Ursula K. Le Guin’e Teşekkürname

Okumayı öğrendiğimden önce bile kitaplara başlamıştım ben. Büyüklerimden kimi boş ya da ikna edilebilir görsem hemen kitaplarımı kucaklarına koyar bana okumalarını beklerdim. Okuma sonrasında ise büyük bir hızla, günde iki kitap hızıyla devam ettim, tüm ömrümü bu açlığı gidermeye hasrettim.

Le Guin ile karşılaşmam daha geç yıllarda oldu ama görünen oydu ki, pek çok alanda benzeşiyorduk. Tam açıklanamayan gizemli bir amacın üyeleriydik sanki. Kendisini “Lisedeyken, birçok zeki Amerikalı çocuk gibi, yaban diyarlardaki bir yabancıydım. Berkeley Halk Kütüphanesini sığınağım yapmıştım ve hayatımın yarısını kitaplarla geçiriyordum,” diye prezante ediyor. Benzer şekilde ben de babamın evimizdeki, şehir kütüphanesinden daha zengin kitaplığına gömülmüştüm. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım daha ziyade sosyoloji, tarih, siyasi tarih, antropoloji temalarında okumak ve aralara serpiştirdiğim Dünya klasiklerini öğütmekle geçti. Tıpkı Le Guin’in söylediği gibi “Onlar gibi yazmak istediğim insanların büyük bir kısmı ya yabancıydı ya ölü, ya da ikisi birden. “ Aradaki tek fark ben yazar olmayı profesyonel anlamda hiç düşünmemiştim, okumak öyle sevinçli ve büyüleyiciydi ki bu aklıma gelmedi. Küçük yaştan beri uydurduğum öykü ve masalları kardeşlerime ve komşu çocuklara anlatmak ve uzunlu kısalı makaleler yazmak benim için yeterliydi.

Tamamen başka bir meslekte severek ve yaratıcılığımı ortaya koymak suretiyle tatminkar bir iş hayatım oldu, bu meşguliyet okuma hızımı günde bir taneye düşürmüş olsa da, mutluydum. Fakat gün geldi tüm bu veri girişi ve üzerinde gece gündüz demeden nonstop düşünme eylemleri, hayatımı yeniden şekillendiren, eskiyi bütünüyle silen bir patlamayla devreye giriverdi. Sonraları okuduğum bir makalesinde başıma gelenlerin doğasını daha iyi anlayabildiğim Le Guin’in şu tespitiyle karşılaştım, “Düşüncenin doğasında iletilmek vardır, yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir, ışığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.” İşte tam da böyleydi benim durum.

Siyasi bir eyleme dökmüş olmasam da doğam gereği tüm gençlik yıllarımda kendimi anarşist buluyor, insanların düzen denilen bu illete nasıl bulaşmış olduklarını sorguluyordum. Uzun yıllar onları buna iten ihtiyacı bulmaya adadım kendimi. Sanırım otuzuma yaklaştığımda dünyanın, devletlerin “zaman ve idealist” açıdan tekrarlayan döngülerini tespit etmiş, kendimce bir nebze tatmin olabilmiştim. Belki bu sebeple ilgim dıştan içe yöneldi. Kendimi keşfetmek istiyordum artık. Bu yolculukta Jung ve Gurdjieff ile Taoizm ile karşılaşmam kaçınılmazdı. Ve sanırım Le Guin’in Mülksüzler ve Karanlığın Sol Eli kitaplarıyla da…

Bilinçaltı korkunçluklarla, fesatla dolu bir lağım çukuru değildir. Kabuslarla kaynaşan karanlık bir lağım çukuru da değildir. Sağlığın, hayal gücünün, yaratıcılığın pınarıdır bilinçaltı,” diyordu Ursula .

Bu keşfin ardından kuantum fiziği ile tanışıp felsefesini öğrenip sindirmeye çalıştığım uzun bir dönem geliyordu. Bu yolculuğum esnasında artık Le Guin’in tüm kitaplarını inceden inceye tekrarlarla okumuş, yeni kitabı çıkar mı diye gözüm yeni çıkanlar listelerinin takipçisi olmuştu. Sonunda Sırıtkan Kırmızı Ay kitabımın yazıldığı yıla gelmiştik, 1999 deprem yılına.

Le Guin hakkında tanıtım yazılarında onun, feminist, sol görüşlü, anarşist duruşuna dikkat çekilse de aslında Le Guin “postmodern” terimini bir kez bile kullanmadan, her şeyi kapsayan keskin üst-söylemlerden kibarca sıyrılan, kimsenin duygularını incitmeyen biri. Bu tavrı ile yazdıklarının üst düzeyliğine benim açımdan ilave bir hayranlık eklenmiştir.

Rüyaların yapısını araştırdığım ve rüya görüşmeciliğini kişilere tanıtmaya çalıştığım uzun soluklu çabalarım da bu büyük ustayla paralellik arz ediyor. İnsanlardan başlayarak tüm düzenli yapıların iyileştirilmesi/şifalandırılması amacını araştırdığım onca öğreti sonuçta beni eski şamanik kökenleri anlamaya itti ve orada bütünüyle şunu anladım ki Ursula Le Guin, zaten tüm bunları benden bir kuşak önce incelemiş, öğütmüş, bünyesine dahil ederek isimlerinden bahsetmeye gerek bile duymaksızın tüm o muhteşem kitapların kurgusu içinde bizlere hazır olarak sunmuştur. İşte onda hayran olduğum budur.

Her şey rüya görür. Şeklin, varlığın oyunları, maddenin rüya görmesidir. Kayalar kendi rüyalarını görür ve yeryüzü değişir… Ama zihin bilinçli hale geldiğinde, evrim ivme kazandığında, işte o zaman dikkatli olmanız gerekir. Dünyaya karşı özenli olmanız gerekir. Yolu yordamı öğrenmelisiniz. İşin püf noktalarını, sanatını, sınırlarını öğrenmelisiniz. Bilinçli bir zihin, bilerek ve özenle bütünün bir parçası olmalıdır – tıpkı kayanın bilinçsiz olarak bütünün bir parçası olması gibi.” Der Ursula.

 

Bir Kadını Öldürmek kitabımda; “Kuralları, yeri geldiğinde yıkmak için, iyi öğrenin,” demiş olduğumu hatırlattı bu bana.

“Duymak istiyorsan, sessiz ol,” diyor. “Hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de. Aklınızı hak etmek, kazanmak gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman özgür düşünebileceksiniz.”

O gerçekten bir seyyah, şu an 87 yaşında ve umarım daha uzun süre kendi yolculuğunu bizlere anlatmaya devam eder.

Bana göre önemli olan, belirli bir iyileşme umudu sunmak değil, hayal ürünü ama ikna edici bir alternatif gerçeklik sunarak kendi aklımı, böylelikle de okuyucunun aklını, şu anki yaşayış şeklimizin insanların yaşayabileceği tek yol olduğuna dair tembel ve ürkek düşünme alışkanlığından kurtarmaktır. Adaletsiz düzenin sorgusuz sualsiz devam etmesine izin veren bu atalettir çünkü.

Son olarak da Bay Orr durumu olarak sık sık örnek verdiğim Rüyanın Öte Yakasını vurgulamak isterim: “Gerçekliğin ruhumuz bile duymadan belki de sürekli değiştiriliyor, yenileniyor olduğunu ama bizim bunu bilmediğimizi, bu bilgiye yalnızca rüyayı görenin ve bu rüyadan haberdar olanların vakıf olduğunu düşündünüz mü hiç?

 

İyi ki varsın ve varlığın bizlere mükemmel bir rol model sundu, zihinlerimizi parlattı, içimizi sıcaklıkla, ışıkla doldurdu. Teşekkürler Ursula K. Le Guin.

Sibel Atasoy

08.03.2017

Kaynak: http://kayiprihtim.com/dosya/edebiyat-dunyasinin-kadinlarina-ilham-veren-harika-kadinlar/

 

 

1 Yorum

  1. […] yıl Kayıp Rıhtım’ın isteği üzerine Guin hakkında bir yazı hazırlamıştım (okumak için tıklayınız)ve şimdi dönüp baktığımda o kadar az şey söylediğimi,aslında cılız bir yezı olduğunu […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir