Self’le İlişki

Daha önce de işaret ettiğim gibi, bireyleşme süreci, başkalarının papağana benzeyen her türlü taklidini dışlar. Zaman zaman bütün ülkelerde insanlar içsel önderlerin temel dinsel yaşantılarını birtakın “dış” ya da törensel yöntemlerle taklit etmeye çalışmış, bu yüzden de “taşlaşmış”lardır. Büyük ruhsal önderi izlemekonun yaşamında sürdürmüş olduğu bireyleşme sürecinin tarzını kullanıp kopyalamak değildir. Daha çok onun başardığı gibi, aynı cesaret ve dürüstlükle kendi içsel yolunu izlemektir.

Bilinçdışının işaretlerini anlayabilmek için kişi kendini yitirmemelidir. Gerçekten de egonun normal yolda işlev görmeyi sürdürmesi yaşamsal önemdedir; çünkü ancak bilinçli bir insan olarak mükemmel olmadığımın bilincinde kalabilirsem bilinçdışının önemli içerik ve süreçlerini algılayabilirim. Ama bir insan kendisi ile evrenin birliği duygusunun gerilimini, o sırada yalnızca zavallı bir dünya yaratığı iken nasıl kaldırabilir? Bir yandan kendimi sadece istatistik bir sayı olarak algılarsam, yaşamımın hiç bir anlamı kalmaz. Ama öte yandan kendimi çok daha büyük bir şeyin sadece bir parçası sayarsam ayaklarımı sağlam basmayı nasıl sürdürebilirim? Bu içsel zıtlıkları içimizde birine ya da öbürüne düşmeksizin birlikte tutabilmek gerçekten çok zordur.

Kişi kendi bilinçdışının isteklerine uymaya çalıştığında yalnız kendine uygun olanı yapamaz, aynı şekilde sadece çevresinin isteklerini de yerine getiremez. Bu arada kendini bulabilmek için sık sık kendi gurubundan; örneğin ailesinden, eşinden ve öbür kişisel bağlantılarından farklı düşmeyi de göze almak durumunda kalır. Bunun sonucu olarak kimileri, bilinçdışını gözetmenin kişiyi toplum dışı ve bencil yaptığını ileri sürerler (ki bu bana aynen oldu-Sibel’in notu). Ama aslında öyle olmaz; çünkü burada daha az bilinen bir başka gerçek, yani self’in kollektif ya da toplumsal yönü oyuna girer.

Pratik bir bakış açısından bu etmen, düşlerini belli bir süre izleyen kimsenin, kısa zamanda çoğunlukla çevresindeki diğer kimselerle olan ilişkileriyle uğraştığını fark etmesiyle ortaya çıkar.

Düş yorumunun buradaki işi, kişinin hangi özel alandakiuygunsuzluğunun söz konusu olduğunu ortaya çıkarmaktır. (Buna özne düzeyinde düş yorumu denir)

Bu yüzden çoğunlukla ruhça birbirine uyan, aynı zihniyete sahip kişiler birbirlerini bulurlar ve bu guruplanış bütün dış toplumsal, örgütsel düzenlemelerden bağımsız olarak işler. Birleştirici unsur bilinen iliki, çıkar ortaklıkları değil, self aracılığıyla oluşan bir  bağdır. Böyle bir gurup başkalarıyla mutlaka çatışma halinde değildir. Yalnızca “özel” ve “başka”dır.

-devam edecek-

Jung-İnsan ve Sembolleri Kitabından özetleyen Sibel Atasoy

1 Yorum

  1. […] Yazının başlangıcı için bakınız: https://sibelatasoy.com/?p=632 […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir