Meyve ağaçları

Küçüklüğümden beri meyvelere huşu dolu bir sevgi beslerim. Her biri ayrı mucize gibidir onların. Hele incecik kabuklarının, zarlarının içinde öylesine su barındırmaları, hem de latif kokulu, hoş tatlı suyun mucizesi beni büyüler. Hep meyve ağaçları olan bir bir bahçede yaşamak istedim. Az önce C.Estes’in kitabında rastladığım bir pasaj bu duygularıma son derece denk düştü, hiç de haksız değilmişim hani 🙂

“Bilgelik ağacı, Hayat ve Ölüm ağacı ya da Bilgi ağacı denen meyve ağacı neredeyse binlerce kez çeşitli mitlerde ve öykülerde karşımıza çıkmıştır. İğne ve yayvan yapraklı ağaçlardan farklı olarak, meyve ağacı bol besini -sadece besin de değil, çünkü ağaç meyvesinde su da depolar- olan bir ağaçtır. Büyümenin ve sürekliliğin temel sıvısı olan su, köklerle yukarı alınır. Kökler -görülemeyecek kadar küçük milyarlarca hücre ağından oluşan bir şebekeyle- ağacı kılcal sistemlerle besler; su meyveye ulaşır ve onu semirterek leziz bir şeye dönüştürür.

Bundan dolayı meyvenin ruhla beslendiği, birer ölçü su, hava ve besin ile bunların hepsinin ötesinde ona ayrıca ilahi bir tat da veren tohumdan gelişip, bunların hepsini birden içeren bir hayat kuvvetiyle dolduğu düşünülür. Su, meyve ve altdünyadaki ormanlarda yaptıkları çalışmaların tohumlarıyla beslenen kadınlar psikolojik olarak buna uygun bir şekilde serpilip gelişirler; psişeleri gebe kalır ve süregiden bir olgunlaşmayı devam ettirir.”

Neyse ki çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım meyve ağaçları ile geçti. Köylerde kasabalarda onların o güzel varlıkları ile dokunuşarak epeyce vakit geçirdik. Anadoluyu çok sevme nedenlerimden biri de hem meyve bolluğu hem de onları paylaşma nezaketidir. Örneğin bir bahçenin önünden geçiyorsanız arabanızı orda durdurup hemen bir ağaçtan karnınızı doyurabilirsiniz, toplayıp götürmediğiniz sürece hiç bir bahçe bekçisi size laf etmez.

Ve şimdi tam üzerine nar nar diye geldi bu dizeler, yazarına tebrikler paylaşan arkadaşıma teşekkürler:

çiçeklerin eksilen suyuna su,
yazın yanına hatırayı ekledik,
çekirge sesleri ve
öğle güneşi altında narın
olgunlaşmasını bekledik.

bekledik, başka başka odalarda
çektiğimiz ağrı dinsin,
bir çocukluk düşü gibi
ince bir sızıya dönsün diye
yaza sedeften bir anlam ekledik

biliyorsun,
bir baş dönmesi gibi sürüyor hayat,
yazların yanına yazlar ekleniyor,
zaman uzun bir sıcağa dönüyor burada,
ağırlığına duygunun, taşınamazlığına
ve yazlar hatıraya…

sığındığımız konuşmalar kesecek mi ağrıyı?
ağacın güzelliğindeki mânâ sönmeyecek,
köklerinde sürecek mi aşk?
ah benim hayal kardeşim,
bizim bu aşktan alacağımız var,
dinsin ayrı odalarda çektiğimiz ağrı,
yaz geçip gitsin ve olgunlaşsın nar.      

Birhan Keskin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir