakınız) […]

  2. İbrahim says:

    Düşünceleri sadece dinlemek;yorum yapmadan yargılamadan ,eleştirmeden sadece dinlemek…Bunu dikkatle yaptığınız zaman içinizdeki seslerin varlığına ve kime ait olduğuna şaşıracaksınız.Bu sesler susunca yeni şeyler beliriyor.

  3. […] Dikkatinize dikkat edin frekanslar. Bunu ikibin yılından beri yazarım. Belki tuzağa düşmemek için kendime hatırlatmalar yapıyorum; çünkü dünya ortamında kendimizi tuzağa düşürecek öyle şahane senaryolar var  ki! Üçünden beşinden sıyırsanız altıncının tuzağına kolayca düşebilirsiniz. Şimdi ve burada yaşamanın ne demek olduğunun otuz yıldır lafı edildiği halde ne demek olduğunun anlaşılamaması bile bir yönümüzün buna şiddetle karşı çıktığının göstergesi. İnsanlar basit şey istemiyorlar, karışık ve karmaşık şeyler içinde kaybolup gitmek onlara DEĞİŞMEMEK için büyük bi garanti sunuyor. Aman dönüşülemesin de ne olursa olsun! Gerçekten insan frekanslarım durumu abartmadım. Gelin bu döngülerden çıkalım, korkacak bi şey yok bunda.(Tıklayınız) […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir