Sezgisel Biçimin Eğitimi – 01

Cengiz ERENGİL

Roger Housden,Rumi’nin İzinde: Kalbin Asıl Arzusunu Bulmaya Dair bir Masal” adlı romanında, arkadaşının okuduğu bir Mevlânâ Celaleddin Rumi şiirinden etkilenen gencin çıktığı hakikat yolculuğunu anlatır. Şiirler gerçekten insanın kalbini etkileyip ruhsal bir uyanışa neden olabilirler. Kişinin yaşama bakışını değiştirebilir, kişiyi derinleştirebilirler. Bu romandaki gencin mistik arayışı da, onun ruhsal gelişimiyle ve iş yolculuğuyla ilgilidir. Türkiye’ye gelir ve Hasan Şuşud ile sohbet etme fırsatı bulur. Sonunda evrenin dişi ilkesiyle, aşkla tanışır. Bir dizi deneyim yaşar. Sezgi ve keşf yolları açılır.

Sezgisel biçimin geliştirilmesiyle ilgili aşağıdaki yazı, ağırlıklı olarak, Dr. Ornstein’in “Yeni Bir Psikoloji” adlı kitabıyla ilgili çalışma notlarım üzerine kurulmuştur.

BİR. TRANSPERSONAL (Kişilik Ötesi) SUFÎ PERSPEKTİFİ:
Neden Perspektif ya da Bakış Açısı?
Bir yazıyı okurken yazarın bakış açısını öğrenmek neden çok önemlidir? Çünkü aynı nesneye, aynı olaya farklı noktalardan baktığınızda göreceğiniz şeyler farklı olacaktır. Fanatik insanlar genellikle kendi bakış açılarının tek ve biricik olduğunu, herkesin de bu bakış açısından bakmaları ve aynı şeyi görmeleri gerektiğini savunurlar. Tam anlamıyla “nesnel” bir bakış açısına kavuşmak, “nesnel” bir görüşe sahip olabilmek ve nesneleri, olayları ve olguları “nesnel” görebilmek için ise kendi sınırlı at gözlüklerimizden ve gözümüzdeki ahlâk boyalarından kurtulmamız gerekir. Bu da kişisel gelişim ve dönüşüm çalışmalarıyla ulaşılmaya çalışılan hedeflerden birisidir, yani Açıklık. Açıklık olmadan kişi nesneleri, insanları ve olayları “oldukları gibi” göremez, kendi kafasındaki kayıtlara, kendi niyetine, kendi ahlâk boyalarına göre çarpıtılmış olarak görür.

Neden Transpersonal ya da neden Kişilik Ötesi?
Batı psikolojisi Hümanist Psikoloji ve Transpersonal ya da Kişilik Ötesi Psikoloji çalışmalarıyla büyük bir devrim gerçekleştirmiştir. Artık insana  yalnızca bir “hasta” gözüyle bakılmamakta ve mevcut tedavi çalışmalarıyla yetinilmemektedir. İnsan artık “içindeki olumlu nitelikleri” ya da “güzel isimleri” gerçekleştirebilecek, bedensel, duyumsal, duygusal, düşünsel, ruhsal ve tanrısal çalışmalarla, çeşitli Sufi sohbetleriyle, tefekkürleriyle, Budist meditasyon pratikleriyle, Kişisel Gelişim ve Dönüşüm kurslarıyla vb. kendisini aşabilecek (Transpersonal Psikoloji ve Psikiyatri çalışmalarında uygulandığı gibi) bir varlık olarak görülmektedir.  Sadece bedensel gözü ve akılsal gözü ile yetinmeyen fakat ruhsal gözünü, ya da keşf gözünü de kullanabilecek bir varlık olarak görülmektedir. Bu konumlara ulaşmayı ifade eden bazı nitelikler şunlardır: Huzur, Sessizlik, Kutsama, Açıklık, Farkındalık ve Bilgelik.

Manevî pratikler ve meditasyon artık Batı bilimine girmiştir. Kişilik ötesi modelde insan beş boyutlu olarak ele alınır. Roger Walsh ve Frances Vaughan. “Ego Ötesi” adlı kitapta bu modeli şöyle işlerler:

Bilinç”, tüm deneyimlerimizin temeli ve bağlamıdır. Sıradan insan bilinci savunmacı bir biçimde kasılmış durumdadır. Bunun için çeşitli çalışmalarla zihin sakinleştirilir, algısal çarpıtma azaltılır ve kişilere potansiyelleri tanıtılır.
Koşullanma” ve bağlanmalar bilincin tek bir gerçekliğe kendisini bağlamasıdır. Bu acıya yol açar. Acıdan kurtulmak için koşullanmalarımızdan ve bağlanmalarımızdan kurtulmalıyız.
Kişilik” ve kişisel dramalarımız her birimizin hayat hikâyesini kapsar. Rollerimiz, sorunlarımız, ilişkilerimiz, bilincimizin içerikleri buna dahildir. Bizim duygusal yüklerimizdir, psişik yüklerimizdir. Tüm bağlarımızdan özgürleşme düşüncesi bile bizi korkutur.
Kimlik” ya da özdeşleşmelerimiz, ne olduğumuzu düşünüyorsak onun tarafından belirlenir. Kendimize ait imgemizi içerir. Biz bilsek de bilmesek de bazı düşünceler ve imgeler bizim bilinç halimizi, kimliğimizi ve gerçeklik haritamızı belirlemektedir. Buda’nın ve İsmail Emre’nin dediği gibi: “Neyi düşünüyorum o’sun!
Kimliğin ve özdeşleşmelerin ötesi” bizim koşullanmalardan ve hayat hikâyelerinden, dramalardan arındırılmış yanımızdır. Saf farkındalık olarak ya da ademlik (hiçlik) hali olarak adlandırılır. Rüyadan uyanmış, zihinsel içerik ile özdeşleşmeyen insandır. Acı veren duygu ve düşüncelerden kurtulduğu için “acı”dan kurtulmuştur. Saf farkındalık, saf varlık ve saf kutsama olan Nirvana’ya ulaşmıştır.

Neden Sufizm?
Muhyiddin İbn Arabi Füsus ül Hikem’de insanın bu yaşamdaki amacının “gadap” halinden kurtulup “rahmet” haline erişmek olduğunu söyler.. Yani kişisel gelişim ve dönüşüm süreci bu bağlamda kalpteki “küfür”ün temizlenmesi ve “iman”ın kalbe yerleşmesidir. Şehvet, şiddet ve korku gibi olumsuz kayıtlardan kurtulup sevgi, şiddetsizlik ve güveni yaşamaktır. Böylece insan kalıcı bir dönüşüm geçirmekte ve “mümin” olmaktadır. Bu perspektifte, insanın asıl kimliği “mümin” niteliğiyle belirtilmektedir. Hakiki imanın göstergesi de budur. Bu seviyeye erişmiş olmaktır. Bu aynı zamanda Tasavvufun temel dönüşüm dizgesinin dördüncü seviyesidir. Yani Nefsi Mutmainne. Tatmin olmuş nefs, Huzura ermiş nefs. Bu aynı zamanda Sekinet’in ya da Rahmanî Nefes’in kalbe yerleşmesi olarak da ele alınır. Hint sisteminde Kundali’nin (Rahmani Nefes’in Hint’teki karşılığı olan Adi Shakti’nin insandaki hali) insanın dördüncü şakrasına, yani kalp şakrasına yerleşmesi olarak ele alınır. Bunun öncesinde ise Tasavvufta Nefsi Mülhime vardır. Yani, ilhamlar alan, sezgileri çalışan nefs, Hint’te üçüncü şakranın açılması ve kundalinin bu şakrayı kaplaması olarak geçer. İnsanın ilhamlar almaya başladığı söylenir. Yedinci seviye Nefsi Kamile ya da Nefsi Safiye ya da Nefsi Envare yani tenevvür etmiş, Aydınlanmış Nefs’tir. Hint’teki karşılığı başımızın üst kısmındaki Sahasrara şakrasının açılması ve kundalinin buraya yerleşmesidir. Kişi başkalarını “doğru olarak algılamaya” başlar. Algı filtreleri ya da Ahlâk boyaları temizlenmiştir. Kalb aynası parlamaktadır. Kristal Aynada her şey “algı filtrelerinin ve egonun çarpıtmaları olmadan” aksetmektedir. Açıklık, Gözlem, Farkındalık, Bilgelik ve Zeka boyutudur. Tasavvufta bu zeka boyutu, “Zeka tezkiye edilmiş akıldır” sözüyle belirtilir. Yedili dizgeyi birlikte ele alırsak nefs-i emmare (kötülüğün etkisi altındaki nefs), nefs-i levvame (kendini eleştiren nefs), nefs-i mülhime (sezgileri çalışan nefs), nefs-i mutmainne (tatmin olmuş nefs), nefs-i raziye (insanlardan razı olan nefs), nefs-i marziye (insanların kendisinden razı oldukları nefs, NLP’deki Liderlik için bu seviye çalışmaları gereklidir!) ve nefs-i envare (aydınlanmış, tenevvür etmiş, ışık yayan nefs).

Bu yazı bağlamında ele alacağımız Kişilik Ötesi Sufî Perspektifi üç evreye sahiptir:
İlim ve İrfaniyet, Aşk (Allah Aşkı) ve Yokluk (Fenafillah).

Bu evrelerin tarihsel süreç içindeki örnekleri ise şöyledir:
İlim ve irfaniyet evresi için Muhyiddin İbn Arabi;
Aşk evresi için Yunus Emre ve Mevlânâ Celâleddin Rumî;
Yokluk evresi için İsmail Emre.

Aydınlanma arayışı içinde olan bir insanın manevî gelişim sürecinde bu aşamalardan geçtiği söylenebilir. Bu ilerleyiş bir dizi olarak değil, bir dizge olarak ele alınmalıdır. Karşılıklı ilişki içinde ele alınmalıdır. Kişinin geçtiği aşamalar her zaman bu sırada olmak zorunda değildir tabi ki. Yaşam üslubu ya da hayat şekilleri de etkili olmaktadır. Emre şöyle demektedir:
“Kin, kibir, hased, şehvet, riya, gadap, yalan insandan kalkmalı ve şehvetsiz, menfaatsiz bir sevgi insana yerleşmeli”.

İsmail Emre’nin bir sözü yokluk noktasına ışık tutmaktadır:
“Hiçbir arzum ve düşüncem yok, sırf hizmetçilik ve sevgi.”

Bu söz, arzuların etkisi altındaki nefs’in (Freud’un alanı) ve düşüncelerin etkisi altındaki nefs’in (Descartes’in alanı) aşıldığı bir ruhsal boyutu işaret etmektedir. Freud ve Descartes gözlüğüyle bakan Batılıların anlamakta zorlanacağı bir boyuttur. Beden ve akıl gözlerini aşan kontamplasyon ya da keşf gözüyle (Bonaventura, Ken Wilber) aradıkları boyuttur bu.

Kabir Helminski, “Bilen Kalp-Ruhsal Dönüşümün Sufi Yolu” adlı kitabında şöyle yazmakta:

Temel soru, çeşitli biçimlerde ortaya konabilir: Bireysel insan bilinci ile ne yapmaktayız? Ego’yu geliştirmeli miyiz, yoksa onu yok mu etmeliyiz? Bireysel benliğin daha büyük gerçeklikle olan doğru ilişkisi nedir? Benliğin uygun ve gerçek sınırları nelerdir? Manevi bir psikoloji, her şeyin üstünde, nitelikler ve değerler ile ilgili bir psikolojidir. Manevi nitelik ve değerleri nasıl harekete geçirebiliriz?

Bu konuyu, gerçekten holistik (bütüncül) ve Transpersonal (Kişilik Ötesi) bir bağlam içinde nasıl yeni bir biçimde ifade edebiliriz?

Eğer Varoluşçu olsaydık, evrenin saçma olduğunu, ama insanların yine de yaşamak için belirli değerleri seçebileceğini söyleyebilirdik. Transpersonal Sufi perspektifi açısından ise, bu değerlerin sadece bireysel beyinler tarafından bir anlam ve düzen oluşturmak için harcanan umutsuz bir çaba olarak üretilmediğini sanırım ki çoğumuz kabul edecektir. Bunlar, daha çok gerçekliğin esasına ait niteliklerdir. Gerçeklik temelde iyidir.

Şarlatan Ruhsal Ustalar ya da Bogus Masters
Hemen hemen her kavramın yozlaştırdığı ve içinin boşaltıldığı günümüzde, meditasyon kelimesi de aynı akibetten kurtulamamıştır. Marco Pallis’in deyişiyle “Dünyanın her yerinde Şarlatan Ruhsal Ustaları (Bogus Masters) kolayca bulabilirsiniz.

-devam edecek-

http://www.usdusunveotesi.net/yazilar2.asp?yno=99&bant=9

1 Yorum

  1. dr mustafa merter in 900 katlı kitabını tavsiye ederim says:

    merhabalar çok güzel bir konuya değinmişsiniz bu yazıda.benim tavsiyem ilk önce keyifle okunabilecek ilk kitap: Dr Mustafa Merter in 900 katlı insanı.çok beğeneceksiniz.sevgiler…nesli

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir