Yaz günleri

Geçen gün anneme George Simenon’un bi romanını verdim, bu adam beşyüz tane kitap yazmış, tiyatro oyunları filan da cabası, kolaydır okuması seversin diye. Bir hızla okudu bitirdi. Pek beğenmediğini hissettim. Sonra Venüs Bağlantısını tutuşturdum eline,bunu okumuş muydun dedim? Galiba okumuştum ama hiç bişey hatırlamıyorum dedi ve başladı okumaya (televizyon açmasın diye masum taktikler uyguluyorum, her gün son satırına kadar okuduğu gazetesi ve çözdüğü tüm bulmacalara rağmen boş vakti kalıyor! 🙂
İki gündür de onu okuyordu vee az önce sabah sabah sonunu bitirmiş, maviş maviş parlayan gözlerle yanıma geldi, gel bi öpeyim seni dedi. Hayrolsun sabah sabah dedim. Meğerse kitabı çok beğenmiş ve beni tebrik ediyormuş, sen bu erkeklerin bildiği şeyleri nasıl biliyorsun? dedi. Güldüm.
Sanırım hayatımda ilk kez beni böylece onurlandırmış oldu. Çünkü genel tavrı “çocuklara iyi şeyleri söylenmez, şımartılmaz. Hep eksikleri söylenir ki mükemmel olsunlar!” hahahahahaha

**

Ursula hemşiremizin tabiriyle; yemek masasının köşesinde yazan kadınlar hallerinden genelde memnunlar, yeter ki zaman zaman tek başına kalabilmek mümkün olsun. Örneğin benim evde hiç bir zaman özel bir çalışma odam olmadı, imkan olduğu halde olmadı ; çünkü kendimi öyle bir yerde her şeyden soyutlanmış ve kuru hissederdim. Oysa mutfakta bir masa öylesine sıcak ve gizemlidir ki, çoğu kez yazdıklarımı aşçılık işlevinden ayıramam.
Le Guin, “ya bebek ya kitap” dayatmasının anlamsızlığını uzun uzun örneklerle açıklar Balıkçının Kızında. Zaten kendisi de üç çocuk yapmış 20 de kitap yazmıştır. Onun dönemi de artık bi çağın kapanışı oluyor, çok yürekli dirayetli bu kadınlar bizlere yeni ve daha esnek bir dünya bıraktılar. Şimdi birçok kadın yazıyor, ya da başka ifade yollarını deniyor ve buna rağmen eskisi kadar kadınlıktan men edilemiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir