Ayan-ı Sâbiteler

Muhiddin İbnü’l Arabî’ye göre zâhirde her var olan, bâtında sabit bir kaynağa bağlıdır (3). Ancak bu kaynak hem görülür hem de görülmez; hem apaçık ortadadır, hem değildir. Ama gönül gözü açık olan kişi için her yerde görülebilir. İbnü’l Arabî hem görülüp hem görülmeme çelişkisini aşmak için ‘sübût’ terimini seçmiştir. Sübût olmak, somut bir şekilde var olmakla, yok olmak arasındaki ara durumda bulunma halidir (4). Sübût olan hem sabittir hem değildir. Tasavvuf anlayışında sübut olan “varlıklara” Ayan-ı Sâbiteler denmiştir. Ayan-ı Sâbiteler, İbnü’l-Arabi’ye göre ikili doğaya sahiptirler. Onlar hem mümkün olan tüm var-olanların gizli kaynağı ve hakikatidir; hem de var-olanların görünen, belirgin faaliyetlerdir. Bir başka ifadeyle, Ayan-ı Sâbiteler ‘Bilkuvve’ olanı, yani potansiyel bir yeti şeklinde gizli olanı, ‘Bilfiil’ hale geçmesini, faal olmasını sağlarlar. Ayan-ı Sâbiteler var olanların âleminde yokturlar ama yokluk âleminde vardırlar. Bir bakıma hem içkindirler hem de aşkındırlar. Ayan-ı Sâbiteler her var olanın var olmasını sağlayan temel özelliklerdir. Var olanların aslına, içyüzüne mahiyet denir. http://www.halukberkmen.net/pdf/319.pdf

Bu durumda ben Ayan-ı Sabiteler’in çok boyutlu varlığımızın/yaşamın çok işlevsel bir bölümü hatta belki solucan delikleri olabileceğini düşünüyorum 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir