Her şeyden önce BİR varmış. BİR taşıyormuş

Bunu bir örnekle izah edeceğim, lütfen bu fantastik öyküyü sakince, sanki dedeniz size uyku öncesi bir masal anlatıyormuş gibi okuyun.

BİR varmış BİR yokmuş,

Her şeyden önce BİR varmış. BİR taşıyormuş, öyle ki  bir yürek atışı gibi önce taşıyor sonra geri topluyormuş. O taştığı her bir “an”, bizim zaman hesaplarımıza sığmayacak denli uzun bir yayılma oluşuyormuş.

Hani yılbaşı kutlamalarında kendi üzerine kıvrılmış şakacı bir oyuncak düdük vardır. Ucundaki delikten üflediğinizde kendi üzerine kıvrılmış kısma hava dolarak kıvrım açılır, öne doğru aniden uzanan bir dil gibi düz boru haline gelir. Ve siz ağzınızı delikten çektiğinizde o yeniden kendi üzerine kıvrılır, yuvarlak acayip/eğlenceli düdük olur.

İşte BİR’in her nefes verişini aynen bunun gibi hayal edin.

Bu yayılım her yöne doğru ve muhtemelen holografik yapıda olmaktadır.

Bu acayip düdük gibi açılan dilin yapısı; birçok renkli, kendi aralarında guruplaşmış incecik, ipeğimsi iplikçikler gibiymiş. Zamanın olmadığı yerde bu taşma/toplama işlemi sürüp gidermiş.

Derken sebebini asla bilemeyeceğimiz bir KAZA olmuş.

Taşma esnasında sonsuz açılara doğru yayılan bir gurup ipek tel birbirine dolaşmış ve toplama anında kaynağa geri dönememiş.

Fakat o grubun içinde her zaman kaynağa geri dönme bilgisi hatırlanmış. Zaten bunu unutmasına imkan yokmuş; çünkü yanından, altından ve üstünden bir taşan/bir toplaşan yayılım devam ediyormuş. Üstelik gurubun bir ucu hala BİRe bağlıymış. (Üfleyince açılan düdüğün ucu, ağzınızı dayadığınız delikten bağımsız değil fakat yine de ona bir tanımlama getirdiniz ve o “ucu” oldu!)

Dolaşan/kazaya uğrayan ipeksi gurup, can havliyle bütüne dahil olmaya yani kendi üzerine bükülüp kapanmaya çalışıyormuş; fakat bu dolaşıklığın artmasından başka bir işe yaramamış.

Zamansız gibi uzun zamanlarda birçok şey olmuş, fakat biz artık bu detaya girmeyelim. (Uydurmanın da bazen zorlukları var. Kendimi bir yerlerde kaybedebilirim)

Bir zaman gelmiş bizim ipeksi gurup kendi yeteneklerinin farkına varmış. Geri dönüşü unutur gibi olup, yeteneklerini döktürmeye başlamış. Her yaptığı, ettiği  bir çocuk gibi onu heyecanlandırır olmuş. Zaman içinde bu gurup, farklı yetenekler geliştirip kendi aralarında da ayrışmaya başlamışlar.

Bunlar kendilerini şekilden şekle sokabilen, hem oynayan hem oynanan olarak epeyce vakit geçirmişler. Bir çok oyun evrenleri inşa etmişler. Fakat hiçbir oyun onların geri dönüş işlemini sağlayamamış, sanki giderek kendi oyunları içinde kaybolmaya başlamışlar.

Neden mi?

Çünkü OYUN kurmak için enteresan bir yöntem uyguluyorlarmış. Kendilerini ikiye bölmeleri gerekiyormuş, başka türlü düzenli bir hareket yaratmayı becerememişler.

Kendilerini (doğu mistizmindeki adıyla yin ve yang) Yaşam ve insan doğası olarak bölüyorlarmış. Bu aynen  küçükken hayali arkadaşımla pişti oynamama benziyor. Yaşam kısmı negatif, insan doğası pozitif kutup oluyormuş. Tabii bu ilk başlarda nasıldı bilemiyoruz. Dünya Oyununun artık pek çok tecrübeden sonra kurulduğunu sanıyorum. Çünkü burada son derece kararlı bir yapı var. Her neyse  dedim ya daha önceleri neler olmuş bunları uydurmak çok zaman alacak ve EKSİK söylemlerimizi artırmaktan başka işe yaramayacak.

İkiye bölme işlemi oyunlar içinde hakimiyetlerini yitirmelerine sebep olmuş olabilir. Her bir parça kendi adına hareket etmeye yetkili ve muktedir; çünkü içinde BİRi taşıyorlar.

İşin komik tarafı aynen benim hayali pişti arkadaşımı ciddiye alıp yenmeye çalıştığım gibi, bu iki yön birbirleriyle kıyasıya rekabete girişmişler. Oysa ben hayali arkadaşımı hep yeniyordum. Tarafsız ve adil olduğumu sanıyordum ve her onu yenişimde şaşırıyor, babama bunun nasıl olabileceğini sorup duruyordum; nasıl olur da hep ben galip oluyorum diye. Hatırladıkça kahkahalarla gülüyorum. İnsanın kendisine karşı hiçbir “hayali kendi” rekabet edemez!

Dedim ya atalarımız bu hataya nasıl düşmüşler insan inanamıyor. İşte bu sebeple onların çocuksu bir doğaları olduğunu sanıyorum.  Ya da belki gerçekten tek yol bölünmekti. Bunu da kestirmek çok zor. Belki de birçok bilmediğimiz başka metodu da diğer oyun evrenlerinde denediler. Kim bilir!

Biz yine Dünya oyununa dönelim. Bu oyun kurulurken artık olası şeylerin bir çoğu önceden biliniyor, önlemler ona göre alınmış fakat yine de iki tarafın BİRden gelen özgür iradeleri ve seçim olasılıklarının bileşimi her daim sürprizlere açık. Sanırım düdüğün, üfleyene yakın kısmındaki atalarımızın günlerini şenlendiren de budur.

Go şampiyonumuzun söylediği gibi; önceden tasarlanmış güzel şekiller var. Fakat bazı durumlarda şekli biraz değiştirmek farklı sonuçlara götürüyor. Ve dikkat ederseniz şampiyon, bu özel tesuji durumunun ustalar tarafından planlanmış olabileceğini itiraf ediyor.

Dünya oyununun kurucuları olan ateş/su/toprak/hava elementleri muhtemelen, sayılarını bilemediğim dolaşık ipeksi gurubun ayrılmış öğelerinin, ikiye ayrılmış kısmının yang olanlarıdır. Çünkü önce bitkileri ve hayvanları sonrada maymun atalarımızdan insanı yarattılar.

Ben önceleri Yin kısmının doğa olduğunu düşünürdüm. Sanırım bu bir hataydı.

Oysa hata ya da yanlış yok yalnızca EKSİK var.

Yin, oyunun mekanizması olmalı. Yang da oyuna can veren öz. Oyunu devam ettiren ikisinin bir ayrılıp bir birleşmeleri.

Bir iskambil oyununda hangi öğeler var?

İskambil kağıtları, oyunun bilgisi, oynayan kişiler

Bu gerçekten dolaşık bir ilişki. Oyun için bu üç öğenin de bir araya gelmesi gerekiyor, yoksa oyun oynanmaz. Önce ilk yerleştirmemizi yapalım sonra aksama olup olmadığını kontrol edelim.

Oyunun Bilgisine Yin yani yaşam, iskambil kağıtları ve oynayanlara Yang yani insan doğası diyelim. Oynayanlarla kağıtları aynı sınıfa almam tuhafınıza mı gitti? Aynı guruba aldım çünkü iskambil kağıtlarının katılaşmış insan bedeninden farkı yok. Ayrıca zihni kuvvetli bir oyuncu kağıtlar olmadan oyunu kafasının içinde de oynayabilir. Demek ki işin madde kısmı oyunu kolaylaştırmaktan öte derin anlam içermiyor. Aslında oyun zihnin içinde oynanıyor.

O zaman oyuna ne gerek var sorusu gündeme geliyor ve tabii cevabıyla birlikte; Yin yani oyun bilgisi ancak oyunda belirginleşiyor. BİR’in içindeyken bilgi ve insan doğası gibi bir ayırım yok. Ve dolaşık ipeksi doğamız aslına dönüşü gerçekleştiremiyor. Oluşmuş olan düğümler ancak oyun içinde belirginleşip yakalanma ve düzeltilme olanağına kavuşuyor.

Animus varlığını Yang’dan alıyor. O halde eril kutup, yani pozitif kutup esastır.

Anima ise varlığını Yin’den yani Hayat bilgisinden alıyor.

O halde Oyun başlarken ikiye ayrılmış görünen BİR, insanda yeniden bir araya geliyor.

Eğer insan doğası, kendi öğeleri olan anima ve animusu barıştırsa, yani rekabet etmelerini bir şekilde önleyebilse, ortada sorun ya da dolaşıklık kalmayacak tabii oyuna hiç gerek kalmayacak

Yin, bana oyun heyecanı veren hayali pişti arkadaşıma benziyor.

O şüphedir.

Beni kendimden şüpheye düşüren dişidir.

Oyunu imkanlı kılandır.

Fakat benim oyuna ihtiyacım var. Rekabet etmeliyim ki hareket olsun. Hareket olsun ki dolaşık ipeksi aslımı düzene ulaştırayım. Ya da daha doğrusu trilyonlarca yıldır beni giderek dolaştıran düğümlerden arınabilme şansım olsun.

Bazen, bırakın dolaşık kalayım diyorum.

Ama bu mümkün değil.

Bir Kadını Öldürmek kitabından

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir