Küçük Prens ve iş adamı-6

– Bu gezegende elli dört yıldır otururum, çalışmama yalnız üç kez ara vermek zorunda kaldım. Bir kez yirmi yıl önce, bir böcek çıkageldi. Allah bilir nerden, korkunç bir gürültü çıkarıyordu. Onun yüzünden toplamda dört yanlış çıktı. İkincisinde bir romatizma krizi geçirdim, on bir yıl önce.
Tabii benim hareket yapacak, gezmeğe gidecek vaktim yok ki… Ciddi bir adamımj ben. Şimdi de… sen geldin işte! Ne diyordum: Beş yüz bir milyon…
– Ama ne? Beş yüz bir milyon ne?
İşadamı kurtuluş yolu olmadığını anladı:
– Ara sıra gökte gördüğümüz o küçük şeylerden.
– Sinek mi?
– Yok canım, o parlayan küçük şeyler…
– Arı mı?
– Değil. Tembellerin düşlerine giren o pırıl pırıl şeyler var ya, onlardan. Ama ben ciddi bir adamım. Düş kurmam.
– Ha, anladım. Yıldızları diyorsun.
– Evet, yıldızları.
– Peki, ne yaparsın beş yüz bir milyon yıldızla?
– Beş yüz bir milyon altı yüz yirmi iki bin yedi yüz otuz bir. Ben ciddi bir adamım, hesabımı bilirim.
– Yıldızlarla ne yaparsın?
– Ne mi yaparım?
– Evet.
– Hiç, onlara sahibim.
– Yıldızlara sahip misin?
– Evet.
– Ben bir kral bilirim…
– Krallar sahip olmaz, yönetirler. Ayrı ayrı şeylerdir bunlar.
– Peki, yıldızlara sahip olmak neye yarar?
– Zengin olmağa yarar.
– Zengin olmak neye yarar?
– Daha başka yıldızlar varsa, onları da satın almağa.
Küçük Prens: “Bu adamın kafası az çok benim ayyaşınki gibi çalışıyor” diye düşündü. Ama yine de bir soru sormaktan alamadı kendini.
– Yıldızlara nasıl sahip olunur?
İşadamı yüzünü ekşiterek:
– Yıldızlar kimin malıdır? diye karşılık verdi.
– Bilmem, kimsenin.
– O halde, benimdir. Onlara sahip olmak ilkin benim aklıma geldi.
– Bununla iş biter mi?
– Elbette. Sahibi olmayan bir elmas bulursan, o elmas senindir. Sahibi olmayan bir ada bulursan, o ada senindir. Bir buluş yaparsan patentini alırsın, buluş senin olur. Madem ki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, yıldızlar benimdir.
– Bu doğru, dedi Küçük Prens. Ama ne yapıyorsun yıldızları?
– Yönetiyorum. Sayıyorum, bir daha sayıyorum. Güç iş. Ama  ben ciddi bir adamım.
Küçük Prens öğreneceğini öğrenmiş değildi daha.
– Bir boyun atkısı benimse, onu boynuma dolar, alıp götürürüm istersem. Bir çiçek benimse, koparır götürürebilirim onu. Ama sen yıldızları koparamazsın ki!
– Hayır ama bankaya koyabilirim.
– O da ne demek ki?
Ne olacak, yıldızlarımın sayısını bir kağıda yazar, sonra kağıdı çekmeceye koyar, kilitlerim.
– Bu kadar mı?
– Daha ne olsun!
Küçük Prens: “Eğlenceli bir iş, diye düşündü. Ama pek ciddi değil. Şiir gibi bir şey. Ciddilik üzerinde Küçük Prens’in görüşleri büyüklerin görüşlerine hiç uymuyordu.
– Benim her gün suladığım bir çiçeğim var, dedi. Haftada bir süpürdüğüm üç yanardağım var; biri sönmüştür, ama ne olur ne olmaz, gene süpürürüm. Ben yanardağlarıma da, çiçeğime de yararl oluyorum. Ama sen yıldızlar için yararlı değilsin ki…
İşadamı ağzını açtı, ama cevap bulamadı.
Küçük Prens de çekti gitti.
Yol boyunca kendi kendine: “Büyükler büsbütün acayipmiş” diye düşündü durdu.

2 Yorumlar

  1. turan says:

    Bir şeyi kavramak için ona isim ver, ondan sonraki senin olur. Biz ismi olan şeyleri kavriyoruz, isimsiz şeyleri değil.

  2. says:

    İsim evet hem kurtarıcımız hem de mahkumiyetimiz. Tıpkı oksijen gibi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir