Cumhuriyet – Röportaj 25.04.06

Cumhuriyet – Röportaj 25.04.06

  1. Sırıtkan Kırmızı Ay, sizin ilk romanınız… Okurun Sibel Atasoy’un adı ve kurgusu ile tanıştığı ilk roman… Ama uzun yıllardan bu yana yazıyordunuz. İlk roman fantastik bir gerilim romanı olmasının yanında, bir yanıyla da gerçek hissi uyandıracak kadar etkileyici bir kurguya sahip… İlk romanın fantastik-gerilim türünde olmasının bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Ne dersiniz?

Aslında gerçekten de basılan ilk romanım bu. İlk yazdığım roman ise kayıp! Okumak için alanlardan biri getirmedi sanırım, onu tek nüsha ve daktiloda yazmıştım adada yaşarken. Herneyse bu durumda Sırıtkan’ı ilk kabul edeceğiz artık. Söylediğiniz gibi bu bir tesadüf olamaz, zaten tesadüflerin tesadüfen olmadığına inanırım. Bildiğiniz gibi roman, 1999 yılında yani depremden sonra yazılmıştı. Kitaptaki gerilimin de bunun psikolojik bir uzantısı olması mümkün. Aslında epey önceleri ben oldukça gerçekçi yapıdaydım, böyle bir roman yazacağımı doğrusu kendim de tahmin edemezdim.

  1. Sibel Atasoy’un geçmişinde bir yayıncılık girişimciliği de var… Bu yayıncılık serüveninin içinde Orkun Uçar’ın adına da rastlıyoruz… Serüven diyorum, çünkü günümüzde butik yayıncıların işe gerçekten de zor. XasiOrk’un yaşamı da çok uzun sürmedi sanırım. Ama geriye güzel izler bıraktı… Pek çok genç yeteneğin fantastik-gerilim türü roman ve öykü kitapları ile XasiOrk Ölümsüz Öyküler Kulübü… İnternet aracılığıyla bu oluşumu sürdürüyorsunuz sanırım…

Evet Xasiork Ölümsüz öykü kulubünü Orkun kurmuştu sonra onu yayımevine birlikte dönüştürdük. Fikir tamamiyle Orkun’a aittir. İnandığı şeyleri öylesine coşkulu savunur ki ben de onun idealine ortak oldum. Gerçekten de o dönemde yayımevleri fantastik, bilim kurgu ve polisiye dallarında yerli yazarlara pek güvenemiyordu. Oysa biz bu konuda yetenekli bir çok genç tarafından adeta kuşatılmıştık. Kendi yazdıklarımızın da yabancılardan geri kalmadığının farkındaydık. Böyle gelmiş böyle gider demek için çağ artık müsait değildi. Bu çağda her şey ne kadar hayal edebiliyorsanız o kadar oluyordu!. Gerçi bu, dünya kurulalı böyle ama biz insanların çoğunluğu bunu yeni farkettik sanırım. Böylece yayıncılık hayatımız başladı, sadece Türk yazarları ve ilk kitaplarını bastık. Bunu ticari anlamda bir intihar da sayabilirsiniz belki. Fakat zaten amacımız ticaret değildi. Sadece bu türün yeteneklilerine ümit vermekti ve belki biraz da yayımevi camiasına cesaret kazandırmak, örnek teşkil etmekti. Doğrusu amacımıza ulaştığımızı zannediyorum. Artık bir çok yayımevi fantastik edebiyata Türklerin dahil olduğunu kabul etti. Ölümsüz Öyküler gurubu içinden kitabı basılan epeyce genç arkadaşımız oldu. Bu hepimiz adına bir övünç konusu.

Şimdi hoş bi anı geldi aklıma; Kulüp üyeleri iki haftada bir toplanırdık, bunların bir kısmı da benim evimde yapılıyordu ve öğleden sonra başlayıp ertesi güne kadar sürüyordu. Bir keresinde Orkun şöyle demişti; “ben fantazileri hayal etmekle ilgilenirim, örneğin şimdi şu terasa bir ufo gelse başımı çevirip bakmam bile!” diğer genç arkadaşlarla ben koro halinde itiraz ettik tabii; “kimi ben merak ederim, kimi bayılırım kimi de ben binip giderim abi!” dediler. En ufak tartışma bile saatlerce sürerdi. Hayal dünyasını genişletmek için yaratık tasarımlama toplantıları hatta yarışmaları olurdu.  İnsanın daha önce söylenmemiş/görülmemiş yeni bir şey yaratması kolay değil.

  1. XasiOrk Ölümsüz Öyküler Kulübü öncesinde de siz öykü yazıyor muydunuz? Yazınınızda Sırıtkan Kırmızı Ay ile başlayan fantastik eğilimi bu kulübün desteklediğini düşünüyorum. Zor ama bir o kadar okur kitlesi olan ve sevilen bir tür fantastik edebiyat… Türkiye’deki okurlar konusunda neler düşünüyorsunuz? Bu türün okurları ile yazarları arasındaki en sıkı bağlantı da, türe çok uygun bir alan olan internet olsa gerek…

Hayır Sırıtkan Kırmızı Ay’ı henüz İstanbula dönmeden önce Fethiye’de yazdım. Yani Kulübün bu konuda etkisi olmadı üzerimde. Fakat Venüs Bağlantısında biraz etkisi olmuş olabilir; çünkü Orkun nedense benim çok iyi bir polisiye yazarı olduğumu tekrarlayıp duruyordu. Ben de bi yazıp göreyim bakayım dedim J)) Fantastik edebiyatın alıcısı siz de tahmin edersiniz ki yoğunluklu olarak genç kesim. Aslında şimdilik daha ziyade okuyan kesim de aynı; çünkü sanırım insanlar yaşam gailesine düştüklerinde okumaya fazla vakit ayıramıyorlar. Gençler de henüz para kazanmadığı için kısıtlı bütçenin bir bölümünü kitaba ayırmakta zorlanıyor. Bu sebeple bazen bir kitap en az on kişi tarafından okunuyor. Böylece okur sayısını kitap satışlarından kestirebilmek güçleşiyor. Öğrenciler için bir diğer çare de internet üzerinden paylaşılan eserlere ulaşmak tabii.

  1. Fantastik türün Türkiye’deki kadın yazar temsilcilerinden birisiniz… Sırıtkan Kırmızı Ay ve Venüs Bağlantısı okurun beğenisini kazanmış başarılı eserler… Peki, Sibel Atasoy’un fantastik edebiyat dünyası nasıl oluştu, nelerden ilham aldı, etkilendi, beslendi diye sorsam, cevabınız ne olur?

Bu etkileşimleri tam olarak takip etmem mümkün mü bilemiyorum. Yani görünenlerin altında ince ince akan herşeyler nehrinin sistemi nasıl işliyor buna henüz vakıf değiliz. Ben hep norm dışı oldum galiba. Çocukluktan beri zihinsel faaliyetim çoktu, hep ilginç diye nitelendirilen şeyler gelirdi aklıma. Hatta bunların çoğu senelerce sonra film oldu, gerçek oldu.  Şaşırmayı ve şaşırtmayı seviyorum. Fakat işin ilginci ben hayallerimin içinde, sanki rüyalarım gibi canlı yaşıyorum. Küçüklükten beri çok kitap okurum, okuma hızım da yüksek olduğu için muhtemelen her birinden değişik etkiler alarak ilerlemişimdir. Gördüğüm rüyaların haddi hesabı yok ve onlar hemen tümüyle fantastik. Küçükken çok masal uydururdum. Kardeşlerim ve komşu çocukları beni dinlemek için çevreme sıralanırlardı. Annem bu kadar masalı nasıl aklımda tuttuğumu sormuştu bir kez, ben de ona tutmadığımı anında uydurduğumu söylemiştim. Şimdi bu anı, aile içinde anlatılıp gülünüyor. Fantastik edebiyat, hatta diğer fantastik sanat dalları büyüleyici bir alan; hem çok güzel ve faydalı hem de tehlikeli. Çünkü burada yaptığınız kurgular geleceği oluşturmaya başlıyor. Yani sorumluluk çok ağır. Aslında sanatla ilgisi olmayan kişiler de bu işlemi kendi zihinleri içinde gerçekleştiriyor. Gelecek, şu anda ve tam burada zihinlerimizin içindeki fotoğraflar zinciri. Bu anlamda baktığınızda gelecek sürpriz içermiyor çünkü belli. Yine de değiştirmek mümkün ve sadece şu anda zihninizdeki fotoğrafları değiştirebilmenize bağlı! Ve bu zannedilebileceğinden çok daha zor. Fantazi dünyasını yalnızca bir zevk unsuru gibi görmek yanıltıcı olabilir.

  1. Bu tür için çok sayıda dosya hazırlandığı, oldukça genç aday yazarlar olduğunu biliyorum, ben de pek çok dosya okudum bu türün ürünleri olan… Ancak doğru kurguya ulaşmak ya da doğru kurguyu kotarmak hiç de öyle dışardan görüldüğü kadar kolay değil… Bunun bir formülü olmadığını biliyorum ama yine de sormak istiyorum, Sırıtkan Kırmızı Ay’ı yazarken nasıl bir yol takip ettiniz?

Çok doğru söylediniz, bunun bir formülü olduğunu sanmam. Herkesin tıpkı parmak izi gibi kendine özel bir g-örüşü var. Bu harfi özellikle böldüm; dikkatinizi kelimelerin içindeki büyülere çekmek istiyorum. Aslında ben de bunu daha geçen yıl keşfettim.  Bir gündüz düşünde, kelimenin bir sapan gibi kişinin ağzından fırladığında, onun arkasındaki şekilsiz   uzantıyı gördüm. Bir çeşit koku gibi saçaklı bir şey! Ve aslında biz o kelimeyi değil uzantıyı algılıyorduk. Uzantı, değişik formlarda oluyordu. Duygu ve düşünce bileşkesi olduğunu sandığım o şey, kelimenin arkasına gizlenerek hedefine doğru ilerliyordu!

O an, tartışma-anlaşamama dediğimiz şeyin neden olduğunu net biçimde anladım.

Kelimenin sözlükte bir anlamı var ve biz onu biliyoruz. Ama bize fırlatılan kelimenin arkasındaki sözlükte yazılı değil ve bilinçaltımız  yazılı olmayan o şekilsiz uzantıyı fevkalade algılıyor. Ve bu kelimeye karşılık verirken de sözlük anlamına aldırmaksızın algıladığı anlam üzerinden ve yine üç boyutlu kelimeler fırlatıyor. Bilinçli düzlemde ise sanki konuşma, iki boyutlu düzlemdeymiş gibi varsayılıyor.

Bu durumda olanla, olduğu sanılan oldukça farklı, üstelik ironik. Bu düşten çok etkilendim;

O halde dedim biz nasıl olur da kelimelerle anlaştığımızı iddia ederiz? Kelimeler yalnızca konuşurken değil yazılırken de uzantıları taşıyorlar. Ve gerçekten büyük etkileri var.

Sırıtkan Kırmızı Ay’ı yazarken bunların farkında değildim. Ve şimdi onu okuduğumda neler yapmış olduğumu biraz da dehşetle farkediyorum.

Bu kitaba başlarken gündelik zevkli rutinimden yola çıktım. O sıralarda her gün 7-8 kilometre yürürdüm. Son derece safiyetle bu yürüyüşü anlatmaya başladım. Zaten bu diğer kitaplarımda da böyle oluyor. Ne anlatacağımı bilmiyorum. Yalnızca yürümeye başlıyorum. Aşağı yukarı beşbin kelime civarında yazdıktan sonra bilemediğim bir şey oluyor ve kahramanlarım canlanıyor, yani iradelerini takınıyorlar. O noktadan itibaren ben de yalnızca izleyici olabiliyorum, gördüklerimi yazıyorum. Olayın nereye gideceğini merak ediyor, zaman zaman şaşkınlıktan günlerce elimi tuşlara koymaktan çekiniyorum. Sizi neler korkutur diye sormuşlardı bir röportajda, galiba kendi yazdıklarım demiştim.

Bazen de kahramanların beni çekiştirdiği yere gitmek istemiyorum. Aramızda büyük gerginlikler yaşanıyor, aylarca ara verdiğim oluyor. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki bu anlaşmazlıklardan hep yenik çıkıyorum.

  1. Venüs Bağlantısı ikinci romanınız… Bu romanda da fantastik öğeler bu kez polisiye kurguyu destekliyor. Geçtiğimiz yıl Altın Kitaplar’dan yayımlanan Bir Kadını Öldürmek ise başlı başına farklı bir biçime ve kurguya sahip… Her üç roman arasında bir kurgu bağlantısı, ortak bir yön var mı?

Üç kitabı birer kelimeyle ifade etmek gerekseydi ne söylerdim diye düşündüm şu an. Sırıtkan için deprem diyebilirim; alışılmışın güvenli ve uyutucu etkisinden bir depremle uyanmak. Venüs ise arayış, dipten yukarı çıkan malzemelerin ayıklanması. Bir Kadını Öldürmek, yola çıkmak; ama artık bu, mışıl mışıl uyunabilen bir yol değil, şaşırtıcı, capcanlı, ölümünüzle kolkola yürüyebildiğiniz bir yol.

Ortak yönleri ise insanın mutad hikayesi oluşu belki J

Edebi açıdan ortak yönleri anlatımdaki sadelik olabilir. Bir çok okuyucudan ve eleştirmenden bu tepkiyi aldığım için söylüyorum, yoksa insan kendini göremiyor malum, aynaya bakmak gerekiyor.

  1. Sırıtkan Kırmızı Ay’ın tanıtımında yer alan şu cümle oldukça ilgi çekici: “Kuantum felsefesinin, günlük sade hayatımızdaki yerini merak ediyorsanız eğer; kelebek etkisini, bilinçli gözlemcinin, gerçekliğin mükemmel doğasına katılımını Sezen’in bu öyküsünde bulacak ve belki ağlayarak kendi hayatınızla özleştireceksiniz.” Bu paragraftan kuantum felsefesini bu romanın kurgusunda kullandığınız anlaşılıyor. Konuyu biraz daha açabilir misiniz?

Evet, sanırım kuantum felsefesi ile 1996 yılında tanıştım (Fiziğin taosunu saymazsak). Her bulduğumu okuyup, üzerinde uzun uzun düşünüyordum. Gerçekten önümde yepyeni ve heyecanlı bir yol açılmıştı. O zamana kadar okuyarak ve deneyerek öğrendiğim tüm şeyler deli gibi ortalarda zıplıyorlardı. Bunu sindirmesi zaman aldı ve tabii bu bir süreç ve sonu gelmeyecek bir süreç, bunun bilincindeyim. 1999 da Sırıtkan’ı yazarken zihnimle anladığım ancak uygulamaya henüz geçiremediğim bir çok şeyle uğraşıyordum. Ve bütün bu işlemler kitaba aynen yansımış durumda. Şimdi onu tekrar okuduğumda ne kadar zorlanmış olduğumu ve aslında değişime çok istekli gibi görünüp ne denli direnmiş olduğumu anlayarak kendime şefkat duyuyorum.

Tekrar sorunuza odaklanacak olursam, belki ben kuantum fiziğini anlatmayı hedeflememiştim ama o bütün güzelliği ve çıplaklığıyla ortaya serilmiş.

Gerçeklik nedir? İnsanı derinden sarsan bir soru. Gerçekliği irdeleyebilmek için onu araştıran bilinçli gözlemcinin varlığına muhtacız. Einstein’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Deney yapmadan gerçeği bulamayız evet ama deneyde neyi aradığını bilen bi adam var, işte onun katılımı olmaksızın ortaya çıkabilecek bağımsız bir deney sonucu yok” Herhalde aynen bu sözleri kullanmamıştı fakat bende bıraktığı iz böyle.  Bazı kişiler kuantum fiziğinin atom altı fiziği olduğunu ve bizim gündelik hayatımızla ilişkisi olmadığını söylüyor. Bu beni çok güldürüyor. Sanki biz atomlardan ibaret değilmişiz gibi! Sanki her nefesimizde milyonlarca atom yutmuyormuşuz gibi.

  1. Yazmaya başladığınız yeni romanın Mısır’da geçen bir polisiye olduğunu biliyorum. Yeni romanda da fantastik öğeleri kullanacak mısınız?

Evet büyük bölümü Mısırda geçen bir roman yazıyorum şu aralar. Tarzı yoğunluklu olarak polisiye olacak ama henüz beşbin kelimeyi yeni geçtim. Yakında roman ne olmak istediğini bana gösterir, malum dizginler benim elimden çıkıp gidiyor. Fantastik öğeler benim kullandığım bişey değil, ben onun içindeyim. Üstelik Mısır fantazmanın kol gezdiği bir yer. Umarım beni de okuyucuları da memnun edecek bir sonuç çıkarabiliriz.

Bu güzel röportaj için teşekkürler ve yeni romanı merakla bekliyoruz.

25.04.06

1 Yorum

  1. ..Endless.. says:

    “… yoksa insan kendini göremiyor malum, aynaya bakmak gerekiyor.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir