Kuantumsal ismimiz

Her şeyin başına kuantum kelimesi ekleyerek yenilenmiş yeni bir görüş ve anlam bulma çabamızı fark ediyorsunuzdur. Bunların bazıları biraz zorlama görünüp sizi gülümsetebilir, bazıları ise gerçekten bir aydınlanma anı geçirtebilir. Hepsi de insan medeniyetinde kendini aşma çabasının/arzusunun ihtiyaca göre şekillenen yansımalarıdır ve ben hepimizi bu çabamızdan ötürü onurlandırıyor, teşekkür ediyorum çünkü anlam bulma/verme yetimiz varlık alemlerini dip bucak titreten önemli bir işlev.

Geçtiğimiz on gün boyunca genelde kokunun üzerimizdeki etkisi, içimizdeki iz düşümlerine odaklandım ve bu süreçte iz bırakanları da paylaştım. Bu odaklanma esnasında aklıma gelen bir bağlantı oldu; acaba kokularla gerçek/titreşimsel ismimiz arasında bir bağlantı olabilir miydi? Tüm kendini bilme aşamasına geçiş için samimiyet eşiğinden geçen insanlar gibi ben de ilk uyanışımda isimlerin önemini fark etmiştim ve bu konuda onlarca makale yazıp, bir çok soru saldım evrene 🙂 Çünkü görünen oydu ki bu boyuttaki -keyfi- ayrılığı oluşturan iki önemli etkenden biriydi isim. İsim verilen şey aniden AYRI/Tekil bi oluşa geçebilmekteydi, şimdi detayına girmeyeceğim (yüzlerce yazı-konuşma-seminer vermişimdir bu konuda), özet olarak isim vermenin belki hayatımızın en önemli aşaması ve çalışma biçimiyle en gerçek ilk büyüsü olduğunda karar kılmıştım.

Bu sonuca varıp senelerce konuyu işledikten sonra  geçen yıl aniden Kryon ismi verilen bir kanal bilgisiyle karşılaştım ve onun celselerinde en çok dikkatimi çeken; DNA’nın kuantumsal yapısı ve kısaca 12 tabakasının açıklaması oldu. Kokularla ilgili odaklanmam bana bu tabakaların 4.cü ve 5.ci si, yani İSİM ile ilgili olanını anımsattı ve bu sebeple şimdi sizlere/kendime bu konuda anladığım kadarıyla bir özetleme yapacağım.

(Şimdi anlatacaklarım, Lee Caroll vasıtasıyla bize ulaşan bilgilerden, kendi gözlemlerim/deneyimlerim ve hislerimle çelişmeyen bölümlerden bir özetleme olacaktır.)

Urban shaman konseptinde “yaratımdan gelen gerçeklikler” diye sınıflandırdığımız, gezegenimizin zamanla derinliğine girebildiğimiz bir mekaniği olduğunu atalarımızdan bu yana keşfetmiş durumdayız. Bu gerçeklik doğduğumuzda bizi saran ve öğrendiğimiz ana lisan ile birlikte içimize yerleşen ve sonrasında bu sayede beş duyumuzla test edebildiğimiz bir gerçeklik. İnsan olgusu bu gerçekliğin fizik kurallarını keşfederek bin yıllar içerisinde onu taklit edebilme özelliğine sahip bir varlık. Bugünün insan uygarlığı, doğayı taklit ile oluşarak tabiri caizse oyun içinde oyun denilebilecek beşeri bir oluş yaratmıştır ve buna da devam ediyor. Lineer düzlemde bu bir keşif ve taklit kabiliyeti/süreci gibi görünse de olayın daha katmanlı, kuantumsal diye nitelendirebileceğimiz, şu an bize oldukça soyut gelebilecek bir yanı var. Bunu önemli ya da sıradan diyebileceğimiz her şey için söylemek mümkün. Ben şimdi burada yalnızca isim konusuna değineceğim.

Bireysel anlamda doğum bizim için aslında(görünüşte) bir bölünmedir. Kendimizi bildiğimiz, annemiz ve lisan tarafından alt yapısı hazırlanan BEN, bu dünyaya adeta boş bir sayfa gibi gelmiş olan kısmımızdır. Zaten dünya felsefesi ve bilimi tamamen bu bölüm üzerinde uğraştığına göre, çalışma mekaniğine en aşina olduğumuz bölüm de budur ki derinlikli düşünen kişiler bu bölümümüzde bile daha alfabenin A’sında olduğumuzu samimi bir alçakgönüllülükle itiraf etmekteler.

Kryon bilgilerinde bölünmüş bütünlüğümüzün(ruh gurubu demek isteyenler olabilir) diğer parçaları üç başlık altında toplanır:

  1. Bütünlüğümüzden ayrılan en büyük parçaya “Yüksek Benlik” ismi veriyoruz, ki bu bölüm aslında DNA’mızın 6.tabakasını oluşturmaktadır. Lemuryan bilgilerde bu parçamız, Bilincimizin KANE bölümüdür, tanrısal parçamız olan Aumakua burada ikamet eder. Sevgi,şefkat, merhamet ve anlayışın merkezidir. İnsan, bilincinin bu yönüyle bilmeden veya bilerek metotlu bir biçimde ilişki kurabilir.(yöntemler konusunda bir çok öğretide yer bulur. Urban shamanın da ileri aşamalarında bu yöntemlere önemli oranda yer veriliyor). Bütünlüğümüz bu ilk ve en büyük bölümü, şu an bu yazının bulmaya çalıştığı cevabın dışında kalıyor çünkü zaten DNA’mızda kendine ait bir 6. katmanı işgal ediyor. (yine de lütfen bu sayıları lineer düşünmemeye çalışalım, her şey şimdi ve burada içiçe kuantumsal bir dans, bir vecd halinde tecelli etmekte)

  2. Bütünlüğümüzün -bölünmüş- ikincisi, insanların çağlardan beri Melekler ve rehberler dediği kısımdır. İnsanın içinde olanı, dışsallaştırarak; tanımaya yararlanmaya çalıştığı her mekanizmada olduğu gibi, burada da rehber ve meleklerimizin kendi ruh bütünlüğümüze dahil olduğunu bilmek bir çok kişiye şaşırtıcı ve hatta hayal kırıklığı şeklinde yansıyabilir. Siz ile siz kavramı insana yabancıdır; çünkü bu kavram tekil değildir ve sizin olduğunuzu düşündüğünüz kimliğin mantığına uymaz. Bu bölümde söylenebilecek önemli husus, melek ve rehberlerimizin, uyanık bilincimizle bir aydınlanma anı geçirdiğimizde ortadan bir süre kaybolduklarını, sanki bizi yalnız bıraktıklarını hissediyor oluşumuzdur. Çünkü bu tür uyanmalar DNA’mızın kendimizle ve çevremizdeki dünyayla gerçek bir değişimi temsil eder. Bir insan, bu tür bir DNA değişimini yaptığında, rehberler geri çekilirler, buna zorunlular; çünkü insan aslında onların titreşimini değiştirmektedir. Onların DNA’ları değişmektedir! Böylece eski şeyleri çekip gittiği her şeyin daha berrak biçimde göründüğü tedirgin edici bir dönem yaşanır. Bu yeniden ayarlanma döneminde kendini yalnız hissetmek, sevilen tarafından terk edilmişlik hissetmek son derece doğaldır. Bu sadece kendi DNA’mızın yeni bir titreşime, yeni bir randımana alışmakta olmasıdır. Denge sağlandığında rehberler geri döner, sanki onlar yeni rehberlermiş gibi hissedilir çünkü onlar şimdi eskisinden çok daha iyi iletişim kurabilirler. Gezgin şamanın yolunda “ilişki kurmak” varoluşumuzun temelidir. İlk adımdır bu ve tüm süreç bu ilişkinin derinleşmesi ve sağaltılmasıdır aslında.

  3. “Birlikte Yaratım’ın” doğasına dair konuşulduğunu duymuşsunuzdur belki. Kendimiz için (tanrısallığımızla birlikte)yarattığımızda bundan diğer insanlar nasıl etkilenir? Bu büyük işlevimiz, yani birlikte-yaratımımızla o insanların yaşamlarını silindir gibi ezip geçme hakkımız var mıdır? Bu sorulara ne kadar çok cevap aranmıştır insanlık tarihinde değil mi? Bu sorular çözülemez ezoterik sorular gibi görünüyor ama her şeyin işleyişiyle ilgili sistemi idrak ettiğimizde bu soruların sert ve sınırlar içermediğini, yumuşacık ipek teller gibi çözüldüğünü görüyoruz.  Bölünüp ayrılmış olan bu son gurubu “bütünlüğümüze eşlik edenler” olarak adlandıracağız. Bize eşlik eden bu gurup hiçbir şey yapmaz! Onlar insanlığın bir dengesi olarak bulunur, kendi üstatlığımızın bir köprüsünü oluştururlar. Bu eşlikçi gurubun ismi olmadığı gibi bir formu da bulunmaz, onu bir enerji temsilcisi gibi düşünebiliriz. Tüm insanlığı desteklemek için birlikte çalışan trilyonlarca ruh parçasından bir meclis olduğunu düşünün. Onlar Dünya üzerindeki insanın verebileceği her kararın potansiyellerini temsil ederler. Onlar, kuantumluk içinde yüzmekte olan, ancak soyut tarafta bizim iznimiz ve niyetimizle (LONO işlevi) şekillenen, görünüşte rastgele potansiyellerdir. NİYET bu dünyadaki en güçlü kuvvetlerden biridir çünkü o hem DNA’mızı değiştirir hem de birlikte yaratmamızı sağlar. Birlikte yarattığımızda, bunu bu eşlikçi gurup ile birlikte yaparız. 3B gerçekliğinde bunun etkilerine, eşzamanlılık adı altında her an tanık oluyoruz. Birlikte-Yaratımın benim beklediğim zamanda değil, kendi zamanlamasıyla gerçekleşmesinin nedeni eşlikçilerimizin denge unsurudur desek pek yanılmış olmayız. Kendimizi sadece kaderimizin Birlikte-yaratıcısı olarak düşünmekten öte “lider-tezahür ettirici” olarak düşünmek bu sözünü ettiğimiz bağlamda sorumluluğu yüzde yüz almamızı sağlar.

Böylece bütünlüğümüzün tüm bu unsurları, DNA’mızın en büyük enerji harcanan iki katmanına yansıyan gerçek ismimiz olur. Işıklı ismimizdir bu bir anlamda ve fiziksel bedenimizi terk ederken bu ışık ismini-enerjiyi dünya’da kristalin içinde dinlenmeye bırakırız. Yükselmiş üstatlar bir insana baktıklarında onun bu gerçek enerjisel ismini görürler ve sanırım bu oldukça keyiflidir, belki de matraktır da…

Bütünlüğümüzün ismi,imzası konusunu rakamların sembolik anlamlarıyla da görmeye çalışırsak daha da anlaşılabilir oluyor. Dört sayısına baktığımızda onun Dünya Anayı, fiziksel yapıyı ve yapının anlayışı olduğunu  görüyoruz. Öyleyse “4”, bizim TEKİL yanımızı ve Gaia ile ilişkimizi temsil eder. Beş sayısı ise SAF DEĞİŞİMi temsil eder. Mars sayısıdır ve çok hızlı bir enerjiyi gösterir. İnsanın boyutsal olarak değişme yeteneğini yaratan bir enerji olabilir bu. Sayıları iki yanındaki sayıyla yakın iletişiminden de anlamalıyız. Örneğin dört yanıbaşındaki 3’ün katalizör etkisi yapan çok güçlü enerjisinden beslenir. Beş ise, yüksek benliği temsil eden muhteşem bir sayıdan altıdan beslenir. Dört ile beşin toplamı dokuz sayısı,psişik ve çok duyarlı bir sayıdır. Sadece tamamlanma değil, o boyutların birbirine karışmasının bir tamamlanışıdır ki ışık ismimiz bir insanın DNA’sındaki mevcudiyetiyle boyutların birbirine-karışımını gösterir. Böylece bu sayede soyut tarafla köprü kurma yeteneğimizin duyumunu getiren duyarlı bir tamamlanıştır. (Urban şaman konseptinde bu işlem 3. farkındalık düzeyinin olağan işlevidir)

Sonuç olarak ışık ismimiz/imzamız, Yaradılış Mağarasındaki Akaşik kayıtta yer alan kendi kristalimizin üzerindeki ismi temsil eder. Bütünlüğümüzü temsil eden yaşam ağacımızdır.

Eksik veya anlaşılmaz bıraktığım noktalar için özür dilerim, zamanla derinleştirebileceğimi umuyorum.

sa 17.02.2016 – Beylerbeyi

1 Yorum

  1. zeynep ayşe mescioğlu says:

    <3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir