Şansını fazla zorlama!

İnsanlar, ülkeler ya da medeniyetler şanslarını nasıl zorluyorlar?

Önce bu konu nerden aklıma geldi onu anlatayım.

Bugün öğleden sonra GS Üniversitesinde bi GO toplantısına gittim. Ciddi ciddi bu oyunu öğrenmeye niyetliyim 🙂 Orada benim gibi bi kaç çaylak ve bikaç oyuncu ve bir tane de üstad vardı. Üstad dediysem gözünüzün önüne yaşını başını almış bir zat gelmesin. GO oyununda üstatların hangi yaşta olacakları hiç belli olmuyor. Neyse biz açıklamaları dinledik, biraz ısınma oyunları oynadık. Gitmeden hemen önce go oyuncusu çok cici bir genç kız, oynadığımız son oyunla ilgili bana bir taktik verdi; Şimdi küçük tahtada, bu sayıda (yirmi kadar taşı esir düşmüştü) taşı kaybedince artık oyuna devam etmenin anlamı kalmıyor. Bu kaybı telafi edemezsiniz. Oysa 19X19 luk esas tahtada bu durum başınıza gelse, hiç aldırmadan başka bi köşeden yeniden başlar, kendinize yeni bir alan yaratabilirsiniz.

Hımmmm… Hava kararmıştı. Ağaçlıklı yolda mutlu mutlu yürürken bunu düşündüm.

Bir an için büyük tahta yerine, kendi hayat oyunumuzu alalım dedim. Burada nerdeyse hiç sınır yok gibi. Varsa bile o, hayatın değil kendinizin sınırıdır! 🙂

Bu durumda insanlar neden tahtanın bir ucunda tıkılıp kalıyorlar?

Şimdiye kadar gördüğüm hayat oyunu şablonları gözümün önünden hızla aktılar, aklımda kalanlar şöyle:

1. Diyelim A kişisi kendine bir hedef kuruyor ve o alanda başarılı olmak için kendince gerekenleri yapıyor ve fakat bi takım nedenlerle (kendinden/dışardan fark etmez zaten bu ikisini ayırabilecek durumda bile değiliz artık) yeniliyor! Ve fakat bunu görmezden gelerek aynı noktaya kaybedilmesi kesin taşları oynamaya devam ediyor. Hıslanıyor, sinirleniyor, kinleniyor ya da kendine acıyor. Her halikarda, ölümü gelip kendini bulana kadar o mezarın başında nöbet tutuyor!

 

2. Diyelim B kişisi, kendine bir hedef kuruyor, elinden geleni yapıyor, başarılı oluyor. Maddi ya da manevi kazancı hevesle cebine indirmeye başlıyor. Bulunduğu noktada başarılı olduğu alanı sürekli büyütmeye çalışıyor. Başarıdan gözü dönmüşler diyorum bu sınıfa 🙂

Alanları büyüdükçe aslında HEDEF olarak büyüdüklerini fark etmiyorlar.  Düzenli ve geniş hacimli yapılar, kaosun ya da “kartalın yayılımlarının” iştahını kabartır! Ne kadar büyürseniz, yıkılma şansınız o denli büyüyor, üstelik kaybettiğiniz alan büyüdüğünde tahtanın bir başka köşesinden yeniden başlama şansınız düşüyor.

 

3. Diyelim C kişisi, kumarbaz oluyor. Ve fakat çoğunlukla B kişisinin düştüğü tuzağa düşüyor o da. Şansı olduğunda kazandıkça kazanıyor. Masayı terketme zamanını asla kestiremiyor. Ve sonuçta masadan kazandıkları artı ilk sermayesini de kaybederek hatta neyi var neyi yok kaybederek kalkıyor. Hatta çoğu kez buna kalktı da denemiyor, masadan kazınıyor.

 

4. Diyelim D kişisi, bu da göçebedir. Kaybedecek kadar hiç bi yerde kalmaz bunlar. Dikkat çekmezler. Hayatta kalıcılar (surviver)diyorum bunlara. Şanslarını fazla zorlamazlar. Çingeneler de bu sınıfa girer sanırsam. Kaos herşeylerini alsa bile (ki çoğunlukla onları görmeden geçer, ortada bunca görkemli yapı varken) tahtanın bomboş başka bir noktasına gider yeniden başlarlar.

Diğer şablonlara göre en büyük avantajları; kaosun onların elinden asla alamıyacakları bişey kazanmış olduklarıdır! ANda aldıkları yaşam keyfi :)))

Yani bunlar yatırımı, öldüklerinde bile kaybedemiyecekleri bi alana yaparlar.

 

Belki şöyle özetleyebilirim;

* Yenilmeden terket.

* Eğer kayıp erken geldiyse, mezar başında taş kesilme. Derhal terket orayı. Vakit nakittir. Gözüne yeni bi alan kestir.

* Sahip olmaya çalışma, ölümünü davet edersin.

* Öyle hafif ol ki,  kuş tüyü misali, rüzgarın önünde dans edebilesin.

* Kumarbaz aldanması kanununu ve Ortalamaya çekilme kanununu iyi hatmet. -bakınız:https://sibelatasoy.com/?p=215-

 

Neyse işte doğru ya da yanlış kendime bunları hatırlattım, karanlıkta ağaçlı yolda yürürken.

Bütün o güzel genç insanlara minnettar oldum.

 

Derken eve geldim, bu güzel duygularla bir film izleyeyim diye koltuğuma kuruldum ve crash’ı yani Çarpışma filmini izledim. Son yıllarda bu kadar üzücü bir şey seyretmemiştim, ciddi ciddi ağladım. Kendime gelmek için filmi pause yaptım, sigara içtim. Tam o sırada deprem oldu. (İstanbulun heryerinde hissedildi mi acaba?)

Amerika için çok üzülüyorum. Yıllar önce bu ülke hakkında yaptığım bir öngörü vardı. Maalesef onu hatırladım (hatırlamamayı tercih ederdim).

Filmin üzerimde bıraktığı derin üzüntüyü gidermek için bi sürü şey yiyip içmek zorunda kaldım. Neticede amerika küçük dünyadır. Onlara olan hepimize olur.

 

-günlükten- 20/10/2006 ·

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir