The Shape of Water ve Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

The Shape of Water

90.cı oscarların en iyi filmi The Shape of Water’ı önceki gün seyrettim. Gerçekten iyi vakit geçirdim. Film,Soğuk Savaş zamanlarının içindeyken görülemeyen ancak vakit geçtikçe iyice anlaşılan aptallık ve körleşmeyi taban almış. Bu tabanın üzerine ayrıksı varlıkları serpiştirmiş ve standart insanların yanındaki duruşlarının aykırılığını ve kendi aralarında mecburen yardımlaşma içine girdiklerini anlatmış. Zenci bir kadın, dilsiz bir kadın, homoseksüel bir ressam, güney denizlerinde yakalanan ne olduğu belirsiz bir canavar/varlık. Ha üzerine bir de mülteci olduğunu törende ifade eden yönetmen. Tüm olgular ayrıksı! Bu film bence Arrival gibi bir iletişim çabasını dile getiryor. Diğer her şeyle iletişmenin uzmanı olmuş dilsiz temizlikçi hiç üzerine vazife olmadığı halde bu tuhaf varlıkla iletişimin yollarını deniyor gizli gizli. İşin en berbat noktasında da bilimadamı bulunuyor,soğuk savaşın kurbanı olan bir emir eri! Her iki tarafça her an harcanabilen yine de onu bilim insanı yapan o dayanılmaz merak ve araştırma arzusunun peşinden giden orta oyuncusu.

*

Oscara diğer bir en iyi film adayı olan Ebbing Missouri Çıkışındaki Üç Reklam Panosu gerçekten akılda kalıcı film statütüsüne girenlerden biri.
Tecavüz edilip vahşice öldürülen kızı Angela’nın üzüntüsünü atlatmaya çalışan Mildred Hayes (Frances McDormand), kasabanın şerifi Bill Willoughby (Woody Harrelson) ve kanun kuvvetlerinin bu konuda gerekli adımları atmadığına inanmaktadır. Cinayetin üzerinden aylar geçmesine rağmen katille ilgili somut bir delile ulaşılmaması, sonunda acılı anneyi oldukça farklı bir çözüme iter. Kasabanın çıkışındaki 3 büyük reklam panosunu kiralayan ve bunlara cinayetle ilgili şerifi suçlayan mesajlar yazdıran Hayes, vazgeçmesini isteyen herkese tek başına meydan okur. Aman tanrım ne kadın dedirtir emin olun.
Frances McDormand, bu filmdeki Mildred rolüyle “en iyi kadın başrol oyuncusu” oscarını aldı. Hak etmişti bence.
Yönetmenin asıl konunun arka planını işlediği bu dağınık hikayede bazı ufak ipuçları altı hiç çizilmeden geçildi. Belki senarist de benim gibiizleyicisinin kendisinden zeki olmasını bekliyordu. Bunlara bir örnek Mildred’in olayın olduğu gece -öldürülen- kızıyla yaptığı tamamen duygusal tartışmaydı. Eminim ki sonrasında acaba arabanın anahtarını verseydim ne olurdu diye düşünmüştür. Ya da bunu düşünmeye cesaret edemediği için böyle delice cesur bir öç almaya girişebilmiştir. Başkasını suçlamak kolaydır kızgınlık baldan tatlıdır.Zaten filmin sonunda şiddete meyilli ve birbirlerinin düşmanı olan kişileri aynı arabaya binmiş görürürüz. oradaki kısa replik her şeyi açık ediyor aslında (söylemeyeyim, tadı kaçmasın izlemeyenlere)

Fracture

cİNAYET gECESİ OLARAK GÖSTERİME GİRMİŞ 2007 YAPIMI ÇOK GÜZEL BİR FİLM. aNHTHONY hOPKİNS’İN (ÇOK SEVERİM)seyretmediğim bir filminin ortaya çıkması hoş oldu bugün.

Thomas Crawford soğukkanlı bir şekilde kendisini aldatan karısını öldürmüş ve olay yerine polisleri çağırmıştır. Olay yerine gelen polis Rob Nunally şoktadır; çünkü cinayete kurban giden kadın sevgilisi Jennifer’dır. mükemmel bir planla suçlama düşer. Gerisini anlatmayayım çünkü oldukça heyecanlı bir sona ulaşıyor Fracture Filmi. Oyuncuların da hepsi gözde: Anthony Hopkins,  Ryan Gosling,  Billy Burke,  Rosamund Pike,  Cliff Curtis.

Bir Yunusun Hikayesi Dolphin Tale

Bir yunusun hikayesi gerçek bir olaydan esinlenmiş. Eğer tüm süre boyunca güzel hisler duymak istiyorsanız kaçırmayın, özellikle çocuklarınızla birlikte seyretmeniz önerilir

Winter isimli bir yunusun gerçek hikayesine dayanacak olan filmde, yengeç kapanına kuyruğu sıkışan yunusu kurtaran 11 yaşındaki bir çocuk ve onun ailesi arasında geçen film, yunus ve çocuk arasında oluşan dostluğa odaklanacak.
Freeman’ın yunusa tekrar yüzme yeteneğini kazandıracak doktoru canlandıracağı filmde, Connick Jr. deniz biyoloğunu, Judd ise anneyi canlandıracak.

*

Bir kaç yıldır sohbetlerimde, yazı aralarımda küçük ve dikkat çekmeyen şekilde dile getirdiğim; Amerikada’ki ırkçılık sorunu artık yüzeye çıkmaya başladı. Sadece siyahilerin oynadığı dizi ve filmlerin yanı sıra, ünlü oyuncular da bu konuda sözlerin sakınmaz oldu.
Dün gece seyrettiğim how to get away with murder dizisi diğer bir ünlü dizi olan Scandal diziyle birleştirilmiş (her iki dizinin başrolü de siyahi kadınlar) ve amerikadaki ırk ayrımına ve yasaların toplumsal anlanda uygulanmadığına dair zehir zemberek bir bölüm yapmışlar. Tabi bu sadece siyahileri değil çok sayıdaki latini de ilgilendiriyor. Seyretmenizi isterdim.
Ayrıca fark ettiğim bir diğer detay da Amerika politikasının film ve dizilerde yeni düşman olarak Çin’i seçmiş olmaları, bunu belli belirsiz işliyorlar şu anda, beynimizin içlerinde bir yere gölgesi yazılıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir