İsis ve Adem’in Öyküsü

Ben burada biraz mecazi konuşacağım, ama aslında gerçeklik payı da büyük. Biz daha önce içinizdeki türlü farklı enerjlerden söz ettik – aydınlık, karanlık; ying, yang; eril, dişil. Biz burada İsis ve Adem öyküsüne geri gideceğiz, ki bunlar temelde içinizdeki eril ve dişildir. Ama ben bunu aynı zamanda başka bir dualite anlayışını ifade etmek için de kullanacağım, ve bu da, ruhunuzun içsel ve dışsal ifadesiydi.

Uzun zaman önce, Tüm Var Olan’ı terk ettiğinizde, ve sizi Dünya’ya getirecek yolculuğunuz sırasında Ateş Duvarı’ndan geçtiğinizde, esas ayrılığı yarattınız, ve bu da, içe bakan canı, sizin şimdi ruh, tanrısallık dediğinizi ve dışsal ifadenizi, yani boşluğa yolculuk edip gerçeklik yaratan parçanızı yarattı. Dışsal ifade, sonunda  Başmelekler Düzeni yoluyla bir tamamlanma ve gerçekleştirme için Dünya gezegenine gelecekti.

Dualite kavramlarını, mecazı kullanarak, İsis ve Adem’den söz edeceğiz, ama bunların benliğin içsel ve dışsal yanlarıyla – aydınlık ve karanlık, her karşıt dualiteyle – ilişkili olduğunu anlayın.

Adem enerjileri İsis’i terk ettiği zaman, muazzam bir acı yarattı, çünkü bu iki enerji özde aynıdır. Hep birlikte olmaları öngörülmüştü. Onlar hep aşıktı. Böylece İsis ile Adem arasındaki ayrılık meydana geldiğinde, bunun sebep olduğu acıyı tahmin edebilirsiniz. Aynı zamanda bir öfkeye sebep olduğunu da tahmin edebilirsiniz, çünkü bir parçanız bir yolculuğa çıkmış ve diğer parçanızı kendi içiyle başbaşa bırakmıştı. Bu, sevgi ve ayrılığın acısına neden oldu, ama aynı zamanda bir tür öfkeye de diyebilirsiniz – “Neden gidiyorsun? Ayrılığa neden izin veriyorsun?”

Böylece, eril olanın, Adem’in enerjisi, ya da benliğin dışsal ifadesinin enerjisi, doğru zamanda ve doğru yerde yeniden biraraya geleceğinizi bilerek – her iki parçanız da bunu biliyordu – alıp başını gitti. Sizin bu parçanız – ki ona Adem enerjisi diyelim – Adem, arayış içinde çıkıp gitti. Adem yeni çözümler aramak için, ha, İsis’e olan mutlak sevgisi yüzünden gitti. Bir yer yaratmak istiyordu, ve o yer o kadar mükemmel olacaktı ki, İsis geri dönmek isteyecekti.

Böylece Adem, o mükemmel sarayı, mükemmel yuvayı, mükemmel alanı diyebilirsiniz, inşa etmeye ya da yapılandırmaya başladı.Ve onu hayal gücüyle ve yaratıcı ifadesiyle inşa ederken, bir yandan da İsis’in burayı gerçekten sevip sevmeyeceğini merak ediyordu – renkleri beğenecek miydi? Tarzı beğenecek miydi? – ve muazzam bir biçimde kendinden kuşku duymaya başladı. İsis burada rahat edecek mi diye merak etti. Bunu yalnızca kendisi için mi yapıyor, yoksa gerçekten İsis’e de uygun olacak mı diye merak etti.

İsis onu gerçekten özlüyor mu ve gerçekten seviyor mu diye merak etmeyi sürdürdü. Acaba İsis ondan kurtulmak için böyle bir entrika mı çeviriyor diye merak etti. Zaman zaman, onu tümüyle yok etmek için, köleleştirmek için, önemsiz kılmak için İsis bunu kasten mi yapıyor diye merak etti. Ve görüyorsunuz, İsis için bu mükemmel hayal sarayını inşa ederken, bu sayısız karşıt enerjiler sürekli Adem’den akıp duruyordu.

Elbette saray asla yeterince iyi olmamıştı. Ha, bana sorarsanız olağanüstü, ama Adem hâlâ üzerinde çalışıyor. Bu, asla tamamlanamayacak olan saraydır, çünkü, sevgili Şambra, Adem’in biraz dengesiz kalbinde, o, en çok, İsis’i davet etmekten ve onun da bunu kabul etmeyeceğinden korkuyor.

Bu, Adem’i kabul etmeyeceği anlamına geliyor. Bu, yeniden birleşme olmayacak anlamına geliyor. Bu, ilerleme olmayacak anlamına geliyor. Böylece, eğer sarayını inşa etmeyi sürdürürse ve sarayda sürekli değişiklikler yapıp durursa ve kendinden kuşku duymaya devam ederse, oyunu oynamayı sürdürürse, asla o soruyla yüzleşmesi gerekmeyecek: İsis’in dönmesini (sağlayacak kadar) değerli mi. Değerli mi?

Ve bu zaman boyunca İsis de merak eder durur, “Adem’e ne oldu? Neden aramadı? Belki de beni artık sevmiyor. Belki başka birini buldu. Belki beni aldattı. Belki alındı ve kuvvet toplamaya çalışıyor. Belki beni tümüyle yok etmeye çalışıyor. Belki onun için yeterince güzel değilim. Belki kendi içinde, benden daha iyi özellikleri olan bir şey keşfetti. Belki ben, Adem’in sevgisini almaya bile değer değilim. Belki ona sırtımı dönerim. Gözyaşlarımı saklarım, böylece, Adem beni çağırıyor mu, sorunuyla hiç yüzleşmem gerekmez. Ona geri döneyim diye kucak açıyor mu? Böylece, sürekli dikkatimi dağıtıp duruyorum. Bakmamak için herşeyi yaparım.”

Sevgili Şambra, bu, İsis ve Adem’in öyküsü. Aynı zamanda sizin de öykünüz. Bu, sizin içsel ve dışsal ifadenizin öyküsü. Bu, insan benliğinin ve tanrısallığın öyküsü. Belki de siz, tanrısallığınızın size burada katılmasını sağlayacak yuvayı yeterince iyi inşa etmediğinizden buna değer olmadığınızı düşünüyorsunuz, bu yüzden de evi inşa etmeyi sürdürmeye çalışıyorsunuz. Ve belki sizin tanrısallığınız, hemen şu anda merak edip duruyor, “Nasıl oluyor da ben çağrıyı almadım? Nasıl oluyor da ben, insan varoluşu denen bu kutsal yere davet edilmiyorum?” Belki de tanrısallık, onu aldattığınızı düşünüyor.

Böylece bu oyun sürüp gidiyor. Aldatmaca devam ediyor ve ayrılık da devam ediyor, çünkü ya insan tanrısallığı sevmezse, yani  sevmeyiverirse, ne olacak? Ya insan, kendi en mahrem, en yakın parçasıyla hayal kırıklığı yaşarsa? Ya, tüm o yaşamlarında onca deneyime ve onca sevgiye sahip oldu diye artık kendini istemezse? Ya…?

Siz şu anda varoluşunuzun en önemli sorunlarıyla yüzleşiyorsunuz. Siz tamamlanma ve kabul verme sorunlarıyla yüzleşiyorsunuz. O büyük karanlık enerji şu anda geliyor ve diyor ki, “Ya, tanrısallık benden hoşlanmazsa? Ya, benim berbat bir ev inşa ettiğimi düşünürse? Değerli olmadığımı düşünürse? Ya, tanrısallık gelir de (geri dönmeyi) düşünebilmesi için, önümde daha en az on yaşam olduğunu söylerse?” Ve işte baltalama budur. Bu yapaydır, ve kendi Üçüncü Çemberimizde oturan bizler, bunun kendinize verebileceğiniz en büyük kuruntu ve aldatmaca olduğunu söyleyebiliriz. Ama aynı zamanda da en büyük armağandır.

Tobias

6.06.2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir