Soru Sorma Sanatı

Soru, ister bir çocuğun isterse bir erişkinin hançeresinden fırlasın, hayati öneme sahiptir.
Soru, insanın hayat karşısında duruşudur, bizatihi varoluşunun temelidir. Hayat ise bıkıp usanmayan bir cevapçıdır. Sorduğunuz sürece var olursunuz. Soru bir büyü gibi işlev taşır; çünkü gerçek sorular bir alçak basınç alanı oluşturarak, cevabı zorunlu kılar. Peki neden “gerçek soru” deme ihtiyacı hissettim? Gerçek soru adı üstünde bir şeyi gerçekten merak ettiğinizin göstergesidir. Oysa günümüz insanının merak duygusu öylesine körelmiş buna karşın kendine önem verme hassası öylesine güçlenmiştir ki, soru işareti ile biten cümleler aslında –çoğu kez- bir boy ölçüşme, karşıdakini küçük düşürme vasıtası gibi işlev görmeye başlamıştır.

Soru soran açısından; kişi kendi diyeceği varsa onu soruya tahvil etmeden demelidir zaten, eğer merak edilen bir şey varsa o durumda tamamen boş bir zihinle, kalpten gelerek, özlü ve net biçimde merakını dillendirmelidir. Cevabı gerçekten merak etmelidir, onu duyabilmek için iç konuşmasını durdurmuş olmalı, etkili dinleme yapabilmelidir.

Soruya muhatap olan açısından; kişi her ne kadar soru kendisine yöneltilmiş olsa da kendi bilgileri açısından vereceği cevabın eksik, daima eksik kalacağının bilincinde olmalıdır. Böylece soru kendisine ulaştığında, onun evrende yankılanmasına izin vermeli, kendine ulaşacak cevabı tıpkı soran gibi iç konuşmasını durdurmuş olarak beklemelidir. Eğer cevap dışarıdan gelecekse o halde soru muhatabının ne önemi var diye düşünebilirsiniz, her soru öylece havalara sorulsun diyebilirsiniz. O halde ben de size neden ikide birde cep telefonu, televizyon, buzdolabı, bilgisayar değiştirip durduğunuzu sorarım. Gerçek bir soru olduğu için cevabı bu satırları okurken siz verin lütfen. Ben sadece “vasıta”nın da önemli olduğunu anlıyorum. “ben” yerini “vasıta” sözcüğüne bırakana dek, gerçek alıcı/verici olamayacağımız zaten tüm öğretilerin en popüler ortak yönüdür.

Bu arada küçük bir ara yola da gireceğim izninizle:  Bildiğimiz gibi kelimeler büyüdür ilk söylendiği halleriyle ve fakat bin yıllar içinde ilk söyleniş hali çoğu kez defalarca şekil değiştirir ve artık sözlükte yazılı bir anlam haline dönüşür. Sözlükteki karşılığına bakmazsanız o ses demeti size bi şey demez hale gelir. Ben bu duruma gelmiş kelimelere (hemen artık tüm kelimelerimiz) tren lokomotifi diyorum. Malum lokomotifin işlevi kendisine bağlanmış yük katarlarını çekmektir. İlk çıktığı haliyle bizatihi “yük” olan kelime şimdi yükü çeken vasıta olmuş.
Gözlemim ise şöyle; yaklaşık onbeş yıldır yakınımdaki, çevremdeki insanları gözlemlediğimde erkek ve kadınlar arasında bariz bir fark saptadım. Erkekler (genelleştirme her zaman yanlış ya da eksiktir, fakat merdiveni çıkmak için mecburen yaptığımız bir işlem), kelimelerin sözlük anlamlarına sıkı sıkıya bağlı iken, kadınlar lokomotifin çektiği  yükü görüyorlar çoğu kez. Bu sebeple de genelde onların karşılıklı tartışmaları bazen seyreden açısından bir kör dövüşü gibi oluyor. Örneğin onbeş yıl öncesine kadar ben de erkeklerin çoğu gibi yaşıyordum. Kelimelere bağlı yükleri (duygular)kazara fark etmiş olsam bile , görmezden geliyordum. Ve bu davranışıma adeletli olmak yansız olmak, objektiflik diyordum. Ve tabi kadınlardan da korkuyordum çünkü onlarla anlaşmak bir kıl köprüde yürümek kadar zordu benim açımdan. 🙂
Daha sonraları kadınların yöntemini inceledim ve bana oldukça sahici geldi. Ve saf değiştirdim! Bu kez  kelimelerin yüklerini dinlemeye başladım. Buna alt yazıyı okumak da diyebiliriz. Ya da bir başkası empati diyebilir. Nasıl isimlendirildiği önemli değil. Ben bu durumu bir vizyon esnasında açıkça ve fiziki olarak görmüştüm. Kelime kişinin ağzından çıktı, yavaşlatılmış olarak bana doğru ilerlerken arkasında uçurtma kuyruğu gibi bi şey asılı olduğunu gördüm. Kendimce en tuhaf bulgularımdan biri olmuştu bu 🙂

sa

Not: On seneyi aşkın bi süredir “rüya görüşmeciliği” yapmakta ve talep eden oldukça öğretmekteyim. Zaman içinde hayretle fark ettim ki ben rüyalara aracılık ederken aslında soru sormayı öğrenmişim. Öğretme/öğrenme aynı anda olup bitiyor. Hayattan daha gerçek bir mucize var mı?

17 Yorumlar

  1. Haluk says:

    Geçtiğimiz Çarşamba akşamı “Sol beyin-Sağ beyin” başlıklı görsel sohbetime gelmiş olsaydın konuşan kadın ve konuşan erkek arasındaki farkı kendi gözlerinle görebilirdin.
    Resimde iki beyin yanyana görünüyor. Solda kadın beyni, sağda erkek beyni. Konuşurken alınan tomogrfi görüntüleri açıkça gösteriyor ki (istatistik olarak) kadınlar her iki yarı beyni birlikte kullanırlarken, ekekler sadece sol yarı beyni kullanıyorlar. Ancak şu nokta da önemli erkeklerin kullandığı sol yarı beyin bölgesi kadınlarınkinin yaklaşık iki katı.
    Bundan da anlaşılan kadınların hem sözle hem de resimle düşündükleri, genelde erkeklerin ise sadece düz mantıkla düşündükleridir.

    1. says:

      Zaten bu farkı gözlerimle(!) görüyorum sen de bunu seziyorsun 🙂 Çalışmalarını gönülden takip ediyorum ben.
      İşlevlerimiz farklı olsa da önemli olan yetimizi sonuna kadar zorlamak, doğamız bunu bekler bizden.

  2. Turan says:

    Eger erkeklerin sag beyni kullanmiyor olsalardi ona ne gerek vardi, degil mi?

    Bence kadinlar ile erkekler arasindaki en belirgin farklilik kadinlarin fazla detaylar üzerinde erkeklerin ise daha genelleyici olduklaridir. Bir de kadinlar kendi aralarinda konusurken sanki oyun oynuyorlarmis gibi bir halleri var. Bir adim ileri gidebilmek icin karsisindakilerden onay alip tekrar onun öyle olup olmadigini sorarlar. Digeri bunu tekrarlar konuya bir “resim” daha ekler. Yol almak icin kadinlar karsisindakini de beraberinde götürmek istiyorlar. Buna belki empati denebilir. Erkekler ise biraz daha maceracilar galiba. Onlar yola cikarken “ben gidiyorum, istersen sen de beraber gel” derler. Karsidaki ise genelde “ben neden senin pesinden geleyim?” der.

  3. says:

    Güzel anlatmışsın. Erkeğin, ben olma, kadının ise biz bilincini temsil edişinin bir başka görüntüsü olmuş gözlemlerin.

  4. […] Soru Sorma Sanatı […]

  5. feride says:

    ne güzel bir yazı, ne güzel yorumlar…. okudukça zenginleşiyorum….

  6. says:

    Katkı ve paylaşım… İşin sırrı bu değil mi zaten Feride Hnm? Teşekkürler 🙂

  7. […] not: Lütfen soru sormanın incelikleri konusundaki şu yazımıza da bi göz atıverin, tıklayınız. […]

  8. Nazife says:

    Sizi özlemişim 🙂 paylaşım için çok teşekkürler.

  9. naciye says:

    Hayatım soru ve hep kendim deneyimlemeyi severim…En ilginç olanı ise birgün rüyamda şu söylenmişti….En çok soru soran kişi Sensin…ve bi derslikte hep parmak kaldırdıgımı görürdüm…tşk ederim yazılarınız bana hep hatırlatıyor…

    1. says:

      Soruyu soran öğretendir aslında. Sizler gibi öğretenlerimiz bol olsun.

  10. […] Lütfen soru sormanın incelikleri konusundaki şu yazımıza da bi göz atıverin: https://sibelatasoy.com/?p=3732 […]

  11. kamelya says:

    TSDE eğitimi sırasında Hocam Mehmet Zararsızoğlu şu cümleyi kurmuştu; ” merak iç görüyü öldürür. ” buradaki meraktan kastedilen farklı mı?
    Tlf. vs. gibi vasıtaların anlamı görünenden farklıdır. Evde borularda bir tıkanıklık olduğunda (ne borusu olduğuna bağlı olarak) bende ne oluyor, (bedenim vasıtasıyla anlatılmak istenen) bana uyarısı ne, tıkanıklık veya direnç nerede? sorularını soruyorum.
    Access çalışmalarında da soruyu sorup bırakıyorlar!
    Debie Ford’un bir kitabının ismi de doğru sorular 🙂

    1. says:

      Merak iç görüyü öldürmez aksine kışkırtır bence 🙂 Çünkü dışardan aldığımızı- alacağımızı umduğumuz cevaplar zaten “iç görümüz”ün yansımasından ibarettir, malum tüm ayrılık bir amaç uğruna keyfi olarak oluşturulmuş. Zaten Soruyu aklımıza getiren merakı da iç görümüz sayesinde belirmiştir. Belirme yani yeniden doğmanın doğası da budur. Her gerçek soru bir yeniden doğuma sebep olur desek yeridir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir