İklim Bir Banka Olsaydı Çoktan Kurtarılmıştı (Hugo CHAVEZ)

İklim Bir Banka Olsaydı Çoktan Kurtarılmıştı (Hugo CHAVEZ)
 
İklimi değil, sistemi değiştirelim! Ve sonuç olarak, gezegeni korumaya başlayacağız. Kapitalizm hayatı yok eden yıkıcı bir kalkınma modeli; o insan neslini kati bir sonla tehdit ediyor. Sayın Başkan, baylar, bayanlar, ekselansları, dostlar, bu öğle sonrası, konuşmamın çoğu zaman olduğundan daha uzun sürmeyeceğini taahhüt ederim. Öncelikle, Brezilya, Çin, Hindistan ve Bolivya delegasyonlarınca ifade edilen bir önceki konunun bir parçası olarak, benim de ifade etmekten memnuniyet duyacağım bir yorumda bulunmama izin verin. Biz söz istemek için oradaydık fakat bu mümkün olmadı. Bolivya temsilcisi ifade etti, selamım elbette, Yoldaş Başkan Evo Morales’e, o kim mi, Bolivya Cumhuriyeti Devlet Başkanı.

Öteki şeylerin yanı sıra, temsilci şunları da söyledi, işte şuracığa not ettim, sunulan metnin demokratik olmadığını, herkesi içine dahil etmediğini söyledi. Güç bela varıp, tam yerimize oturmuştuk ki, bir önceki oturum başkanının sesini duyduk, bir belgenin vaki olduğunu söyledi bakan, oysa bundan kimsenin haberi yok. Görmek istedim fakat henüz elime geçmedi, öyle zannederim ki, bu çok gizli belgeyi kimseler bilmiyor.

Şimdi, Bolivyalı yoldaşın dediği gibi, bu kesinlikle demokratik değil, katılımcı değil. Şimdi, baylar ve bayanlar, dünyanın gerçeği de bu değil mi zaten?

Demokratik bir dünyada mı yaşıyoruz? Küresel sistem herkesi içine dahil ediyor mu? Bugünkü küresel sistemden demokratik olmasını, herkesi kapsamasını bekleyebilir miyiz?

Bu gezegende emperyalist bir diktatörlüğü yaşıyoruz ve buradan onu reddetmeye devam ediyoruz. Kahrolsun emperyalist diktatörlük! Ve yaşasın bu gezegenin halkları, demokrasi ve eşitlik!

Ve burada gördüğümüz şunun bir yansımasıdır: Dışlanmanın.

Kendilerini bizlerden, biz güneyli, üçüncü dünyalı, azgelişmiş ülkelerden üstün gören bir grup ülke var veya biz, ezilmiş ülkeler, aziz dostum Eduardo Galeano’nun dediği gibi, sanki üstümüzden tarihin katarı geçmiş gibiyiz.

Bütün bunların ışığında, dünyada demokrasinin yokluğu hiç de şaşırtıcı değil ve biz burada küresel emperyalist diktatörlüğün güçlü delilleriyle bir kez daha karşılaştık. Demin burada iki genç şöyle bir ayağa dikildi ya, neyse ki kolluk kuvvetleri hoşgörülüydü, yine de bazıları gençleri itip kakıyor ve onlar sağ ile işbirliği yapıyorlar. Dışarıda pek çok insan var, biliyor musunuz? Onlar elbette bu salona ayak uyduracak gibi değiller, onlar çok kalabalık. Gazetelerde kimi tutuklamalar, şiddetli protestolar olduğunu okudum, orada Kopenhag sokaklarındaki ve o çoğu gencecik insanlara selam ediyorum.

Elbette bu genç insanlar dünyanın geleceğiyle, zannederim bizim olduğumuzdan, çok daha fazla alakalı. Bizlerin -buradaki çoğumuzun- güneş ardımızdan vuruyor ve güneş onların yüzünde ışıldıyor ve onlar çok endişeleniyorlar.

Öyle denebilir ki Sayın Başkan, Marx’tan alıntılayacak olursak, Kopenhag’ın üstünde bir hayalet dolaşıyor, hey koca Karl Marx, bir hayalet Kopenhag caddelerini arşınlıyor ve öyle zannediyorum ki, usulca bu odaya da süzülüyor, aramızda geziniyor, duvarların içinden, altımızdan, üstümüzden, bu hayalet kimsenin bahsetmek istemeyeceği korkunç bir hayalet: Kapitalizm bu hayaletin ta kendisi, hiç kimse ondan bahsetmeyi istemiyor.

Kapitalizm, işte halklar orada gürlüyor, duy onları.

Caddelere yazılmış kimi sloganlar okudum, zannederim ki o gençlere ait, oradaki o genç kadına ait, bazılarını gençliğimde işitmiştim, iki tanesini not ettim. Diğerlerinin arasından kulağınıza çarpabilir, iki güçlü slogan.

İlki: İklimi değiştirme, sistemi değiştir.

Bu sloganı hepimiz için dikkate almalıyız. İklimi değil, sistemi değiştirelim! Ve sonuç olarak, gezegeni korumaya başlayacağız. Kapitalizm hayatı yok eden yıkıcı bir kalkınma modeli; o insan neslini kati bir sonla tehdit ediyor.

Ve öteki slogan, bizi düşünmeye davet ediyor. Dünyayı silkeleyen ve etkisini hâlâ daha sürdüren, zengin kuzey ülkelerinin bankerler ve büyük bankalara nasıl yardım ettiğini gördüğümüz bankacılık kriziyle hayli uyum içinde bu slogan. Sadece ABD tek başına, şu anda meblağı tam söyleyemiyorum fakat astronomik bir miktar ödedi bankaları kurtarmak için. Caddelerde şunlar yazıyordu: İklim bir banka olsaydı çoktan kurtarılmıştı.

Bu sözün doğru olduğunu düşünüyorum. İklim o büyük kapitalist bankalardan biri olsaydı, zengin hükümetler onu kurtaracaktı.

Zannederim Obama henüz teşrif etmedi. Nobel Barış Ödülü’nü, 30 bin askeri Afganistan’a, daha fazla masumu öldürmeye göndermesiyle neredeyse aynı gün aldı ve şimdi burada Nobel Barış Ödülü’yle dikilecek, Birleşik Devletler’in başkanı.

Oysa Birleşik Devletler para imal eden bir makineye sahip, dolar imal eden, bir de kurtaran, ne ala, onlar bankaları ve kapitalist sistemi kurtardıklarına inanıyorlar. Bu daha önceden yapmak istediğim bir yan yorumdur. Ellerimizi Brezilya, Hindistan, Bolivya, Çin ve onların Venezuela ile Bolivarcı İttifak’ın kati sürette desteklediği enteresan duruşları için kaldırıyoruz. Fakat, hey, onlar konuşmamıza izin vermediler, dakikaları saymayın öyleyse sayın Başkan.

Bakın, orada, Fransız yazar Hervé Kempf ile tanışma mutluluğunu yaşadım. Bu kitabı tavsiye ederim. İspanyolca’da mevcut. Fransızca ve İngilizce’si de var, How the Rich are Destroying the Planet. (Zenginler Gezegeni Nasıl Mahvediyor). İşte bu İsa’nın bahsettiği şeydir: Bir devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın cennetin krallığına girmesinden daha kolaydır. İşte İsa böyle demiştir.

Zenginler bu gezegeni mahvediyor. Bunu mahvettiklerinde bir yenisine gidebileceklerini mi düşünüyorlar? Başka bir gezegene gitme planları mı var? Şimdiye dek galaksinin sınırları içinde öyle bir gezegene rastlanmadı.

Bu kitap elime yeni geçti, Ignacio Ramonet verdi bunu bana, kendisi de bu salonda bir yerlerde olmalı. Önsözü bitirirken ki şu ifade çok önemli, Kempf şunları söylüyor, okuyorum:

“Muktedirleri birkaç basamak aşağı indirmezsek ve eşitsizlikle mücadele etmek istemezsek, küresel maddi tüketimi azaltamayız. Bilinçlenme sürecinde şu çok faydalı ekoloji ilkesine sahip olmak gerekiyor, ‘küresel düşün, yerel hareket et,’ bu cümleye içinde bulunduğumuz durumun gerektirdiği şu ilkeyi eklemeliyiz: “Az tüket ve daha iyi paylaş.”

Zannederim Fransız yazar Hervé Kempf bize iyi bir tavsiyede bulunuyor. O zaman, Sayın Başkan, iklim değişikliği şüphesiz bu yüzyılın en yıkıcı çevre problemidir. Seller, kuraklıklar, şiddetli fırtınalar, kasırgalar, eriyen buzullar, yükselen denizler, okyanusların asitlenmesi ve sıcaklık dalgaları, tüm bunlar dört bir yanımızdan saldıran küresel krizin etkisini daha da keskinleştiriyor.

Günümüzde insan faaliyetleri sürdürülebilirlik eşiğini aştı, gezegendeki hayatı tehdit ediyor ve üstelik bu durumu gayet derin eşitsizlikler içinde karşılıyoruz. Bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: en zengin 500 milyon kişi, 500 milyon, bu yalnızca yüzde yedidir, yüzde yedi, dünya nüfusunun yüzde yedisi. Bu yüzde yedidir bu işin sorumlusu, bu en zengin 500 milyon kişi zehirli gaz salınımının yüzde 50’sinden sorumludur, en yoksul yüzde 50’nin sorumluluğu ise yalnızca yüzde yedidir.

Öyleyse Birleşik Devletler ile Çin’i aynı düzeye koyma tuhaflığı beni düşündürüyor. Birleşik devletler ancak yakında 300 milyona ulaşacak. Çin ise hemen hemen ABD nüfusunun beş katı. Birleşik Devletler günde 20 milyon varil petrol tüketiyor, Çin ise günde 5-6 milyon varile anca ulaşıyor, bu durumda ABD ve Çin’den aynı şeyi isteyemezsiniz.

Tartışılacak hususlar var, biz devlet ve hükümet başkanları umut verici şekilde oturabiliyor ve gerçekleri tartışabiliyoruz, bu hususlar hakkındaki gerçekleri. Öyleyse, Sayın Başkan, gezegendeki eko-sistemin yüzde 60’I zarar görmüş durumda, yerkabuğunun yüzde 20’si çökmüş, bizler ormanların elden gidişinin, arazilerin dönüşümünün, çölleşmenin, tatlı su kaynaklarının kötüye gidişinin, denizlerdeki kaynakların aşırıya biçimde sömürülmesinin, hava kirliliğinin ve bio-çeşitliliğin yok oluşunun umarsız şahitleriyiz.

Toprağın aşırı kullanımı, kendisini yenileyebilmesi için gereken kapasitenin yüzde 30’unu geçti. Gezegen teknisyenlerin kendi kendisini düzene sokabilme yetisi dedikleri özelliğini yitiriyor; gezegen bu özelliğini yitiriyor. Her geçen gün daha fazla işlem görmüş atık piyasaya sürülüyor.

Gezegenimizdeki türlerin hayatta kalması gereği insanlığın vicdanına vurulan bir balyoz darbesidir. Tüm aciliyetine rağmen, Kyoto Protokolü çatısı altında ikinci bir taahhüt için yapılan müzakereler iki yılı buldu ve biz bu görüşmelere hiçbir gerçek ve anlamlı uzlaşmaya varılmaksızın katılıyoruz.

Ve gerçekten de, bazılarının adlandırdığı gibi, göklerden inen metni, Venezuela ve ALBA (Alternativa Bolivariana para los pueblos de Nuestra América) ülkeleri, Bolivarcı İttifak kabul etmeyecektir, o zaman da söylediğimiz gibi Kyoto Protokolü ve Konvansiyonu çatısı altında çalışan grupların kaleminden çıkmayan hiçbir metni kabul etmeyeceğiz. Bu metinler üzerinde yıllarca yoğun olarak çalışılmış meşru metinlerdir.

Şu son birkaç saat içinde, inanıyorum ki uyumadınız artı yemek yemediniz, uyumadınız. Sizin de dediğiniz gibi, torbadan yeni bir belge çekmek bana pek mantıklı görünmüyor.

Bilimsel olarak kanıtlanmış zehirli gaz emilimini azaltma ve uzun dönemli bir işbirliğini öngören bir anlaşmaya varma gerekliliği açıktır ki, bugün şu anda, açıkça başarısızlığa uğradı. Şimdilik.

Bunun sebebi nedir? Ne olduğundan herhangi bir şüphe duymuyoruz.

Sebep gezegenin en güçlü milletlerinin sorumsuz tavırları ve siyasi bir iradeden yoksun oluşlarıdır. Hiç kimse kendisini kırılmış hissetmesin, büyük José Gervasio Artigas’ anımsıyorum, şöyle derdi: “Doğruya ne gücenirim ne de ondan korku duyarım.” Ne var ki gerçekte sebep, herkesin derdi olan ve yalnızca hep birlikte çözebileceğimiz bir probleme dair sorumsuz tavırlar, döneklikler, dışlayıcılık ve elitist yönetim tarzlarıdır.

En zengin ülkelerin, en büyük tüketicilerin siyasi muhafazakârlığı ve bencilliği, fakirlere, açlara, hastalık ve doğal felaketlere karşı en savunmasız olanlara duyarsızdır ve onlarla dayanışma içine girmeyi düşünmemektedir. Sayın Başkan, Konvansiyon’da içerilen ilkelere kayıtsız şartsız saygıya dayanan, katılımcıların çalışmalara katkı miktarına, ekonomik, finansal ve teknolojik yeterliliklerine göre belirlenen, mutlak anlamda eşitsiz ilişkiler içinde olan tüm taraflara uygulanabilen yeni ve tek bir anlaşma gereklidir.

Gelişmiş ülkeler kendi zehirli gaz emilimlerini azaltmak ve fakir ülkelere iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle baş edebilmeleri için finansal ve teknolojik yardımda bulunmalarını varsayan bağlayıcı, açık ve somut taahhütler altına girmelidir. Bu anlamda ada devletleri ve en geri konumdaki ülkelerin benzersiz durumları tam anlamıyla tanınmalıdır.

Sayın Başkan, iklim değişikliği bugün insanlığın önündeki yegâne problem değildir. Diğer musibetler ve dört bir yanımızı kuşatan haksızlıklar, zengin ve fakir ülkeler arasındaki aralık gitgide büyümeye devam ediyor. Bütün o milenyum hedeflerine rağmen, Monterrey finansal zirvesin, hatta Senegal Devlet Başkanı’nın burada belirttiği gibi bütün o zirveler büyük bir gerçeği açığa çıkarmıştır, vaatler, gerçekleşmeyen vaatler söz konusudur ve dünya ölüm yürüyüşüne devam etmektedir.

Dünyadaki en zengin 500 kişinin geliri en yoksul 416 milyonun gelirinden fazladır. 2.8 milyar yoksul günde 2 doların altında bir gelirle yaşıyor, dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan bu insanlar dünyadaki toplam gelirin sadece yüzde 5’ine sahipler.

Günümüzde her yıl 9.2 milyon çocuk beş yaşına ulaşmadan hayatını kaybediyor ve bu ölümlerin yüzde 99.9’u fakir ülkelerde meydana geliyor.

Canlı doğum başına bebek ölüm oranı binde 47 ne var ki bu ölümlerin yalnızca yüzde 5’i zengin ülkelerde meydana geliyor. Gezegende ortalama yaşam beklentisi 67 yıl iken, zengin ülkelerde 79 yıla ulaşıyor oysa fakir milletlerin ki yalnızca 40 yıl.

İçme suyuna ulaşamayan 1.1 milyar insan var, sağlık hizmetlerinden faydalanamayanların sayısı 2.6 milyar, 800 milyon kişi okuma yazma bilmiyor ve 1.02 milyar aç insan var, işte küresel senaryo.

Şimdi sebep, sebebi ne bunun?

Sebepleri konuşalım, sorumluluktan kaçınmadan, bu problemin derinliklerine inmekten kaçınmadan. Sebep, şüphesiz ki, tüm bu feci panoramaya geri dönüyorum, sermayenin yıkıcı metabolizması ve onun somutlaşmış kalıbıdır: Kapitalizm.

Elimde, bir alıntı var, büyük özgürlük teologu, bir Brezilyalı, bizim Amerikamızdan birisi olarak bildiğimiz Leonardo Boff’tan. Leonardo Boff bu hususta şunları söylüyor:

“Sebep ne? Ah, sebep mutluluğu maddi birikim ve sonsuz ilerlemede arama hayali, yeryüzünün tüm kaynaklarını bilim ve teknolojiyi kullanarak sınırsızca sömürebilecekleri hayali.”

Boff burada Charles Darwin’den örnek veriyor, onun “doğal ayıklanma”sından, en güçlü olanın hayatta kalmasından. Fakat biz biliyoruz ki en güçlü, en zayıfın külleri üzerinde hayatta kalır.

Jean Jacques Rousseau, ki kendisini daima hatırlamalıyız, der ki, güçlü ve zayıf arasında, özgürlük eziyet görür. İşte bu yüzden ki İmparatorluk özgürlükten dem vurur; onunki eziyet etme özgürlüğüdür, istila etme, öldürme, yok etme ve sömürme özgürlüğü. İşte onların özgürlüğü. Rousseau şu kurtarıcı ifadeyi ekler sözlerine: “Yasalardır tek özgür kılan.”

Buradan kesinlikle kusursuz bir belgenin ortaya çıkmamasını uman ülkeler var çünkü onlar bir yasa istemiyorlar, bir standart istemiyorlar, çünkü bu normların yokluğu onların sömürme özgürlüğüne izin veriyor, onların o ezici özgürlüğüne.

Burada ve caddelerde gayret sarfetmeli, baskı uygulamalıyız, bir taahhüt ortaya konması için, en güçlü ülkelerin sorumlu kılınacağı bir belge için.

Pekâlâ, Sayın Başkan, Leonardo Boff şunu sorar… Siz Boff’la tanıştınız mı? Leonardo’nun buraya gelip gelmediğini bilmiyorum, onunla yakınlarda Paraguay’da tanıştım, onun kitaplarını daima okurduk. Bu sonlu dünya sonsuz bir projeyi destekleyebilir mi? Kapitalizmin savı, sonsuz bir kalkınma, yıkıcı bir gidişat, hadi, yüzleşelim onunla.

Boff ardından bize Kopenhag’dan ne umabileceğimizi sorar. En azından şu basit itirafta bulunalım: Bu şekilde devam edemeyiz. Ve basit bir önerme: Gidişatı değiştirelim. Bunu yapalım fakat bir çıkar ummaksızın, yalansız, ikili gündemler oluşturmaksızın, göklerden inen belgeler olmaksızın, açıkça ortaya konan gerçeklerle yapalım.

Ne kadar daha, Venezuela’dan soruyoruz Sayın Başkan, baylar ve bayanlar, bu adaletsizliklere ve eşitsizliklere ne kadar daha izin vereceğiz? Bu uluslararası ekonomik düzeni ve bu hükmünü süren piyasa mekanizmasına ne kadar daha hoşgörü göstereceğiz? Tüm insanlığı kırıp geçiren HIV/AIDS gibi salgın hastalıklara ne kadar daha katlanacağız? Açlığa, hatta kendi çocuklarını bile doyuramayan insanların durumuna ne kadar daha katlanacağız? Milyonlarca çocuğun tedavi edilebilir hastalıklar yüzünden ölümüne ne kadar daha katlanacağız.

Muktedirlerin diğer insanların kaynaklarını ele geçirmesi uğruna silahlı çatışmalarda milyonlarca masumun hayatını yitirmesine ne kadar daha katlanacağız?

Çatışma ve savaşlar dursun. Biz bu dünyanın insanları imparatorluklardan, dünyaya hâkim olmak için, bizi sömürmek için çabalayanlardan bunu istiyoruz. Emperyalist askeri harekâtlara ve askeri darbelere son. Daha adil ve eşitlikçi bir ekonomik ve sosyal düzen kuralım, yoksulluğun kökünü kazıyalım, yüksek emilim düzeylerine son verelim, çevrenin tahribatını durduralım, iklim değişikliğinin getireceği büyük felaketten kaçınalım, o soylu, herkesin daha özgür ve bir arada yaşayacağı dünya hedefinde bütünleşelim.

Sayın Başkan, yaklaşık iki yüzyıl önce, evrensel bir Venezuellalı, ulusların kurtarıcısı ve bilinç taşıyıcısı olan biri, gelecek nesillere şu irade yüklü özdeyişi bırakmıştı: “Doğa bize karşı geliyorsa, onunla savaşalım ve önümüzde boyun eğdirelim.” Bu kişi Simon Bolivar’dı. Kurtarıcı (Liberator).

Bolivarcı Venezuela’dan, yaklaşık on yıl önce böyle bir günde, evet kesin olarak on yıl önce, tarihimizin en büyük iklim felaketini yaşadığımız Venezuela’dan (ki Vargas trajedisi olarak anılır), devrimi, tüm insanlar için adaleti sağlamaya yönelmiş Venezuela’dan, bu adaleti sağlamanın tek mümkününün sosyalizm yolu olduğunu söylüyoruz!

Sosyalizm, Marx’ın bahsettiği diğer hayalet, burada da geziniyor, o daha ziyade bir karşı-hayalet. Sosyalizm, işte istikamet budur, işte gezegeni kurtuluşa götürecek yol budur, bundan kuşku duymuyorum. Kapitalizm cehenneme açılan, dünyayı yıkıma götüren yoldur. Biz bunu Venezuela’dan haykırıyoruz, ABD İmparatorluğunun sosyalizmi tehdit ettiği Venezuela’dan.

ALBA’yı meydana getiren ülkelerden, Bolivarcı İttifak’tan sesleniyoruz, tüm ruhumuzla gezegendeki çoğu insanın adına bu çağrıyı yapmak isiyoruz, hükümetlere ve dünya halklarına Simon Bolivar’ın, Kurtarıcı’nın sözlerini şöyle yorumlayarak seslenmek istiyoruz:

Kapitalizmin yıkıcı doğası bize karşı geliyorsa, onunla savaşalım ve önümüzde boyun eğdirelim, insanlığın yok oluşunu aylak aylak beklemeyelim.

Tarih bizi birlik olmaya ve dövüşmeye çağırıyor.

Kapitalizm direnecek olursa, ona karşı bir savaşa girmek, insanlığa kurtuluş yolunu açmak zorundayız. Karar bize kalmış, İsa’nın, Muhammed’in, eşitliğin, aşkın, adaletin, insanlığın ve en derin hümanizmin bayrağını yükseltme kararı. Bunu yapmazsak, doğanın en mucizevî yaratısı, insanlık yok olacaktır, o yok olacaktır.

Bu gezegenin yaşı milyarlarca yıl ve milyarlarca yıl biz, insan nesli olmaksızın var oldu. Var olmak için bize ihtiyacı yok örneğin. Şimdi, o olmaksızın bizler de varlığımızı sürdüremeyiz ve bizler Evo’nun dediği gibi, Güney Amerika’daki yerli kardeşlerimizin dediği gibi, Pachamama’yı mahvetmekteyiz. (Pachamama, And yerlilerinin hürmet ettiği bir tanrıçadır)

Sonuç olarak, Sayın Başkan, sözlerime son verirken, Fidel Castro’ya kulak verelim: “Bir tür nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır ki o; İnsanlıktır.”

Rosa Luxemburg’un dediği gibi: “Ya Sosyalizm ya Barbarlık.”

İsa’ya, Mesih’e kulak verelim: “Ne mutlu yoksul olanlara! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır.”

Sayın Başkan, baylar ve bayanlar, bu dünyayı insanlığın mezarına dönüştürmeme gücüne sahibiz. Bu dünyayı bir cennete çevirelim, yaşamın, barışın cennetine, barış ve tüm insanların kardeşliği için, tüm insan nesli için.

Sayın Başkan, baylar ve bayanlar, çok teşekkür ederim, şimdi yemeğin tadını çıkarabilirsiniz.

Çeviren: Bahadır Nurol

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir