Ölüm Yanılgısı Hakkında

Cinsel üreme sonucu doğan organizmalar gelişiyor,olgunluk dönemine erişip çoğalıyor, ancak bölünme yoluyla yaşamını birçok kez yenileyen bakterilerin tersine, yaşlanıp ölüyorlardı. Cinsellik için ödemek zorunda kalmış olduğumuz bedel, ölümdür!
Ölümsüzlüklerini yitirme karşılığında, organizmalar bireysellik kazanmışlardır. Sonu olmayan bir sürecin geçici evreleri olmak yerine, kendilerine özgü benzersiz bir niteliğe sahip bireyler durumuna gelmişlerdir. (Ölüm Yanılgısı)
Aslında bu bedeli cinsellik için değil, evrim adına ödemiş olduğumuzu da yukardaki ifadeyi düzeltmek amacıyla söylemiş olayım; çünkü bölünme yoluyla farklı bir canlı elde edilemiyor ancak döllenme yoluyla İKİDEN bi ÜÇ elde ediliyor. ve sihir ÜÇtedir bana göre, yani benim uydurduğum söylemle ÜÇ=sentez :)))
Bunun için ölümsüzlüğü yitirmeye değmez mi?

**

Uğruna ölümsüzlüğünüzü kaybettiğiniz çocuğunuzun size benzemesi ve sizin ideallerinizi sürdürmesi için ona baskı yapmanız ahmaklık olmaz mı?

**

Yeni doğmuş bir bebeğin yaklaşık iki trilyon hücresi varken bir yetişkinin 60 trilyon hücresi vardır ve her 24 satte bunun bir çorba tabağını dolduracak kadarı ölür(ölür mü yoksa got mu olur bilmiyorum) ve bedenden ayrılır; ancak yetişkinlikten önceki dönemde yerine yeni hücreler doğar. Otuz yaşımızı geçtikten sonra her yıl sinir ağımızın ortalama yüzde birini yitiririz. (Ölüm Yanılgısı)

Daha önce yaşamda müşahade ettiğim; 29 yaşından itibaren adına “canlılık” dediğim şeyin nerdeyse kimselerde (özellikle erkeklerde) kalmıyor oluşuna ilginç bir kanıt gibi duruyor bu hücresel tespit. Çünkü yukardaki bilgiye baktığımızda otuz yaşından itibaren ölüm sürecimizin başladığını; ancak organizmanın tümüne ne zaman ölü diyebileceğimizin bilinmediğini anlıyorum ben.

**

Sara krizleri (yüksek ateş ve benzeri şeyler,sanrılanma),sonuçta zararlı olabilecek durumlardan sıyrılabilmek için beynin çaresiz bir biçimde kendisini sarsma gereksinmesinden doğmaktadır. Beynin transı yaratabilmek için gerekli ritmleri kendi başına oluşturma yeteneğine sahip olduğu bir çok vakada tespit edilmiştir. Bunun doğru olduğunu varsayarsak tüm bu sanrılandırıcı vakaların bir bozukluğun belirtisi değil, belki de tedavisi olduğunu çıkarsıyabiliriz.

Böylece beden kendi kendine elektrokonvülsif terapi uygulayarak bu koşulları ortadan kaldırmakta, böylelikle de yaşamını sürdürmeyi güvence altına almış olmaktadır. Başka bir deyişle,  sürekli “büyük ölümü“, kısa süreli bir “küçük ölüm“le geçiştirmektedir.
(Ölüm Yanılgısından esinlenme)

**

Gözün diktatörlüğü altında bütün bilgiler görsel bir koda dönüştürülmekte üstelik iç yaşantıların bile buna uyması beklenmektedir. Eğer uymuyorsa halisinasyon gibi kelimeler icad etmiş bulunuyoruz.
“Gözlerimle görmeseydim inanmazdım!”
“İnanmasaydın görmezdin!”

**

Yetersizlik duyu organlarından değil, kafadaki bilgisayar programından doğmaktadır. İnsan duyarlılığının yayılım alanı bazen sanıldığından daha geniştir. Başkaları için işitilemeyecek denli yüksek frekanslı sesleri işiten, normal olarak görülmeyen dalga uzunluklarını gören özel yetenekli kişiler vardır.(ÖY)

Aslında zihnimizdeki bilgisayar programını durdurabildiğimizde sanırım hepimiz bi çeşit başka şeyler duyumsarız (görürüz demek istemiyorum), ve olasıdır ki, herkesin hissettiği/gördüğü birbirine benzemek zorunda değildir çünkü biliyoruz ki bilinçli gözlemciden bağımsız gerçeklik yok!

**

2 Yorumlar

  1. Her cümlenize katılıyorum.

    Özellikle şu “büyük ölüm”ü engelleyen “küçük ölüm”ler düşüncesini zaten kendi kendime benimsemişken, bir de böylesi karşılaşmak etkileyici.

  2. says:

    Uyku da bir nevi küçük ölüm, iyi değerlendirmek lazım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir