Spontanelik ya da irticalen konuşmak

Niyetini “konuşmacının ne diyeceğini duymaya”
odaklayan dinleyiciler, bir çeşit frekans düzenleyici haline geliyor  ve spontan konuşmacıya, dalga yönümüzün (ya da Allah’ın) aracısı olmakta müthiş güçlendirici etki yapıyorlar.

Tabi bu durum ne diyeceğini önceden hazırlamış konuşmacılar için geçerli olmuyor. Neden dersiniz? Zannımca dalga bütünlüğümüz öylesine zarif öylesine benlikten yoksun ki, eğer biri sadece kendi fikrini söylemek istiyorsa hemen kenara çekiliyor ve işe hiç karışmıyor. Ben hayatımda bu denli latif bir etki görmedim vallahi.

Eskiden bu konuşma biçimine “irticalen” deniyordu. Ve hatırlıyorum da irticalen konuşan öğretmenlerimizin, siyasi liderlerin ya da sadece öncülerin etkileri devasa oluyordu. Üniversitede böyle bir iki profesörümüz vardı, örneğin Rıfkı Salim Burçak adında (ismini hatırlamam bir mucize, çünkü ezber kabiliyetim sıfır) bir siyasi tarih profumuz vardı. Onun derslerini kaçırmamak için elimden gelen her şeyi yapardım. Bin kişilik anfide sadece onun dersinde en ön sırada oturur, ağzından çıkacak her sözü Allah kelamı gibi yutardım. Olağanüstü zevkliydi. Aynen bu durumda olan ve en büyük hayat şanslarımdan olan babam da, saatlerce irticalen konuşabiliyordu ve nefes almadan dinlerdiniz (hani nefes akışı bozarsa ya diye çekinerek), zaten öğrencileri de ona el Habibi diye isim takmışlardı nedense 🙂
Bu tür spontaneliği övdüğüm her seferinde şöyle sorular da geliyor haklı olarak, “yani hiç bir hazırlık yapmamak, hiç bi şey öğrenmemek pek mi makbul şeydir?”.  Hayat, bizden oyun oynamamızı ve zevk almamızı istiyor. Her insan başka bi şeyi yaparken zevk alıyor ve onların hepsi bir “hazırlık”tır işte. Belirli bir şeyi yapmak için değil, zamanınızı (yani kendinizi) sevmektir. Zevk aldığın durumları ahlaki çıkarımlarla baltalamak da eğitimi engellemektir bana göre.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir