Yine fark etmez :)

Tanrısallığın basitlik, yalınlık olduğunu fark ettiğinizde – o kadar yalın ki, şu an bildiğiniz insan zihniyle onun sırrına erişmek, derinliklerine varmak mümkün değildir; o yalnızca hissedilebilir, yalnızca deneyimlenebilir – öylesine yalın ki, karmaşa/zorluk oyununu oynamaktan vazgeçersiniz. O, öylesine parlak bir duruluktur ki, onu anlamaya çalışmaktan vazgeçer ve sadece yaşarsınız.
Bu gerçekten zamanların en iyisi ve gerçekten zamanların en kötüsü. Ve gerçekten, fark etmez. (Tobias-2009)

**

Bir Kadını Öldürmek (2004) kitabında defalarca geçiyordu fark etmez 🙂

Terasta yıldızların altında oturuyorduk. Yediğimiz yemeklerin artıkları hala masada duruyordu, ışık yakmamıştık. Öylece kendi sandalyelerimizde sessizce oturuyorduk.

Böyle ne kadar zaman geçtiğini ne o zaman ne de şimdi bilemiyorum.

Birden bir genişleme duygusu başladı, önce ikimiz ve aramızdaki masa, derken bütün bina, boğaz, İstanbul… Tam olarak tarif edemeyeceğim bu deneyim ilk kez bu kadar güçlü ve başka birinin yanında oluyordu.

Sanırım genişlemenin bir aşamasında “ne oluyoruz” endişesi duydum, ona baktım. Öylece ileriye doğru bakıyordu (her zamanki gibi). Dayanamayıp konuştum. Deneyimi dillendirdim ve bitti.

Ben o HALi heyecanla ona anlatırken, o sakince dinledi ve çoğunlukla yaptığı gibi “bak seeeennn” dedi. En sık kullandığı iki kelime budur, diğeri de “fark etmez”.

Hemen geriye dönüp bir durum değerlendirmesi yaptım ve geçen süre içinde “hiç düşünmemiş” olduğumu kabul etmek zorunda kaldım! Sanırım bu, ilk farkında olduğum boşluktu.

Ve ben bunu sevmiştim!

O geceden sonra, her istediğimde “dalabileceğim” yolu bana öğretmesini defalarca kendisine söyledim ve her seferinde şu cevabı aldım.

“Ben ne yaptığımı bilmiyorum”

yani bu benim için şu anlama geliyordu

“Bilmediğim şeyi sana öğretemem!”

Bu durumda bana tek bir yol kalıyordu (başka yolunu bilmediğimden) o olmak!

Kolaylıkla herhangi başka bir obje olabildiğimden (Allaha şükür) ben de fırsat buldukça (çünkü birkaç haftada bir görüşebiliyorduk) kıvırcık genç bayan olmaya başladım.

İlk zamanlar beni en yadırgatan ve itiraf edeyim biraz da sinirlendiren şu meşhur “fark etmez” oluyordu.

“Bir şey ister misin?”

“fark etmez”

“Çay mı kahve mi?”

“fark etmez”

“Oyun oynayalım mı?”

“fark etmez”

Karar vermesi için ısrar etmeniz de hiç fayda etmiyor. Seçimi mutlaka ama mutlaka size bırakıyor.

Bunun “karşı taraf” için bir haksızlık olduğunu ona izah etmek zorunda hissettim kendimi. “Şimdi bak aşkım, ben zaten kendi seçimimi yapıyorum, kahve içeceğim ama bir de senin için seçim yapmak zorunda bırakılıyorum, bu bana ekstra bir yükümlülük ve zahmet getiriyor. Çünkü önce sen olmaya, ve ne isteyebileceğini ayırt etmeye çabalıyorum. Neden beni bu zahmete sokuyorsun, seç birini bitsin gitsin!”

“Ama fark etmiyor” öylesine samimi ki…

-Bir Kadını Öldürmek-

**

Savaşçıların dokunuşu hassas ama çok hafiftir. İlk başta savaşçının eli ağır, sımsıkı kavrayan bir demir pençe gibidir. Ama giderek bir hayaletin bürümcükten eline dönüşür. Savaşçılar hiçbir belirti, hiçbir iz bırakmazlar. Onların meydan okuması böyle olur. cc

**

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir