Tecelliler İlmi

Allah o “mümkün varlıklara”, imkanları ve kabul istidatları  nispetinde varolmalarını (tekvin) emredince, o varlıklar Onu görmek için süratle koştular.

Mümkün varlık, varoluş haline geçince, nurla boyandı. Böylece adem, yokluk, yok oldu. Mümkün varlık iki gözünü birden açtı ve katıksız iyilik, saf güzellik gördü. Fakat ne olduğunu bilemedi, anlayamadı

Mümkün varlık, nur ile boyanınca, sol tarafa yöneldi ve baktı; ve adem’i yokluğu gördü; onu tahkik etti, inceledi. Yokluğun kendinden çıktığını görünce, “Bu da ne?” dedi.

Bunun üzerine sağ taraftan nur ona şöyle dedi: “İşte, o sensin! Eğer sen kendin nur olsaydın, gölge diye bişey olmazdı; baksana, ben nurum ve gölgeyi gideriyorum. Senin üzerinde bulunduğun nura gelince, zatında bana teveccüh edip yönelmenden dolayı, sende o nur gözükmektedir; bu da senin Ben olmadığını bilmen için böyledir.

Oysa Ben, gölgesi olmayan bir nur’um; sen ise imkan dahilinde olman için, gölgeyle karışmış bir nursun. Buna göre, şimdi eğer sen kendini Bana mensup sayarsan, Ben seni kabul ederim; yok eğer sen kendini “adem”e, yokluğa mensup sayarsan, o seni kabul eder.

Dolayısıyla şimdi sen vücudla adem, varlıkla yokluk, hayırla şer arasındasın. Eğer sen gölgenden yüz çevirirsen, imkan dahilinde olmandan yüz çevirmiş olursun; imkan dahilinde olmaktan yüz çevirdiğin zaman da, Beni bilemezsin.

Öyleyse sen Bana, seni kendi gölgenden büsbütün yok edecek bir bakışla bakma; yoksa o zaman sen, Ben olduğunu iddia edersin ve böylece bilgisizlik içine düşersin. Aynı şekilde, gölgene de, seni Benden büsbütün yok edecek tarzda bakma, yoksa o tarz bakış sana sağırlık getirir. O zaman da seni niçin yarattığımı bilemezsin.

Öyleyse, kimi zaman öyle ol, kimi zaman böyle ol! Allah senin için iki gözü, ancak birisiyle Beni müşahade edesin, diğeriyle de kendi gölgeni göresin diye yaratmıştır.

 

İbn Arabi

 

İmkan dahilinde olmak nedir?

2005 yılında günlüğüme yazdığım “mümkünlerin oyunu” başlıklı yazıyı hatırlattı bu bana, göz atmakta yarar var dedim:

Bu mümkünlerin oyunu.

Başka şeyler, kişiler ya da olaylar potansiyeli şüphesiz vardı ancak diğer olasılıklar kullanılmadı. Kullanılmayan olasılıklar üzerine neden enerji yükleyelim ki!

Che sera sera…

Olacak olan olur ve olur ve oldu. Dalga çöktü ve parçacık oldu. G-örünür oldu.

OLAN her ne ise mümkün olan tek şeydir ve o anın mükemmelidir. Yarışı kazanan olasılık!

O halde onu sevgi ve minnetle kucaklayalım.

Bize dinginlik getirecek tek davranış şekli de bu olabilir.

Olan üzerinde fikir yürütebilir, kendi üzerimizde ya da çevre sandıklarımızın üzerindeki etkilerini dikkatle gözlemleyebiliriz. Olan, belki hoşuma gitmez ya da gider. Belki kendimizi kutlar belki de pişman oluruz. Bütün bu irdeleme, farkındalığı arttırma idmanıdır zaten.

Benim hatırlatmak istediğim şey, OLAN’ın olmayabileceği zannı üzerine enerji harcamanın beyhudeliği.

Olamayan, yani yarışı kaybetmiş sayısız olasılıklar üzerine gündüz düşlerine yatmak, bizi günden güne güçsüz düşürür. AN’ı kucaklayamamış olasılıklar, enerji kesenizden hazır yerler.

Bırakın onları ölsünler. Bir’e karışsınlar, sükunet bulsunlar.

 

Bilgisayar programı yazmış olanlar bilir, en basit bir program komutunda bile sayısız ve iç içe döşenmiş if döngüleri (öyleyse/değilse) bulunur. Programcı bazen loop (döngü) paketine çıkış şifresi koymayı unutur (Benim dikkatsizlikle koymadığım zamanlar olmuştu.) Bu durumda program sonsuza kadar döner durur. Bilgisayarı kapatmadan o döngüden kurtuluş olmaz!

Ölüm dediğimiz de bilgisayarı kapatmak gibi mecburi bi işlem olabilir. Önce kapatır sonra açar ve yazdığınız programın döngü kısmına bir çıkış kaydı ilave edersiniz. Böylece en azından artık o konuyla ilgili bir daha sonsuz döngüye mahkum olmayacaksınız, ölmek zorunda (bilgisayarı kapatmak) kalmayacaksınız.

 

Yeniden doğmak istemeyecek olsanız bi zararı yok ölmenin diyeceğim.

Kendi adıma ben o programı döngüde bırakamam, düzeltmeden asla bırakamam. Ben bıraksam o beni bırakmaz!!! 

 

Evet, Nedir o halde “imkan dahilinde olmak”?

 

Nobel Tıp Ödülü sahibi f.Jacob’un “mümkünlerin Oyunu” kitabında şöyle deniyor:

“Ancak bu yüzyılın başlarında, genlerin ve mutasyonların özellikleriyle bağdaşmadığı belli olduktan sonradır ki, edinilmiş vasıfların kalıtsallığı görüşü kesin olarak terk edildi.
Ondan bu yana öğretici varsayımı doğrulama amacıyla girişilen ve özenle hazırlanıp, dikkatle uygulanan her deney, onun yanlışlığını göstermiştir. Modern biyolojiye göre, çevreden gelen talimatları doğrudan doğruya, yani doğal ayıklanmanın dönemeçlerinden(!) geçmeksizin, DNA’nın içine kaydetmeye imkan verecek her hangi bir moleküler mekanizma yoktur. Böyle bir mekanizmanın kuramsal olarak imkansız olmasından değildir bu. Sadece varolmaması yüzündendir.”
 

 Peki ama nedir o halde “imkan dahilinde olmak”?

3 Yorumlar

  1. ismail says:

    Ozunde, esansinda Allahin varligini nurunu bil,onu hisset ve yasa, ama dunyevi hayatindan da busbutun kopma. Ne demistik bir ayak maddiyatta bir ayak hidayette olarak durmak ve dahi yurumek gerek. Kimi zaman oyle kimi zaman boyle ol. SUPER.

  2. Manifesto says:

    Arapçada ve diğer Sami dillerinde çokça rastlanan ve ( V-C-D) fiilinden gelen ‘Varlık’ kelimesi aynı zamanda vücûd, vicdan ve vecit(Aslı vecd ;Esrime ) mastarlarını üretmesinin yanında bir de başka bir anlam peyda eder kendisine: “Bulmak”
    “Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men,
    “Vez derûn-i men necüst esrâr-i men”
    “Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.”
    “İçimdeki esrârı araştırmadı.”
    Şayet varoluşu algılayabiliyorsak zaruri olarak Var Eden’nin de bu işin içinde olduğunu az-çok anlayabiliriz herhalde.Peki ya Yaratma ne ola?Yaratma,Bir’in kendini ve mahiyetini göstermesidir.Ayan-beyan olmasıdır. Varolan şeyi, varlığı kolaylıkla tahayyül edebiliriz belki.Yokluk’u düşünmek ise çok zor bir husustur.Var olan şartlarda düşünürsek yokluğa, var olmanın yeni bir şeklidir de diyebiliriz belki.Tasavvufta çömezlere verilen derslerin temeli,bu yokluk ve varlık’ın arasında sadece Mutlak yaratıcının olduğunu bilmek ve kendini(Nefsini) ise kesinlikle görmemeye dayanır.Ayrıca kendisine ustası tarafından uygun bulunan içsel yolculuk talimleri(Seyr-i Sülük) verilir ve hayatının sonuna değin bu kaidelerin dışına çıkarmaz kendini.Çünkü onlar, hakikâtin ve huzurun kendilerine ancak bu şekilde sunulacağını düşünürler.
    Arabi yazılarına çoğu kez,”Övgü, şeyleri bir yokluktan(hiçlikten) ve yokluğun yokluğundan var eden ve şeylerin varlığını kelimelerinin yönelişine dayandıran ÂHÂD’a (Bir olana)mahsustur.” diye başlar.Ona göre yok olan şey, tanım olarak,önemini yitirmiş ve daima ‘Yokluk’ halinde olandır; kalan şey ise, sürekli olarak kalıcıdır;ebediyen aynı şekilde olandır;Beka bulmuştur.
    Şeyh okuduğum bu yazısındaki bahsinde,”madem ki iki ayrı cihete bakabilen iki Göz’ün var olduğunu bildin;böyle bir cevherin sende olduğunu idrak ettin,o halde sen orta yolda ol,düzen sana o an ne olması gerektiğini işaret ederse,edep çerçevesinde onu yap;olaya katıl:Kimi zaman öyle ol,kimi zaman böyle.”Demekte.Şu gerçek ki,tüm semavi olan veya olmayan dinlerin yüzeysel anlatımlarla geçiştirilen manevi inkişaf deneyimlerinde,’Kimi zaman öyle de oluyor,böylede..’
    Oysa bizler sadece dünyevi istekler peşinde koşturup günü kurtarmakla meşgul olmanın yanında, bir de uhrevi şeylerden mal kaçırırcasına beklentiler peşine düşüyoruz!Spatyom,Cennet,cehennem,öte alem vs. Halbuki kader denen olgu dahi kendinden emin değil..derler ya,talih kördür,kahpedir;dönektir.Zavallı(ki sonuçta ona da bir yaratılmış gözüyle bakmalıyız;o da bizler gibi bu hayal alemine gelmekle mağdur olduğunu anlatıp durmada.) sadece kendisine verilen komutları uyguluyor.Ne olduğundan,ne yaptığından bihaber.Kimseyi kayıramıyor çünkü adaletin timsali gibi gözleri bir bezle bağlanmış;kör!Kimini Vezir ediyor,kimini Rezil.O bile bu yaptığı şey hakkında kendisine bir pay çıkaramıyor..onu da boş verin öyle bir düşüncesi bile yok.
    Umut iyidir,eyvallah!Ünlü bir sufiden rivayet edildiğine göre,”gözü açık bir kişinin, ölüm(geçiş)sonrası için uhrevi güzellikleri istemesi doğru değildir,böyle yaparsa gaflettedir;kendini bilmeyişindendir.Kendini bilen Aşık, ancak sevgilisinin sözüyle konuşur.Cennete veya cehenneme gittiğini farz et!Her şeye kaldığın yerden fakat farklı bir alemden tekrardan başlıyorsun;böyle sürüp gidecek.Sıfatlarından soyunup Ebedi olanı seç.Kalbin aşktan çılgına dönsün ki seni de satın alsınlar..bu işin başka yolu yoktur vesselam “
    “Herki înâteş nedâred nîst bâd.”
    “Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.”

    Sevgiler

    1. says:

      Bu güzel ve özenli yorum için teşekkürler. Varlık ve yokluk hemen her tür öğretide baş köşeye oturuyor, örneğin Castaneda bile öğretinin tam göbeğine alır bunu, orada yalnızca ismi değişmiş; Tonal ve Nagual olmuştur 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir