Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler


Kurtlarla Koşan Kadınlar
Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler
Clarissa P. Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar’da gerçekten farklı bir önermede bulunuyor; kadınlar için yalın, uygulanabilir ve doğal çözümler öneriyor. Kadınların çoğu zaman farkında olmadan içselleştirmek zorunda bırakıldıkları eziklik ve yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerine çok değişik bir malzemeden yaklaşıyor Masallar!

İnsan hakları hareketini ataerkillikten uzak bir hareket olarak görüyor musunuz?
– Çalışmalarımın hiçbir yerinde ataerkillik sözcüğünü kullanmadım, çünkü terimin fazla geniş kullanılmasının çoğu toplumsal adalet sorununun kökenini uygun bir şekilde betimlemediğini düşünüyorum. Bugünlerde ataerkillik bir tür çözülmeyen Gordion düğümüne yakalanmanın meşru acısını dile getirmek ya da açıklamak için steno olarak kullanılıyor. Ancak, ister bir birey, isterse bir grup tarafından olsun, başkalarının ıstırabına duyarsızlık ya da aldırışsızlık genellikle süregidiyor, çünkü altta yatan öncüller önemli sayıda erkek ve kadın tarafından sorgulanmadan muhafaza ediliyor. Biyolojiden ödünç alırsak, sorumlu unsurları “phylum” veya “âlem” diye adlandırmaya varana kadar en küçükten başlayarak parça parça adlandırmak daha yararlı olabilir.
DERİNLİK PSİKOLOJİSİ
– Analitik çalışmanız, sosyal aktivist olarak çalışmanızla uyumlu mu?
– Evet, Jung’un I. ve II. Dünya Savaşları konusundaki yorumları ve haydutlar ve diktatörlerle ilgili zekice teşhisleri, ilgilendiğim sosyal hareket mevzularının altyapısına dair çok şeyi aydınlattı ­ ister çiftlik çalışanlarının hakları olsun, ister toprak tahsisatı tartışmaları, isterse hapisteki kişilerin ifade özgürlüğü olsun. Büyüdüğümde beni derinlik psikolojisine çeken kitap, Jung’un Civilization in Trasition’ıydı. Geleneksel olarak 1940′lardan beri Amerikalardaki insan hakları hareketleri (Dorothy Day, Martin Luther King, Guatemala‘da Los Cofrades v.d.’nin önderlik ettiği) içsel hayata değer verilmesi ve dışardaki eylemin öneminin tek bir düşünce şeklinde bir arada tutulduğu paradigmasına dayandı. Bu bir aradalık insanın dünyada güçlü bir şekilde hareket etmesini sağlar. Gandhi’nin dediği gibi Satyagraha birlikte dokunmuş en eski bilgi ile salt eylemin gücüdür. Bu dünya görüşü şöyle bir farkındalık halinde işe yarar adaletsizlik ya da dengesizlik için özgül zeminler hem içeriden, hem de dışarıdan kaynaklanır, sadece birinden ya da ötekinden değil. Birlikte düşünüldüğünde bunlar sadece kişisel eylemi ateşlemeyen değil, daha da fazla ruhu eyleme çağıran bir psişik-aşırıgerçeklik oluşturur ateşli, imge-yaratıcı ruhu.
– İnsan çağrıldığını nasıl bilir?
– Nasıl mı? Paradoks yoluyla. Bu tür işlere çağrılan kişiler tipik olarak dünyalarının ya da dünyanın durumu hakkında acımasız bir gönül kırıklığı hissi duyar, ama insanoğlu için sarsılmaz, esinlenmiş bir umut da taşırlar. Öfke de olabilir. Umutla iç içe girmiş gönül kırıklığının görünüşte çelişik, ama güçlü kuvvetleri, etkili bir şekilde devam etmenin ve pozitif değişmenin dayanıklı sütunlarıdır.
– Sosyal aktivistin kırık bir kalbi olduğunu mu söylüyorsunuz?
– Evet, kırılıp açılan ­ ve açık kalan ­ bir kalbi, çağrısına karşı tetikte bir ruhu. Cesar Chavez‘in belli bir kente gitmesi gerektiğini, yoksa kendinden memnun olup kendinden öncekilerin hayatlarını tekrar edebileceğini söylediğini hatırlıyorum. Çağrıyı duydu ve gitti. Zamanımızın büyük kırık-kalpli ve umut-dolu aktivistlerinden biriydi. Bazen insanlar çağrının sadece bir metafor olduğunu sanıyor. Bizim abuelitalarımız (yaşlı kadınlarımız) bir tür işe ya da hayata çağrının omuza dürtmeler, bacaklarda huzursuzluk, kişinin El destino (Kader) ile uyum içinde davranmasına neden olan gizemli itkiler doğuran duyusal özellikleri olduğunu söylerler.
DENGESİZLİKLER…
– Bütün bunlar sizin açınızdan nerede başladı?
– Güç bir biçimde kolay olduğunu söyleyebilirim… Orada doğdum (Gülme). En düşük ekonomik sınıftan gelen bir çocuk olarak birçok tuhaf dengesizlikle karşılaştık. Kırsal topluluğumuzdaki birçok kişi çok büyük mücadeleler verdi, fedakârlık yaptı, yine de onurluydular. Kalbim ne zaman kırılıp açıldı? Meksikalı tarla işçilerinin Ortabatının yukarılarında zorla iskânı sırasında… Küçük bir çocuğun, ihmalkâr bir toprak sahibi gölcüğün etrafına çit çekmediği için kırılan buzdan düşerek boğulduğu… Bozuk bir biçerdöverin babamın bir arkadaşını sürükleyip öldürdüğü günlerdi… Teyzelerimin küçük bir ikramiye vaat edilmesinden sonra şimşek hızıyla çalışmaya kandırıldığı; kendilerini tükettikten sonra, ustabaşıların onların üretim kotalarını insanlıkdışı yüksek sınırlara yükselttiği… Doğum kontrolüne karşı dinsel yasaklara uymaya uğraşırken on yılda on bebeğin oluşturduğu (arkadaşımın annesinin bacaklarındaki ülserleşmiş damarları) lezyonları görerek… Radyodan, köylülerin yumruklarından başka dövüşecek bir şeyleri yokken Sovyetlerin tanklarla Macaristan’ı işgal ettiğini dinlerken Macar üvey babamın acı içinde kıvrandığını gördüğüm gün… Büyürken kardan kalelerde hırsız polis oynadığım oğlanların ve yol kenarlarında doktorculuk oynadığımız kızların Khe Sanh’tan ve Tet’ten gururla ya da süngüsü düşmüş bir şekilde döndükleri gün. Sadece bir tane değil, birçok, ama tekrar tekrar kırılmalar. Bunlar hâlâ sürüyor. Almanların bunun için bir sözleri var ­ Schemerzenreich, yani üzüntü açısından zengin; aktivizm, şiir ve psikanalitik çalışma için üzüntüye katlanma yeteneği esastır.
– Böyle ıstıraplara tanık olunca felç olmaktan nasıl kaçınılır?
– Bilirsiniz, Dakota’da büyüdüğünüz için, böyle haşin bir çevre insanları çok etkileyici bir canlılıkla yaşamaya teşvik eder. Dayanıklı olmak için, her şeye yumruk sallama zorunluluğu gibi bir durumdur bu. Jung dönüşümün sabır ve bir mizah duygusu gerektirdiğini söylüyordu. Birlikte büyüdüğüm ailelerin çoğu çocuklarına düzenbazca işlere değer vermeyi öğretiyordu. Televizyon yoktu, birçoğunun telefonu yoktu, birçoğunun okuma yazması yoktu. Bize; şeytanlıklar, pratik şakalar, gece boyu şarkı söyleme, dans etme, kayak,
lespek, tavuk ve kurbağa yarışları üzerine bahse tutuşma, balık tutma yarışmaları, hasat atışmaları, çulluk avları öğretildi. İçimize görünmez bir mizah duygusu yerleştirmeye çalıştılar; ne olursa olsun aradan ışıyabilen bir tür kuru (gülmeden yapılan) espri. Bütün bu etkinlikler “iyi hayat” olarak anlaşılırdı, ama bazı koşullar altında da sıkıntıları dengeleme çabası. Biraz ozmos (geçişim) yoluyla büyüklerin vahşetine, yere sağlam basma kararlılığına çıraklık ettik.
Bu, kuzey ormanlarının birçok çocuğuna ürkütücü bir varoluş durumu kazandırdı. Bunun daha da altında büyüklerimizin dinginliğine; ister oyun amaçlı, isterse ölümcül derecede ciddi olsunlar, sözcüklerinin ya da eylemlerinin altında hüküm süren, tamamen yumuşak ve suskun bir şeye tanıklık ettik. Bunlar gerçek ataerkiller, gerçek anaerkillerdi; birçoğu örnek olacak düşgücüne, şıklığa ve şefkate sahipti.
– Katıldığınız sosyal eylem türleri neler?
– Bazılarından söz edeyim. Altmışların çiftlik çalışanları ve siyah sivil hakları hareketlerinde erginlendim. Yine altmışlarda çeşitli Amerikan mülteci misyonlarında çok şey öğrendim. Puerto Barrien paramiliterleri tarafından “alıkonuldum”. Hayat birçok şekilde değişiyordu. Yirmi yıl kadar önce bazı arkadaşlarımla birlikte, Amerika’nın Güneybatısında hırpalanan kadınlar için ilk sığınağı koordine ettik; hükümet mercilerini ev içi şiddetin gerçekten mevcut olduğuna ikna etmeyi öğrendik; bakkalları bütün hafif bayatlamış kıvırcıklarını, tazeliğini kaybetmiş sebzelerini ve ezik meyvelerini sığınağa bağışlamaya ikna etmeyi öğrendik. Yirmi yıldır, hapisteki, özellikle de sert çekirdek denen federal cezaevlerindeki erkeklere ve kadınlara ruhun kurtuluşu için yazı yazmayı öğrettim. (Sana Bir Gül Bahçesi Vaat Etmedim’in yazarı) Joanne Freenberg ile birlikte Colorado Gay ve Lezbiyen Eşit Hakları İçin Yazanlar’ı kurup yönettik. Dürüst kadınlar olarak, gay ve lezbiyenleri savunmak için kritik bir zaman olduğunu hissettik. Başka projeler yanında kısa-dalga radyo aracılığıyla dünyanın her yanındaki rahatsız bölgelere güçlendirici öykülerin yayımlanmasını da destekleyen bir insan hakları örgütü olan Guadalupe Vakfı’nı kurdum.
– Bu bile oldukça fazla. Kitabınızın (KKK) yirmi yıldan uzun bir sürede yazıldığını biliyorum. Yazılarınızın götürdüğü kadar derinlere dalmaya nasıl zaman ve cesaret buldunuz?
– “Dalmak?” (Gülme) Ben orada yaşıyorum. Oradan çocuklar doğabilir, broşürler çıkabilir, yazılabilir, sevişilebilir, gösteri yapılabilir, seyahat edilebilir ve çalışılabilir. Bu, bir yere gitme meselesi değildir, (hangi tinsel düzey sizi en iyi beslerse orada yaşama) yaşadığınız yeri verimli kılma meselesidir. Hayatım boyunca birlikte yazdığım, çalıştığım liderler arasında onların dünyadaki çalışmalarını besleyen, onları fuerte y duro (katı ve güçlü) tutan, “tükenme”lerini önleyen şey, içsel hayatlarına çok özen göstermeleriydi.
DÜNYA KÖYÜ İÇİN BİR DÜŞ…
– İnsanlar kitabınıza bakarak bana “Bunu nasıl yaptı?” dediler. Anne, aktivist ve bir analist iken böylesine yoğun bir eseri nasıl yazdığınızı anlayamıyorlar.
– Yazmak için belli zaman dilimleri ayırdım, öğleden sonra ya da geceyarısından sabah 3′e kadar gibi. Ayrıca 25 yıl önce, eğer bırakmadıysam, beş ilâ altı dakikada iki buçuk sayfa kadar yazabildiğimi keşfettim. En küçük bir zaman aralığı bulduğumda okudum ya da yazdım. Talepler bana ayıracak bir an bile bırakmadığında, her gün bir tane çok güzel cümle yazdırdım kendime. Hafta sonunda yedi güzel cümlem olmuştu ve bu çok büyük bir armağan gibi hissettiriyordu. Sonunda, ucunu nehre salladığım böğürtlenli küçük bir ipe dizili, araştırma notları ve günlükleri saymazsak, içsel hayata dair 2500 sayfalık bir çalışmam olmuştu (gülme). Cidden, bildiğim yüzlerce masaldan yüz tanesini seçtim, araştırdım ve devam ettim. Yayımlanmasına yakın, günde on yedi saat, haftada yedi gün altı ay boyunca yazdım ve cilaladım, bütün çalışmayı aynı “çağ’a getirmeliydim, çünkü çeşitli kısımları hayatımın çeşitli devrelerinde yazılmıştı.
Curandcisma’da (eski şifa sanatı) bütün köye rehberlik etmesi beklenen düşler gören bazı kişiler vardır. Bana öyle geliyor ki, bazen Jung da dünya köyü için düş görmüştü. Bu düş beni çok etkiliyor. Jung büyük bir rüzgâra karşı hareket ettiğini görmüştü düşünde. Arkasından karanlık bir güç yaklaşıyordu. Avcunda küçük bir alev vardı. Onun görevi arkasındakiyle oyalanmak değil, rüzgâra karşı durup ufak ateşi korumaktı. Yanmanın, aktivizmin ve içsel hayatın özü budur Rüzgâra karşı dur. Alevi koru. Devam et.


Kurtlarla Koşan Kadınlar-Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler/ Clarissa P. Estes/ Çev. Hakan Atalay/ Ayrıntı Yayınları/558 s

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir